XVII- "Yol ve Yoldaş"

107K 5K 7.5K
                                    


Senden daha az güzeller, senden daha çok kimsenin eline de yakışmazlar. Ufak bir hediye, yüzünde gülümsemeyle hayal etmemek elde değil bu gülleri.

-Yavuz.

İsmi defalarca kez okudum, defalarca. En son görüşürüz değil mi diyerek ayrıldığım ama hiç konuşup görüşmediğim, bundan da fazlasıyla mutlu olduğum kişidendi. Unutmuş gitmiştik sanıyordum birbirimizi. Ama hayır. Yanılmıştım. Bana dönük olmayan bedeni fırsat bilip telaşta geri sıkıştırdığım zarfı hemen çöpün içine bıraktım.

"Ne yazmış?" diye sordu bana dönmeden. Yutkundum sıkıca, birazdan beni almaya gelecek Fetih'i hatırladım. "Bir şey yazmamış." dedim resmen titreyerek.

Sırtım kapıya dönükken Doğa üstünü iyice düzeltip kapıya bakıp gülümsedi ve benim hemen çiçekleri dolapla koltuk arasına atmamı sağlayacak şu cümleyi kurdu kapıya yürüyerek.

"Kendi gelip söylemeyi tercih etmiş o zaman. Güllerin sahibi de geldi."

Sanki o an bütün kan damarlarımdan çekildi ya da aktıkları yerde buz tuttu. Başımdan aşağı kaynar su dökülmüş, bütün uzuvlarım haşlanmıştı sanki. Gülleri fırlattığım yerden tek ayak üzerinde korku, dehşet, telaş ve ürkeklikle kapıya döndüğümde dişlerimi birbirine geçirdim. Fetih direkt olarak bir şahin kadar keskin bakışlarla bana bakarken gözlerimizin kesişmesi hiçte geç olmamıştı. Bu kadar şansız bir insan olmamalıydım. Her şey bu kadar aleyhime olmamalıydı.

Kirpiklerim dahi titrerken yutkunmak istedim ama yapmadım. Fetih kafamın içini görebiliyormuş gibi bakıyordu. Bundan nefret ediyordum. Doğa sevecen, sıcak bir sesle "Hoş geldin." derken Fetih'in gözleri benden ayrılmadı ama başını hafifçe sallayarak karşılık vermeyi tercih etti.

"Tebrik ederim." dedi Doğa her şeyden bir haber, güllük gülistanlık bir halde.

Fetih tekrar başını salladı bu kez bir an Doğa'ya döndü. Üzerinde bir dinginlik hakimdi. Bu beni kat ve kat daha çok geriyordu. "Sağ ol." derken sesi düz, odağı tamamen başka yerdeydi. Bendeydi. "Güller-" devam ettiği cümleyle telaşla "Sana iyi nöbetler Doğa." diye böldüm onu. Doğa dönüp bana göz kırparken zoraki dudaklarım kıvrıldı "Görüşürüz." diyerek odadan tamamen çıktı.

Odada sadece ben ve Fetih kaldık.

Hayır.

Ben, Fetih ve bir demet gül.

Hayır.

Ben, Fetih, bir demet gül ve not...

"Ne gülünden bahsetti o?" diye sordu sakin, sakin olduğu kadar alttan alttan hoş olmayan bir mizaçla. Elimi amaaan der gibi salladım. "Aramızda bir muhabbet o, metafor yaptı. Boş ver uzun hikaye."

Bir şeyi elimden fırlattığımı görmemiş olabilirdi. O an önünü ben kapatıyordum, çok seri davranmıştım. Evet görmemiş olabilirdi, sakin olmalı olayı toparlamalıydım.

Çakıldığım yerden hareket etmem lazımdı. Bir şeyler yapmam lazımdı. Böyle duramazdım. Bir şeyler yapabilirdim. Acı dolu bir gülümsemeyle "Hoş geldin." derken hiçbir şey olmamış gibi ona ilerledim. "Haber vermedin? Nasıl girdin ki buraya?" diye konuyu tamamen başka bir yere çektim. Onu ne yapıp edip hiçbir şey olmamış gibi çıkarmam gerekiyordu bu odadan.

Ayrıca bir de bu vardı, görevli kartını okutmadan açılmazdı o kapı. Ama Fetih tüm engelleri aşmıştı. Beni arayabilirdi. Aramamıştı. Tüm evren oturmuş Efsun'un nasıl belasını bulur ayağının önüne sereriz diye uğraşıyordu. Şaka gibiydi ama evet gerçek buydu. Benim gülümsememe rağmen o gülümsemedi.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin