Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr
AMBER 7. BÖLÜM
RÜYA
Telefonumdan gelen bildirimle oturduğum yerden kalkarak sıkıntılı bekleyişimi sonlandırdım. Komodinin üzerinde duran telefonu elime alıp ekranda çıkan isme baktım.
Tobias Donaldson
Hızla geçen bir iki gün sonrası onun tamamen aklımdan çıktığını düşündüm. Mesajını gördüğüm anda zihnimde oluşan acelecilik vurdum duymazlığıma tezat bir çelişki oluşturuyordu. Anlamsız bir suçluluk duygusuyla mesajı açtım.
"Merhaba Beren. Sınav kağıtlarınızı inceliyordum ve seninki ilgimi çekti. Finallerden önce yanıma gelmen gerektiğini düşünüyorum. Sevgiler, Tobias."
Suçluluk duygum ikiye katlanırken hafifçe inledim. Sınavlarda berbat bir iş çıkarmıştım ve özellikle asistanı olduğum profesörün dersinden çakmak ciddi anlamda aptallık gerektirirdi. Alnıma vurarak kendime kızmaya başladım ve Mike'ı beklemekten vazgeçip hızla üzerimi giyindim.
Dizleri yırtık bir kot ve tek omzu açık bir tişörtü üzerime geçirdiğimde aynadaki görüntümü fazla salaş bulsam da vakit kaybetme lüksüm yoktu. Ayağıma geçirdiğim topuklu sandaletler kıyafetime biraz olsun ağırlık katarken çantamı aldığım gibi otoparka yöneldim. Neyse ki sabah uyandığımda yüzümü renklendirmiştim de hortlak gibi görünmüyordum.
Arabama ulaşana kadar bir yandan da arkamı kolluyordum. Dün gece gördüğüm rüyadan sonra onu düşünmem normaldi. Sadece etkisinden çıkamamıştım ve aniden bir yerden çıkıp beni korkutmasını bekliyordum. Arabama binip gaza bastığımda bu kadar sorunsuz çıkış yapmam garip gelmiyor değildi. Edepsiz'in hayatımı zehir etmek adına her fırsatı değerlendireceğini bildiğim için her an arkamı kollar haldeydim.
Kampüse ulaştığımda, bu sefer arabamı doğru otoparka çekerek hızla Tobias'ın odasına doğru ilerledim.
Nefes nefese kapısını tıklattım. İçeriden ses gelmemesi üzerine, kapısının üzerinde asılı olan ders programına göz gezdirerek, o an bulunduğu dersliği öğrendim ve adımlarımı bir kat üstteki amfiye yönlendirdim.
Amfiye ulaştığımda dersliğin kapısı açılmış ve öğrenciler sınıftan çıkmaya başlamıştı. Kalabalığın dağılmasını bekledikten sonra içeriye girdim. Tobias, ona hayranlıkla soru soran iki kızın sorularını gülümseyerek yanıtlıyordu. Badem gözlerinden yayılan gülümseme şu anki ilgiden memnun olduğunu gösteriyordu. Normal şartlarda son derece takık bir adam olduğunu bilmeme rağmen o an gözüme sadece samimi bir eğitmen gibi göründü ve bilinçaltımın yolladığı güven sinyallerine sığınarak yanlarına yaklaştım.
Beni gören Tobias'ın gözlerindeki samimiyet boyut atlarken badem gözlerini örten ince çerçeveli gözlüğünü çıkararak, az öncekinden daha sıcak bir şekilde bana gülümsedi.
İlginin onlardan uzaklaştığını fark eden iki kız anında bana dönerken gözlerinden hafif bir rahatsızlık okusam da, teşekkür ederek sınıfı terk ettiler. Tobias bana doğru yaklaştığında beni kısaca süzdü ve gözlerini kısıp yeniden açtığında gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. Elimde olmayarak ısınan yanaklarımı serinletmek istesem de, sadece gülümsedim ve yerimden kıpırdanmadım.
Yavaş adımlarla bana ulaştığında kalbimin ritmi değişmese de beynim değişik uyarılar gönderiyordu. "Hoş geldin " dedi ve derin bir nefes çekerek amfinin kapısına yöneldi. Çektiği derin nefesin nedeninin benim kokumu içine çekmek olduğu tahminini yürüten zihnime lanet ederek utanmamaya çalıştım.
O sadece bir hedefti ve onu sempatik bulmam yanlıştan da öteydi. Ayrıca bu beden kendi bedeni bile değildi! Onu bu noktaya getiren nedenleri düşünmekten kendimi alamadığımı fark ettim. Zihnimin önüme yığdığı tonlarca soru bariyerlerinden kurtulmam imkansız gibi görünüyordu. Sanki Tobias bana yaklaştıkça bu sorular canlı hale geliyor ve zihnimi talan ediyorlardı.
Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra tahtanın önüne geçti ve kalçasını masaya yaslayarak bakışlarını bana çevirdi. "nasılsın?" dedim titrek bir sesle. Zihnim sorularını tek tek sıralarken konuşmak için derin nefeslere ihtiyaç duymuştum.
Bu halim hoşuna gitmiş olacak ki çarpık bir şekilde gülümsedi. "An itibariyle daha iyi olduğumu hissediyorum." Verdiği cevap karşısında savunmasız kalmıştım. "Ya sen?" diye devam etti aynı parlak gözlerle.
"İyiyim bende" diyebildim ancak sözlerindeki anlamı ilk başta çözemesem de, vermek istediği mesajı gözlerindeki parıltılarla açık edince, bakışlarımı ondan kaçırarak başka bir yöne odaklandım.
Öyle ki, konuyu hiç açmak istemememe raĞmen, notlarımdan bahsetmenin zamanı gelmişti.
"Sınavlarımla ilgili olarak," diye söze başladım ancak devamını getirmeme izin vermedi.
"O sınav kağıtlarının sana ait olmadığını bile düşündüm." dedi saşkın bir şekilde.
"Senin ne kadar kusursuz bir zekaya sahip olduğunu biliyorum Beren." dediğinde sesindeki yumuşak ton kadar vücut dili de değişmişti.
Tekrar bana doğru gelirken, ona yaklaşmamda sorun olmadığını söyleyen zihnime karşılık, kaçma dürtüm ağır basıyordu. Elbette ağır basacaktı! Günün sonunda adam bir teröristti ve ona beslediğim sempati ve ya adı her neyse tehlikeli bir histen başka bir şey değildi.
"Ben," dedim acemi bir şekilde. Soğukkanlılığımın yerini yine iç çatışmalarım almıştı. Edepsiz'in yakınında yaşadığım karmaşa yetmiyor gibi bir de görev esnasında saçmalıyordum.
"Çuvalladığımın farkındayım." dedim tek nefesle. "Sadece kafam çok karışık."
Aslında verdiğim cevap tamamen dürüsttü. Zaten o an bahane uydurabilecek yetide hissetmiyordum.
"Üzülme küçüğüm."
Gözlerinde canlanan sıcak tebessüme aynı tonda karşılık vermeye çalıştım. "Asistanım olduğun için senin için kanaat notu kullanabilirim ancak yine de sonuç yeterince yükselmeyecektir. Ayrıca, asistanımın bütünleme sınavına kaldığını görmelerini de istemiyorum, bu açıdan bana farklı bir şekilde yardım ederek dersten yüksek bir notla geçebilirsin." dedi anlayışla.
Tetikte beklemenin verdiği heyecanla atıldım. "Ne gibi bir yardımdan bahsediyoruz?"
Sorumdaki telaş onu eğlendirmiş gibi gülümsedi.
"Büt sınav soru ve cevaplarını senin hazırlamanı istiyorum. Bu şekilde hem büte çalışmış olacak hem de bana yardımcı olmuş olacaksın." Aklındaki fikri açıklarken ellerini ceplerine sokmuş, analiz eden bakışlarla beni izliyordu. En azından beni korkutacak bir teklifte bulunmamıştı.
Rahat bir nefes vererek çantamı kolumdan çıkardım ve en yakın sıranın üzerine bıraktım.
"Elbette yardım ederim" diye gülümsedim.
"Bana bu fırsatı verdiğin için teşekkürler Tobias."
Yarı samimi sözlerim karşısında gülümsemeye devam ederek aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Dönem bittiğinde," diye söze başladığında sesindeki değişimi ve derin tınıyı fark etmemek imkansızdı.
"Senden bir iyilik daha isteyeceğim."
Bakışlarının bir an için beni delip geçtiğini hissettim. Ne demem gerektiğini düşünmeye çalışırken aniden benden uzaklaştı ve az önceki derinliğinden uzaklaşarak dişlerini gösterdi.
"Şimdi, sayın asistanım, işe koyulmanın tam sırası."
Birbirinden karmaşık iki adamla uğraşıyordum. Biri hayatımın bağlı olduğu bir görev, yani Tobias'tı. Diğeri ise hayatımı mahveden ancak aynı ölçüde hayatımı elinde tutan edepsiz, James'ti. Ve ben şimdiden bu karmaşanın içinde kayboluyordum.
*
Okulda geçen saatler sonrası yorgun düşüp, kitaplarımı da beraberimde sürükleyerek mahzene varmıştım. Bugün Lacivert'in ortalarda görünmeyişi dikkatimden kaçmamış olsa da, bu kadar işim arasında bir de onunla uğraşacak olmamak yararımaydı. Aslında çalışmaya okulda da devam edebilirdim ancak Tobias beni öyle delici gözlerle izliyordu ki, evden beklendiğimi söyleyerek, kafamı toparlayabileceğim bir ortamda çalışmanın daha verimli olacağına karar vermiştim.
Hışırtısı ile ortamdaki tek sesi yaratan çikolata paketini kenara çektim. Son kalan parçayı da ağzıma atarken, enerji sağlasın diye bitirdiğim iki paket çikolatanın bir işe yaramadığını düşündüm. Bugün kaçıncı kez yaptığımı bilmeden alnımı ovuşturduğumda, bu sefer ki ağrım içinde bulunduğum çaresizliktendi. Saat gece yarısına geliyordu ancak daha iki soru hazırlayabilmiştim. Bulmam gereken sekiz soru daha vardı ve Tobias'ın tarzında sorular sorabilmek için epeyce kafa patlatmam gerekiyordu.
Koltuğa neredeyse yapışan bedenimi kaldırarak kaslarımı gerdirdim. Bugün çok bilmiş geçinen Mike'dan yardım isteme zamanım gelmişti. Bir bardak su ile çikolatanın kuraklaştırdığı damağımı serinlettirdikten sonra Mike'ın odasına geçtim.
Odasının boş olduğunu görünce sıkıntıyla iç çektim. Kapısının önünde durup, telefondan numarasını tuşlayarak açmasını bekledim ancak cevap yoktu.
"Mike bu gece gelmeyecek." Arkamdan yükselen kadife ses telefonu elimden düşürmeme neden oldu. İçinde bulunduğum durumun çaresizliğiyle o kadar dolmuştum ki Edepsiz'den gelecek herhangi bir saldırıya karşı savunmasızdım. Yine de, ifadesiz durmaya çalışan ses tonunun altında yatan yorgunluk dikkatimi çekmişti. Aceleyle telefonu yerden kaldırmak için eğildiğimde çoktan yanıma varmış ve benden önce davranıp telefonumu uzatmıştı.
Cihazı almak için uzattığım elim, onunkine değdiği an ateşe dokunmuş gibi anında geri çektim. "Teşekkürler" diye mırıldandım. Ayrıca aniden yanımda belirişlerine vücudum istikrarlı tepkiler veremiyordu ve o anki ateş basması da bunlara bir örnekti.
"Her şey yolunda mı?" diye sorduğumda bir adım geriye çekilmiştim bile. Ancak bu sefer de görüş alanıma giren sıkı bedeni, dağınık saçları ve ruhumu görüyormuş gibi bakan lacivert gözleriyle dikkatimi dağıtıyordu. Cevap vermek yerine yakıcı bakışlarını dudaklarıma yönlendirdiğinde bir anlığına kaçmak istedim. Her defasında bu adamın hipnozu altına giriyordum.
Boğazımı temizleyerek devam ettim.
"Yani Mike iyi mi demek istedim."
"İyi." dedi ama ne gözleri az önceki odağından ayrıldı ne de ben bir adım kıpırdayabildim.
Sanki güçlü bir elektrik akımı tarafından çevrelenmiştik ve hareket edemiyorduk. Ancak bu senaryoda akımı yaratan elbette Edepsizdi, ben ise zavallı kurban.
"Ben yardımcı olabilirim." dediğinde az önceki akımdan ne ara kurtulmuştuk ve James'in sesi yine nasıl bu kadar ifadesizleşmişti anlamamıştım. Aslında ondaki bu ani rol değişimleri artık alışmam gerekiyordu. Yoksa kandırılmam içten bile değildi.
"Yardımcı olabilirim derken?" diye sordum ben de düz bir sesle.
Biraz önce aramızda açtığım mesafeyi kapatarak kokusunu solumamı sağladı. Ciğerlerim aldığım taze nefesle sersemlememe neden olsa da, ona bakmayı sürdürdüm.
"Donaldson için soru hazırlamıyor musun?" diye sorduğunda ses tonunun sertleştiğine yemin edebilirdim. Bu gerçeği gözlerinde çakan şimşeklerden de anlamak mümkündü. İfadesizliğinden bu derece ödün verebildiğine göre Tobias'dan gerçekten nefret ediyordu.
"Sen nereden biliyorsun ki?" dedim kaşlarımı çatarak. Ancak saçma bir soru sormuştum. O da bunu ima eder gibi düz bir şekilde bakmaya devam etti. Bana aptal muamelesi yapması sinirimi aşırı derecede bozarken, ters bir sesle "yardımına ihtiyacım yok" diyerek odama gitmek üzere arkamı döndüm.
Lacivert ben daha gözümü kırpmadan önümde belirmiş omuzlarımı kavramıştı. Nasıl bu kadar hızlı hareket ediyordu anlamıyordum.
"Donaldson'ın dersinde başarılı olman da görevinin bir parçası, istesen de istemesen de sabaha kadar benimle çalışıyorsun."
Sert bir tonla başladığı sözlerini sonlara doğru yumuşamıştı. Ani temasının verdiği heyecanla önce ses çıkarmasam da, bir kaç saniye sonra, öfkemi çağırmaya çalıştım.
"Tamam. Ama önce beni bırak." Bakışları öfkemden hiç de etkilenmemiş gibiydi ama yine de başını salladı.
Omuzlarımı saran ince parmaklarını gevşetti ancak son temasını burnunu saçlarıma sürterek gerçekleştirdi. Bu anlamsız hareketi, bedenimde de anlamsız bir heyecana yol açarken, zaman kaybetmeden odama ilerledim.
Zor bir gece beni bekliyordu.
James öncelikle hazırladığım iki sorudaki eksikleri gösterdi. Kalan sekiz sorudan altısını hızlı bir şekilde araştırarak not ettik ve böylece soruların yarısından çoğunu bitirmiş olduk. Ancak saatlerce çalışmamın sonucu olarak, enerjimin tamamen tükendiğini, kapanan gözlerimde parmaklarını gezdiren James'in ipeksi dokunuşlarıyla fark etmiştim. Onun karşısında böylesine savunmasız kalmaktan nefret etsem de, uykunun verdiği tatlı uyuşuklukla yapacak başka bir şeyim yok gibi hissediyordum. Böylesine nefret ettiğim birinin dokunuşlarının bu denli iyi hissettirmesinden daha lanet bir paradoks olamazdı. Ancak gerçek buydu. Dokunuşları ipekten yumuşaktı, şefkatin güvenli huzurundan tattırıyordu...
Gözlerim iyiden iyiye kapanırken belli belirsiz sesini duydum.
"Uyu Deirdre, gerekirse sonsuza kadar uyu. Yanımda uyu."
*
Gözlerini ovuştururak ana odaklanmaya çalıştı James. Yaklaşık bir aydır toplamda kaç saat uyumuştu? Otuz, kırk? En deliksiz uykusu Beren'in yanına bir hırsız gibi sızarak çaldığı dört saatlik huzurdan ibaretti. Geriye kalan tüm uykuları otuz dakikadan öteye geçememişti. Tüm kuvvetine rağmen vücudunun zayıf düştüğünü hissediyordu ancak, artık güçlü olmak umurunda bile değildi.
Bütün gece yasak cenneti hatırlatan kokusu o kadar yakınken, ona dokunma isteğiyle tutuşan ellerine hakim olmak konusunda hiç olmadığı kadar zorlanmıştı. Gece boyunca sıktığı dişleri, çenesinde kasılmaya yol açmış, aslında Beren'i şefkatiyle sarmak isterken, buz gibi bir görüntü ortaya çıkarmıştı.
Dağınık saçlarında parmaklarını gezdirerek sakinleşmeye çalıştı. Soğukkanlılığını korumak zorundaydı.
Tekrar saatine bakıp gözlerini üçgen odanın kapısına çevirdi. Mike dakik bir şekilde kapıdan girdiğinde gerginliği biraz olsun azaldı. Bu görevi ona vermek yerine kendi gitmek istese de Beren'i yalnız bırakamazdı. Zaten onu Donaldson'dan uzak tutmak için elinden geleni yapıyordu ancak tüm bunlar yeterli değildi.
James'e oranla daha iyi görünmesine rağmen oldukça yorgun olan genç adam kısa bir baş selamından sonra kendini koltuklardan birine attı.
"Frank ile görüştüm ancak haberler iç açıcı değil."
"Anlat." dedi dişlerini tekrar sıkmaya başlayarak.
"Fizyolojik olarak hiç bir problemi yok." dedi Mike alnını ovuşturarak. Cebinden çıkardığı mini çipi James'e uzatarak devam etti.
"Bunlar Frank'in çalışmaları. Çipte olası tüm senaryolar var ancak hiç biri Beren'e olanları açıklamıyor."
James olduğu yerden hızla ayrılarak odayı turlamaya başladı.
"Anlamıyorum!" diye bağırdı yumruklarını sıkarak.
"Tüm dünyanın neredeyse 30 yıl ilerisinde bir teknolojiye sahibiz ancak sevdiğim kadına ne olduğuna dair hiç bir fikrimiz yok mu?"
"Ya Jenny'nin mide muayenesi sırasında yaptığı testler? Kanında ya da vücudunun herhangi bir yerinde tek bir iz bile mi yok?"
James sakinleşmek için çok çaba harcasa da günlerdir süren kabusunun devam edeceğini bilmek ve yine çaresiz bir noktada hapsolmak tüm bedenini harekete geçirmişti.
"Lanet olsun!" dedi Mike'a dönerek.
"Bir şey söyle Mike!"
"Belki de," dedi Mike, sesi neredeyse çekingen çıkıyordu.
"Hatırlatma protokolünü uygulayabiliriz."
James acı bir inlemeyle kafasını kaldırdı.
"O protoköl Birlik'in hafızasını sildiği ajanlar için geçerli. Kaldı ki Beren'in hafızası silinmemiş, duyguları manipüle olmuş. Sanki biri sırf benden nefret etmesi için uğraşmış. Ona dokunduğumda bir an teslim olduğunu hissediyorum ama sonra bir şey devreye giriyor ve benden kaçmaya başlıyor."
Öfkeyle başını salladı.
"Bunu da lanet Donaldson'dan başka kimsenin yapacağını sanmıyorum!"
Mike, James'i sakinleştirmek için araya girdi.
"Elimizde kesin bir kanıt yok James. Adam o gece Türkiye'de bile değilmiş. Ayrıca tek iyi haber..." derken Mike bir an duraksadı.
James cevap beklediğini gösterir bir ifadeyle Mike'a baktı. Mesajı alan Mike kısa bir tereddütten sonra devam etti. "Kanında hamilelik hormonlarına da rastlanmadı. Böyle bir durumda, bu ihtimal onun için büyük bir travma olurdu."
Mike'ın onu rahatlatmak için yaptığı açıklama, James'in kalp atışlarını durdurdu. Aslında farklı bir beklentisi yoktu. Çocukları olmayacağından, Beren'e bunu veremeyeceğinden pek ala emindi ancak yine de her ihtimale karşı araştırılmasını istemişti. Şimdi zaten bildiği bu gerçek yıpranan sinirlerini artan öfkesine karşı savunmasız bırakmıştı.
Kontrolünü bir an için kaybetmeyen genç adam, öfkenin onu böylesine yönetmesine izin verdiğine, kapıda, kafası karışmış bir şekilde ona bakan genç kızı gördüğünde pişman oldu.
Öyle ki, onun kokusunu miller ötesinden duyabiliyorken, tüm algıları öfkesi tarafından ele geçirilmişti. Odadaki iki genç adam da bir anda kapıda beliren Beren'i gördüklerine şaşırmışlardı.
Genç kızın yeni uyandığı belliydi. Üzerinde James'in bir kaç saat önce ona giydirdiği kısa bir gecelik vardı. Onu fark ettiğinde James'in öfkesi yatıştı. Ancak yine de bu hali ile ortalarda dolanması kaşlarını çatmasına neden oldu.
Beren ise cevap bekliyordu.
"Neler oluyor? Kimin hamilelik hormonlarından bahsediyorsunuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lacivert - Safir - Amber
General FictionTıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek son ihtimal uluslararası bir ajanla karşılaşmaktır. Çok gizli bir örgüt için çalışan James Hunter içinse genç kadına ifşa olduğu anda, bu s...