XV- "Geleceğin Yanık Mürekkebi"

102K 5.9K 7.5K
                                    

Kafanızın içinde bir kabristan varsa katilde sizdiniz ölen de. Toprakta sizdiniz cesette. Kefende sizdiniz tabutta. Ve bazen gördüğünüz rüyalar ruhunuzun o kabristanın içinde kayboluşunun ufak kesitleri oldurdu.

Önümden karış karış dökülen yola gözlerimi dikmişken arada sırada görüş alanım bulanıklaşıyor ama asla ötesine gitmiyordu.

Fetih bir kez izin verseydi.

Annem bir kez bana sarılsaydı.

Ben Fetih'ten kurtulsaydım.

Ceset.

Çöp tenekesi.

Efsun Zorlu.

Kaşlarım çatıldı. Efsun Zorlu.

"Efsun Hanım," kafamın içinde bir türlü susmayan kemirgenlerin sesini bastıran yine Emir oldu. "Size yalvarırım telefonumu geri verin." derken sesinde bariz bir acı vardı. Gözlerimi yoldan alıp ona çevirdim. Yüzü sapsarı olmuştu. Ben evde değildim. Ben bu saatte dışarıdaydım. Onun haber vardı ama Fetih'in değil. Çok mu absürt bir şeydi bu? Niye bu denli korkuyordu?

"Sevgilinle mi mesajlaşıyordun?" diye olaya bambaşka hiç açılmamış bir pencereden yaklaştım. Sesim çok düzdü. "Öyleyse söyle, şu an müsait olmadığını senin dilinden yazıp göndereyim. Merak etme sonuna kalp falan koyar yumuşatırım," derken soran gözlerle ona bakıyordum. Yalvaran gözlerle başını iki yana salladı yapmayın der gibi bana baktı.

"O zaman hayır." derken yine önüme döndüm. Üzerimdeki montu biraz daha kendime sardım. "Fetih'i aramanı istemiyorum. Ona gidiyoruz zaten. Ben varınca arayacağım."

O an yüz ifadesini merak etsem de dönmedim. Hava soğuk olmasına rağmen camı hafifçe araladı. İçim cayır cayır yanarken dışım üşüyor mu yoksa yanıyor muydu bilmiyordum.

"İzninin olursa," derken göz devirmemek için zor tuttum kendimi. Bu acı da fazlaydı ama. "Son sigaramı içebilir miyim?" diye sordu. Gözlerimi belerte belerte ona döndüm.

"Sence de olayı çok dramalize etmiyor musun?" diye sordum garipçe. "Zaten onun yanına gidiyoruz. Fetih bu kadar sinirlendirdiğini bilse beni, sana çok kızardı."

Dudaklarını birbirine bastırdı yola bakarken sıkıca yutkundu. "İnanın," derken dudakları kıvrıldı hafifçe. "Ona şu an haber vermeyişimle kızmakla asla yetinmeyecek. Ölüme doğru gidiyorum." daha da abarttı. Yol bittikçe onun senaryoları daha da fantastikleşiyordu.

"İnan ki Emir," dedim onun gibi, başımı geriye yasladım. "Fetih'in seninle uğraşacak zamanı bile kalmayacak."

O bana döndü, bu cümlemin devamını bekledi belki ama ben sadece önüme bakıyordu. Heyecanlı değildim, içim sanki bir elektrik süpürgesiyle boşaltılmıştı. Bu hissettiğim boşluk hafifleme miydi bilmiyordum.


















'Allah belanızı versin!'

Bu cümleyi haykırdığım yere camın ardından bakarken gözlerimi açıp kapattım bir süre. Dar bir sokaktı. Taş duvarların, epey bir geçmiş gördüğü bariz belliydi. Şu hep televizyonda gördüğüm yerlere benziyordu. Genelde dizilerin çekildiği. Ben bütün bu tarz yerlerin boş olduğunu ya müze ya da dizi gibi şeyler için kullanıldığını sanıyordum. Şaka gibi ama kapının önünde Emir'le pek kıyaslayamayacağım birkaç adam varken kapıyı tutan elim sıklaştı. Nasıl bir koruma içgüdüsüyle duruyorlardı kapı önünde? Bu ülkede sadece siyasetçiler için geçerli değil miydi bu durum?

Değildi.

Gözlerimi yumdum.

Düşünme.

Düşünürsen vazgeçersin.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin