SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT

22.2K 1.5K 262
                                    


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

İşte yine oluyordu. Yine her şey kontrolünden çıkmış, Beren yine o adamın yanında bulmuştu kendini.

Ne yapıyordu sahi bu ağaç dalında?

Beren'i öptüğünde, kokusunda kendini kaybettiğinde, ne düşünüyordu da görevi bu kadar hiçe saymıştı?

Sorun da buydu. Düşünemiyordu...

Artık eskisi gibi plan yapamıyor, kontrol edemiyordu.

Bu fırtınadan kaçmayı denemişti ancak olmamıştı. Uzak kalırsa eskisi gibi olurum demişti ama yine olmamıştı.

İşte şimdi tam da bir ergen gibi, dürtülerine engel olamıyor, ona dokunmadan yapamıyordu.

Ela bakışlarına bile dokunmak istiyor, nefesini havada yakalayıp avuçlamak istiyordu.

İşin komiği Beren görevi ondan daha çok ciddiye almıştı.

Görev umurunda mıydı? Elbette umurundaydı. Sonuçta görevde bir aksilik durumunda, oklar Beren'e dönebilirdi.

İşin ucunda Beren olmasa daha farklı olurdu. En kötü onu öldürürler, en iyi ihtimalle de hafızasını silip, yine bir robot gibi yaşama komutu verirlerdi. Zaten Beren olmasa hatırlayacak pek bir şeyi yoktu. Tek ailesi Sofia'ydı. O da artık kurtulmuştu ve güvendeydi.

Her zamanki seriliğiyle kendini bahçede kamufle etti ve dişlerini sıkarak, Donaldson'la Beren'in konuşmasını dinledi. Yaşadığı bu rahatsızlık düpedüz zayıflıktı. Kıskançlık mı deniyordu buna? Ne kadar basit, ne kadar zaaf yüklü bir tepkiydi. Ama engel olamıyordu işte.

Gözünü kan ve hırs bürümüş bir katildi Donaldson, yeteneklerini dünyanın sonunu getirmek, tehlikeli insanlara satmak için kullanıyordu. Bunu düşündükçe görevin önemini hatırladı. Aklını kaybediyordu. Bu kız ona aklını kaybettiriyordu.

Grand'in uzakta bıraktığı arabasına takip cihazı yerleştirmek fazla vaktini almamıştı. Sonrasında da, Mike'ı bilgilendirip görevi ona devretmişti.

Aptaldı bu kız. Donaldson'la onu baş başa bırakacağını düşünmüştü.

Sonunda evden çıkıp taksiye atladığında çok uzak bir mesafeden onları izlemeye devam etti. Eve sağ sağlim vardığını gördüğünde, telefonu tekrar çalmaya başladı. Yine oydu. Ancak damarlarında taşan öfke ona o kadar yabancıydı ki, telefonu açtığında ne diyeceğini bilmiyordu.

İlk zamanlar bu öfkeyi Beren'i kontrol edemeyişine yormuştu. Ama öyle olmadığını anlamak zor olmamıştı.

Telefonunu torpido gözüne bir nevi hapsederek, şakaklarını ovdu. Bir an arabada uyumayı düşünse de, Grand'le ilgili görev güncellemesi yapmak için mahzene gitmek zorundaydı.

Kısa bir toplantıdan sonra ekibi kırmızı odada bırakarak odasına yürüdü.

Üstündekilerden kurtuldu ama kafasındakilerden kurtulamıyordu. Rahat bir şeyler giydikten sonra yatağına uzanmak için hazırlandı. Fizyolojik yatağı bile cazip gelmiyordu, dinlenmesine yetmiyordu artık.

Kapıdan gelen sesle, gece karanlığı bölündü. Karanlıkta görmek onun için kolaydı. O yüzden gözyaşlarına gömülmüş Sofia'yı görmek kaşlarını çatmasına neden oldu.

Çünkü daha önce Sofia'yı ağlarken görmemişti.

"Tanrıya şükür James buradasın! diye koşarak ona geldiğinde ifadesi hala aynıydı.

Her zamanki gibi ona dokunmaktan kaçındı ama Sofia bu sefer çok ısrarcıydı. Sarılmasa da kollarından kavrayarak ne olduğunu sordu.

Hıçkırıkları arasından güçsüz sesini duydu çocukluk arkadaşının.

"Ben bilmiyorum..." dedi Sofia çaresizlikle. "Son bir senem kara bir delik gibi, hafızamdaki boşluklar korkunç kabuslar olarak zihnimi zorluyor. Geceleri uyuyamıyorum. Hiç olmadığım kadar güçsüzüm James!"

Ne diyeceğini tartarak ona baktı. Sofia her zaman güçlü olmuştu. Geldiğinden beri değişmişti evet ama bunun geçici olduğunu ummuştu.

"Hayır Sofia, her zaman benden bile güçlü olan taraf oldun, ben düştüğümde bile beni teselli eden, gözyaşı dökmeyecek kadar dirayetli olan taraf sendin."

"Artık değilim" dedi başını delicesine sallayarak. "Artık o Sofia değilim ve korkuyorum James, bana yardım et ne olur!"

Sofia'ya bir dost olarak sarılmak istedi ama mesafesini korumak istiyordu.

"Yanındayım Sofia, yıllardır olduğu gibi, sen benim dostum, ailemsin."

"Biliyorum." dedi ağlayarak genç kız. Ve yalvarırcasına konuştu.

"Ama ne olur biraz yanında uyumama izin ver ne olur..."

Geri çekilmek için hamle yaptı genç adam, ama kollarındaki dostu çok savunmasızdı.

"Sofia..." dedi gergin sesine hakim olamayarak.

"Bunu yapamayacağamı biliyorsun."

"Ne olur James, yıllarca bana o gözle bakmadın biliyorum, hatta kusurlu saydığın o kalbinin artık attığını da biliyorum."

James anlamayarak ona baktı. Kaşları tekrar çatılmıştı.

"Onunla uyuduğunu biliyorum" diye fısıldadı Sofia.

Kanının çekildiğini hissetti bir an genç adam. Sanki sesli olarak söyleyemediği şeyler katı birer cisim gibi ona fırlatılıyordu.

Kaskatı kesildi.

Sofia özür diler gibi tekrar konuştu

"Hayır hayır yanlış anladın. Senin için çok seviniyorum. Ama ne olur bu gece beni yalnız bırakma, aylar sonra huzurlu bir uyku çekmeme izin ver." dedi yine yalvararak.

James tek ailesi saydığı Sofia'yı kırmak istemiyordu ama Beren'den başkasıyla uyuma düşüncesi bile tenini tırmalıyordu. Ayrıca artık ailesi Beren'di. Ona bir söz vermişti ve tüm eksikliklerine ragmen bu sözü tutmak istiyordu. Yetersiz olduğunu bilmesine rağmen.

Ancak yine de, bu kadın ona hayatı boyunca dost olmuş, kusurlarını başkasının görmesini engellemek için elinden geleni yapmıştı. Ona hep borçlu hissediyordu.

Elinden geldiğince ondan uzak durarak, yatağa uzandı. İfadesini bozmadan tavana bakarak zamanın geçmesini bekledi. Kısa süre sonra Sofia'nın sık nefeslerini duymaya başladı. Biraz daha bekledi. Tam yataktan kalkacaktı ki, Sofia'dan hıçkırıklar yükselmeye başladı. Yine çılgınca ağlıyordu, ve birden genç adama sarıldı.

James bomboş hissetti. Onu bu kadar korkutan da bu değil miydi? Beren haricinde hiç bir şey ona dokunamıyordu sanki. Hala boştu her şey. Sofia ağlamaya devam ediyordu ve saçını okşamasını rica edince genç kızın saçlarına tereddütle baktı.

Geri geri giden parmakları yıllardır dostu olan bu güçsüz kızı geri çeviremedi. Beren'i düşleyerek Sofia'nın saçlarında parmaklarını gezdirmeye başladı.

Tanrı biliyordu onu sevmek istemişti. Ama olmamıştı. Hissizliği daha çok canını yakmıştı böyle güzel bir kadının karşısında donuk kaldığında. Ya da onunla olan en ufak temasını bile içten içe yanlış bulduğunda. Artık tüm dokunuşlarında hissettiği boşluk, temastan kaçınmasına neden olmuştu. Tekrar tekrar yüzleşmek istemiyordu bu lanet eksiklikle.

Ama şimdi, dokunmanın ne olduğunu biliyordu. Dokunarak tatmanın, ruhu okşamanın ne olduğunu biliyordu.

Ve ona bunu bahşeden mucize şuan karşısında, paramparça olmuş bir şekilde onları izliyordu.

James ela gözlerde gördüğü tonun, onu alnının ortasından vuran bir kurşun kadar etkili olduğunu, Beren arkasını döndüğünde, zamanın durmasından anladı.

Ve koştu...

Lacivert  - Safir - AmberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin