Amber 3 | EĞİTİM

20.4K 1.3K 156
                                    

Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

AMBER 3. BÖLÜM

EĞİTİM


Fakülteden çıktığım anda derin nefesler aldım. Arabama ulaştım, ancak tek düşündüğüm bir an önce okuldan uzaklaşmaktı.  Kendime bir çeşit işkence yapıyor gibiydim. İçim daralıyordu,  nedenini bilmiyordum. Önce Tobias'ın odası, sonra amfi, şimdi de koca kampüse sığamıyordum. Edepsiz karşıma çıkmadan, onun o hastalıklı güzel yüzünü görmeden önce kaçmam gerekiyordu. Nefes alabildiğimden bile emin değildim.
Emir açık olduğu halde, mahzene gitmek yerine evime gittim. Bu fikre henüz tam olarak alışamamış olsam da, orası gerçekten benim evimdi, tamamen bana aitti. Evin yoluna yaklaşırken, yağmur damlaları arabamın ön camını kuşattı. Silecekleri çalıştırdım ve kısa sürede en hızlı forma ayarladım. Anlaşılan bu kuvvetli bir yağmur olacaktı.
Bahçeye girip arabayı park ettim. Açıkçası kapalı garajın uzaktan kumandası neredeydi bir fikrim yoktu. Lacivert orayı daha çok görev arabalarını saklamak için kullanıyordu. Günlük aracım dışarıdaki garajda oluyordu. Arabadan indim. Koşarak, ağaçların arasından eve girecektim ki, ne anlamı var ki diye düşündüm. Tekrar bahçeye döndüm. Yağmura karşı kollarımı açtım, gökyüzüne baktım. Milyonlarca damla aynı anda havada süzülürken onlar gibi özgür olmayı istedim. Nefes almaya çalıştım. Dişlerim birbirine çarpana, iliklerime kadar ıslanana kadar yağmur altında durdum. Sonunda eve girmeye karar verdiğimde ıslak bir fare gibiydim. Yerleri çamur yapmamak adına girişte üzerimde ne varsa çıkardım. İç çamaşırlarımla kalmıştım.
Evdeki ışık akşamın çöküşüyle beraber tamamen azalmıştı. Bir sakarlık yapmamak adına elektrik düğmesine uzandım. Birkaç deneme yaptım ama boş basıyordu. Yağmurdan dolayı elektrik gitmiş olmalıydı. Dikkatli adımlarla merdivenlere yöneldim. Odama çıkıp kuru bir şeyler giyer ardından mum arayabilirdim. Birkaç adım attım ve donakaldım. Karanlıkla bir siluet merdivenlerin ucunda oturuyordu. Kalbim ağzıma geldi. Çığlık atamayacak kadar korkmuştum.
"Korkma" dedi sakin bir sesle. "Benim."
Karanlıktaki beden  ayağa kalktı, daha fazla yaklaşınca burnum aldığım kokuyla kırıştı. Kokusunu bu kadar rahat ayırt edebilmem sinir bozucuydu.
"Beni korkudan öldürmeye mi çalışıyorsun?"  diye patladım. Kalbim hala delicesine atıyor, bir tehlike olmadığına inanmaya çalışıyordu. 
Öfkemden hiç etkilenmeyerek, yüzündeki ifadeyi korudu. Ardından birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattı. Fazlaca kapattı. Şimdi ona doğrulttuğun parmağım sert göğsüne çarpıyordu. Sıcak ve sert kasları da diyebilirdik. Neler saçmalıyordum? İçten içe kendime söylenerek, iki elimi yumruk yaptım ve göğsüne vurmak için harekete geçtim.
Öfkeyle kalkan yumruklarımı kolay bir hamleyle yakaladı ve iki elimi de tek eliyle kontrolü altına aldı.
Kızaran gözlerim kocaman açılırken onun ne kadar güçlü olduğunu aklımdan çıkardığımı fark ettim. Bana yapabilecekleri tahminlerin bile dışındaydı. Hem heyecan hem de korkuyla yüzüne baktım. Lacivert gözleri bakışlarımdan bir şey çıkarmaya çalışır gibi yüzümü tarıyordu.
Tek eli hala yumruklarımın üzerindeydi ve çok sıcaktı. Elleri gerçekten çok sıcaktı.
Yüz hatlarındaki yumuşaklığa hayretle baktım. Çenesinin kasılmasını ya da yaptığım hareket karşısında beni cezalandırmasını beklerken boşta olan sağ kolunu kımıldattı. Yumruklarım altında kalan kaslarının ahenkli hareketini hissettim.
Lacivert ceketinin bir kolunu çıkardıktan sonra yumruklarımı diğer eline emanet ederek ceketi tamamen kollarından sıyırdı. Son derece estetik bir şekilde havalandırdığı ceket ile omuzlarımı örttü.
Yavaşça yumruklarımdaki baskıyı hafifleterek ellerimi serbest bıraktığında, engel olmak yerine şaşkın bir şekilde onu izlemeye devam ediyordum. Ceketin yakalarından nazikçe tutarak açıkta kalan tenimin kapanmasını sağladığında hafifçe eğildi.
"Üşümüşsün." dedi kısık sesiyle. Sanki az önce ona öfkeyle bağırmamışım, hiçbir şey olmamış gibi bana ceketini sunuyordu. Bir şey söylemek için dudaklarımı araladım ancak "şşttt" diyerek bir parmağını dudaklarıma değdirdi. Dokunuşuyla tüm tüylerim ayağa kalktı.
Ürperdim. Kanım tersinden akmaya başlamıştı sanki, ters giden bir şeyler vardı.
"Sıcak bir duş alıp gel. Seni burada bekliyorum. Konuşmamız gerekiyor."
Ağzımı tekrar açtım ama konuşamadım. Sanki dudaklarıma gizli bir fermuar çekilmişti. Derin ve öfkeli bir nefes alıp hiçbir şey demeden arkamı döndüm. Odama girip banyoya kendimi attığım gibi ceketini kollarımdan sıyırdım.
Çöp kutusuna yöneldiğimde ceketten gelen kokunun o kadar da kötü olmadığını düşündüm . Bir anlık merakla ceketi burnuma götürdüm. Taze, ferah ama burnumun kırışmasına neden olan bir kokuydu. Değişik bir koku. Bunun üzerine neden bu kadar düşündüğüme kızıp  ceketi askılığa astım. Belki iade ederdim.
Sıcak bir duş alıp kendime geldiğimde her şey daha net gibi gözükmeye başladı. Lacivert'in aklımı okuma gibi bir yeteneği mi vardı bilmiyordum ama her adımımı tahmin ettiği aşikardı. Beni bu kadar kolayca, açık bir kitap gibi okumasına ayrıca sinir olurken, üzerime rahat bir şeyler giyip, saçlarımı kurutmadan aşağıya indim.
Son zamanlarda öfkeyle ilgili bir problemim vardı sanırım. Bunun nedeni Edepsiz'in her yerden çıkıyor olması da olabilirdi.
Yavaş adımlarla merdivenleri inerken gözlerimle salonu kontrol ettim. Orada görünmüyordu. Kısa bir incelemeden sonra verandada oturduğunu fark ettim. Mutfak kapısını ve ardından da sinekliği açarak ev terliklerimle dışarı çıktım.
Göz göze geldiğimizde baştan aşağı süzüldüğümü hissettim. Yanaklarım kızarınca burnumdan sabırsız bir nefes alarak yanına oturdum. Ona bu şekilde tepkiler vermek istemiyordum.
"Evet," diye başladım kollarımı birbirine dolayarak.
"Seni dinliyorum."
"Yine üşüteceksin, istersen içeri girelim." dediğinde kafamı eğerek 'ciddi misin? der gibi baktım.
"Konumuza dönelim." Sesim hissettiğim kadar öfkeli çıkmasa da, mesajımı anlamak ister gibi lacivertleri uzun bir süre yüzümde takılı kaldı. Ellerini saçlarından geçirerek, alnına düşen tutamları geriye attı.
"Burayı sevdiğini ve burada olmak istediğini biliyorum ancak yeni görev dağılımından sonra burada kalamayız."
Sakince söyledikleri karşısında itirazım hazırdı.
"Burada seninle kalacağımı kim söyledi ki? Sen mahzene geri dönebilirsin."
Birkaç saniye boyunca rahatsız edici bakışlarını üzerimde tutarak, cevap vermedi.  Ardından ifadesini koruyarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Mahzene geri dönüyorum ancak seninle beraber Beren. Bu konu güvenliğimiz için ve tartışmaya açık değil."
"Ama," diye başlattığım sözümü keserek ayağa kalktı. Oturduğum koltuğun arkasından geçerken elini saçlarımdan geçirerek sıcak parmaklarını ensemde kaydırdı. Beklemediğim hareketi karşısında delicesine ürpersem de, dokunuşunun verdiği enerjiyle, neredeyse bir kedi gibi mırlayacaktım. Parmaklarındaki sıcaklık dokunduğu noktalarda ani bir rahatlama yaratıyordu. Bedenim kısa bir sürede gevşerken saçlarımı okşasa nasıl olur diye düşündüm ama anında bu düşünceyi şiddetle uzaklaştırdım. Zihnim bu eylemimi onaylar gibi kendime gelmemi sağladı.
Saniyeler sonra boynumu çekmeyi akıl ettiğimde, ona karşı bu zayıflığa sahip olmaktan nefret ettim. Dokunuşları adeta zehirliydi.
Lacivert, az önce yaptığından eser olmayan bir tavırla ekledi.
"İçeri girelim, hasta olmanı istemeyiz. Gerekli eşyalarını alana kadar bekliyorum."
Öfke ve karmaşanın hakim olduğu çaresizliğim eşliğinde ayağa kalktım. Neden tepki göstermemiş ya da kendimi anında geri çekememiştim? Hem ne hakla bana dokunurdu?
Temasıyla adeta kendimden geçiyordum. Belki bunun da bir açıklaması vardı. Yeteneklerindeki olağanüstülük dokuşunda da vardı ve bunu istediği her kadına yapabiliyordu. Bu varsayım nedensiz bir şekilde beni mutsuz ederken gerçekten bir nedene ihtiyacım olduğunu düşündüm. Böyle devam ederse beni parmağında oynatacaktı ve Edepsiz'in oyununa gelmek istemiyordum.
Alnımı ovuşturduktan sonra içeri girdim ve odama çıktım. Yağmurun esintisiyle buz gibi olan saçlarımı hızlıca kurutarak gerekli eşyalarımı tekrar topladım. Mahzene gitmek istemiyordum ancak Edepsiz'in gerekirse beni omzuna alıp kaçıracağından da adım gibi emindim. Kontrol her zaman onda olmalıydı!
**

Mahzende,  odamda uyandığımda saat sabah 8'i gösteriyordu. Rahat yatakta uykumu almış ve dinlemiş bir vaziyetteydim. İyice gerilerek, esnedim.
Artık odamda istediğim gibi hareket edebiliyordum çünkü Edepsiz ile aynı odada değildim. Bir yerden çıkacak diye korkmama gerek yoktu. Bu düşünceyle, midemin kasıldığını hissettim. Her nasılsa, onunla ilgili her düşüncem çıkmaza giriyor gibiydi. En mantıklısı onu zihnimden uzak tutmaktı.
Banyodaki işlerimi halledip, yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki görüntüme baktım. Son görevden dönüş halime nazaran daha iyi görünüyordum ancak ten rengim hala bir ton açık gibiydi.
Pijamalarımı değiştirmek üzere banyodan çıktım. Eminim isolaterların pijama giymek gibi bir adeti yoktu ama işte alışkanlıklar kolay bırakılmıyordu. Üstümün düğmelerini açmaya hazırlanırken mutfaktan gelen sesle irkilerek kafamı kaldırdım.
Mutfak tezgahımın önünde öylece duran yabancı ile gözlerimiz kesişti. Varlığı karşısında gözlerim büyüdü ancak o da beni görmeyi beklemiyor gibiydi. En az benim kadar şaşkındı.
Hızla yer değiştiren düşüncelerim arasından, ilk anda bu yabancının James olduğunu ve beden değiştirerek, bana yine bir çeşit oyun oynadığını düşünmüştüm. Ama adamın gözleri umduğumun aksine lacivert değil, çok parlak bir maviydi.
Birkaç saniye süren sessizlikten sonra karşımdaki yabancı elinde tuttuğu bardağı yavaşça tezgaha bıraktı. Tam odamda ne aradığını sormaya hazırlanıyordum ki, konuşmaya başladı.
"Sanırım odaları karıştırdım. Yanlış yerdeyim." Ellerini havaya kaldırarak masumum ifadesine bürününce bir adım ona doğru ilerledim.

Bu adam kimdi ve buradaki odaları hangi nedenle karıştırmış olabilirdi ki? Yani mahzenden bahsediyorduk, otel odası karıştırmak gibi değildi bu. Hissettiğim rahatsızlıkla etrafa bakınmaya, kendimi korumak adına işe yarayacak bir şey aramaya başladım. Karşımdaki tereddütümü hissetmiş olacak ki konuşmasını sürdürdü.
"Ben David. Sen de Beren olmalısın. Eğitimine yardımcı olmam için beni Frank görevlendirdi. James'in durumu idare ederken zorlanabileceğini düşündü."

Bakışlarım hızla tekrar ona döndü.

"Ya -yani.." dedim şuursuzca. Bahsettiği şey imkansız gibi geliyordu.

"Yani durumdan haberim var."

Mavi gözlerinde yalan söylediğine dair bir iz aradım ancak bulamadım. Yine de tereddüdümü fark ederek konuşmaya devam etti.

"Merak etme, sırrınız ben de güvende. Zaten James ile görüştük. Odamın hazır olduğunu söyledi ama sanırım kapı renklerini karıştırdım."

Bunu söylerken kaşlarını kaldırmış yüzü oldukça sempatik bir hal almıştı. Bu haliyle Edepsiz gibi soğuk biri olmadığını anlamış oldum. Ayrıca sergilediği mahcup tavırlar da utanma duygusuna sahip olduğunu gösteriyordu.

Edepsiz Lacivert'te bundan gram yoktu. Yine ona kayan düşüncelerimi konuşması böldü.

"Ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Zaten eğitimlerde sık sık görüşeceğiz."
Sadece kafamı sallayarak onu onayladım. Odadan çıkarken hala şaşkın bir şekilde yeni ekip üyesinin arkasından bakıyordum. Geniş omuzları vardı. Lacivert'ten biraz daha kısaydı ancak onun gibi kumraldı. Yaş olarak da Edepsiz'den çok büyük olamazdı.
Kendimi toparlayıp tekrar banyoya girdim. Artık gerçeği sadece James, Mike ve Frank değil bir de David denen bu adam biliyordu. Bunun bir sorun olmaması için içten içe dua etmeye başladım. Tek istediğim normal bir hayata kavuşmaktı. Sırrımı bilen insan çoğaldıkça bu hayalden uzaklaştığımı hissediyordum.
Uzun bir duştan sonra giyinip biraz da makyaj yaptım. Aynadaki yansımamı görünce, görüntümden memnun kalmıştım.Banyodan çıkarken Lacivert'in odaya giriyor olduğunu gördüm. Üzerinde sadece salaş eşofmanı olmasına rağmen asaleti inanılmazdı. Dağılmış saçları yine alnına düşmüştü. Lacivert gözleri durgundu.
Oldukça iyi ve çarpıcı görünüyordu.
Onu aniden karşımda görünce kalbim hızlanmaya başladı. Korkudan olmalıydı. Kendimi hızlıca toparladım.
"Şu kapıyı çalmayı ne zaman öğreneceksin?"
Sorum karşılığında dümdüz sesi duyuldu.
"Uzun süre çaldım ama duymadın."
Doğru söylüyor olabilirdi. Pek ala su sesinden duymamış olabilirdim. Ben sessiz kalınca başını hafifçe yana doğru eğerek konuşmaya devam etti. Yüzünde eğlendiğini gösteren bir ifade olmasa da benimle oynadığını düşünüyordum.
"David'le tanışmışsınız."
Bunu neden söylediğini anlamasam da ben de aynı ifadesiz tonla cevap verdim.
"Evet, sabah yanlışlıkla benim odama girmiş."
Tek kaşı havalandı.
"O sırada sen ne yapıyordun?"
Ne biçim soruydu bu böyle. Lacivert böyle şeyleri merak edecek biri değildi. Sorusuna şaşırdığımı belli etmeyip üzerine gitmeye karar verdim.
"Banyoya girmek üzere üzerimi çıkarıyordum."
Ne de olsa çıplaklık işini çok abarttığımdan bahsedip duran oydu. Onu neden ilgilendirsindi ki?
Gözlerini hafifçe kısarak yüzüme bakmaya devam etti. İfademde bir şey arıyor gibiydi.
Kızarıklık? Utanma? Ya da başka bir şey. Ama ben beklediği tepkiyi göstermeyince, düz konuşmasına devam etti.
"Eğitimine başlayacağız. Öğleye kadar benimle çalışacaksın. Akşam da David ile."
"Ne eğitimi?" Diye sordum kaşlarımı çatarak.
Bu soruyu sormamışım gibi konuşmaya devam etti.
"Üstündekiler uygun değil. Eğitime uygun kıyafetler giy, kırmızı odada bekliyorum."
"Emrin olur." Mırıldanarak söylemiştim. Lacivert hiç duymamış gibi yaparak odadan çıktı. Çıkarken yumruklarını sıktığını fark etmiştim. 'Merak etme Edepsiz' diye söylendim arkasından 'ben de senden hiç haz etmiyorum.'
Hemen bir tost yaparak açlığımı yatıştırdım. Guruldayan bir mideyle James'in yanına gitmek gibi bir niyetim yoktu. Az önce üzerindeki kıyafetlere bakılırsa kendimi savunma eğitimi verecekti. Hazır olduğumda üzerimde tayt ve sporcu atleti vardı. Aynada son halimi kontrol ederken çekmeceden lastik bir toka kapıp saçlarımı at kuyruğu yaptım. Sanırım ilk ders için hazır sayılırdım.
Kırmızı odaya ilerlerken adımlarım yavaştı. Nihayet kapıyı araladığımda James duvara yaslanmış dalgın bir edayla beni bekliyordu. Üzerinde eşofmandan başka bir şey olmaması sinirimi bozdu. Mahzenin ilk günlerindeki rahat havasına geri dönmüştük. Görüntü karşısında bakışlarımı kaçırdım. Uzun süredir beraber olsak da onun kaslı gövdesine bakarken rahat ettiğim söylenemezdi. Kapıdan girmeme rağmen başını kaldırmadı. Arkasını dönerek yürümeye başladı.
Yutkunarak peşinden gittim. Bu kadar cissi olması sinirlerimi germişti. Gözüm istemeden de olsa sırtındaki kesik izine kaydı. Birçok izi olmasına rağmen, vücudunda gözü rahatsız eden tek bir detay yoktu. Aksine yaraları güçlü bedeniyle o kadar büyük bir uyum içindeydi ki, hayran olmamak elde değildi. Elbette hayran olmayacaktım. Gözlerimi başka bir tarafa çevirerek, onu takip etmeye devam ettim.

Köşe şeklindeki gizli kapının önünde durdu ve bana bakmadan konuştu.

"Tüm parmakların değecek şekilde kapıya dokun."
Önce ne dediğini anlamadım ve yüzüne baktım. Gözlerimiz kesiştiğinde yaşadığım tereddütü anladı.
Derin bir nefes aldı ve bileğimden yavaşça tutarak tüm parmaklarımı kapının üzerine sabitledi. Bunu yaparken onun eli de benimkinin üzerine kapanmıştı. Kocaman eli altında kaybolan elimi görünce nedense gülümsemek istedim. Eli yine çok sıcaktı. Bir an gözlerim yüzüne kaydığında yüzünü buruşturduğunu gördüm. Tepkisiz Lacivert'ten beklenmeyecek bir hareketti bu. Tereddütüm yüzünden öfkelenmiş olabilir miydi? Ya da elimi daha elimi bile kapıya koymayı beceremediğim için benimle daha çok işi olduğunu düşünüyor olabilirdi.
Neyseki kapı ortadan ikiye ayrılarak açıldı ve dikkatim dağıldı.
Gizli kapıları artık ben de açabiliyordum!
İçimde oluşan küçük sevinç kıvılcımı Edepsiz'in bana dümdüz bir ifadeyle bakmasıyla son buldu. Normalde bana iyi davranmasını beklemiyordum ancak dün geceden sonra devamlı değişen davranışları canımı sıkıyordu.
"Acele et."
Sesi her zamanki gibi düzdü ama içindeki imayı anlamıştım. Bu kadar katı olmasının nedenini anlamamakla birlikte canımı yakmasına da izin veriyor gibiydim. Duygusallaşmaya başladığım için kendime de kızdım. Silkelenip kendime gelmem lazımdı. Onun yüzünden üzülmeyecektim.

Koridorda bir süre ilerledikten sonra devasa beyaz bir odaya girdik. Odanın bomboş olduğunu görünce kısa bir şaşkınlık yaşayarak etrafıma bakındım. James ne bir şey söylüyor ne de bana bakıyordu.
"Bu boş oda da mı çalışacağız?"
Yavaşça başını bana doğru çevirdi. Yine ifadesini maskelemiş, aklından geçenleri okuması imkansız hale getirmişti. Bir süre düşündükten sonra ses tonu biraz daha yumuşamış bir şekilde konuşmaya başladı.
"Bu eğitim senin için zor olacak. Devam edemeyeceğini düşündüğün anda hemen söylemeni istiyorum."
Gözlerimi tekrar odada gezdirdim. Oda bomboştu. Herhangi bir alet yoktu. Ne eğitiminden bahsediyordu anlamış değildim.
Odayla aramdaki şaşkın bakışmayı, oldukça yakınıma gelerek bozdu.
Vücudunun sıcaklığını hissedebileceğim kadar yakındık. Geri adım atma ihtiyacı duysam da yerimden kıpırdamadım.
Daha yumuşak bir şekilde sordu.
"Anladın mı?"
"Evet." Diye onayladım. Boğazım mı kurumuştu? Gerginliktendi.

"İlk olarak dayanma gününü ölçeceğim. Buna bağlı olarak tekniğini geliştirmeye çalışacağız. Bu süreçte duyularının da güçlenmesi çok önemli."

Kafamı sallayarak dinledim. Gözüm hala boş odadaydı. Kafamı ona çevirdiğimde beni izliyordu fakat ona baktığım anda bakışları değişti, ve o da benim gibi gözlerini boş odaya çevirdi.

"Jenny, bir numaralı simülasyonu başlat."

"Başlatılıyor Bay Hunter."

Boş oda şimdi anlam kazanmaya başlamıştı.

Ortam bambaşka bir boyut alırken terkedilmiş depo benzeri bir mekana dönüşmüştü. Tavanda paslanmış boruların oluşturduğu yoğun bir boru hattı vardı ve tüm depo boyunca ağır olduğunu tahmin ettiğim demir konteynırlar üst üste dizilmişti.
Burada ne yapacağımı bilmiyordum ancak genel olarak ürkütücü görünüyordu . Konteynırların konumu depoya bir çeşit labirent görünümü vermişti.

Lacivert odanın en köşesine geçti. Bu sefer dikkatle beni izliyordu.
Etrafı tamamen inceledikten sonra ona döndüm.
Kafasını indirerek başla komutunu verdi.
Anlamayan gözlerle önüme döndüm. Neye başlayacaktım ki?
Derken konteynırlardan biri gürültüyle parçalara ayrıldı ve tek parçası üzerime düşer gibi oldu. Çığlığı basarak yaşadığım şokla kendimi kurtarmak için yana atıldım.

Az önce kafamda canlandırdığım labirent şimdi gerçek olmuştu. Düşen konteynır girişi kapatmıştı. Şimdi kapana kısılmıştım ve Lacivert'i göremiyordum.
Bir an ona seslenmek istesem de bu acizliği göstermekten vazgeçtim. Kafamı çalıştırıp buradan kurtulmalıydım.
Dar labirentte demir konteynırlardan başka bir şey yoktu. Bir tanesini ittirmeyi denedim ama çok ağırdı. Yerinden oynatamadım bile. Yukarı çıkıp borulara tırmanmayı deneyebilirdim ama hem sağlam görünmüyorlardı hem de yükseklik korkum buna engel oluyordu.
Düşüncemi çatırdama sesleriyle teker teker aşağı düşmeye başlayan tavandaki borular böldü. Sanki ne düşünsem bana saldırı şeklinde geri dönüyordu. Koşmaya başladım. Labirentin içinde hızla ilerlerken düşmeye devam eden borular da beni takip ediyordu. Bir boru omzuma isabet ettiğimde acıyla inledim.
Ortam simülasyon olsa da, acı gerçekti. Ciğerlerim yanana kadar koştum, borular yüksek sesle çatırdayarak zemine inmeye devam ediyor, düşünmeye vaktim kalmıyordu.

Koştukça nefesimin azaldığını hissetsem de başka şansım yoktu. Yere devrilen borular güçlü bir sesle kırılıyor, havaya savrulan parçaları sırtıma ve bacaklarıma çarpıyordu. Bir yandan kollarımı başıma sararak, kafamı korumaya gayret ediyordum.
Nefesimin sonlarına gelirken, labirentin de sonuna geldiğimi fark ettim. Önümde beliren kırmızı taşlardan örülmüş duvar labirentin bittiğini haber veriyordu.
Duvarın önünde durmak zorunda kaldım. Titreyen dizlerimin üzerine çöktüm. Nefesim ciğerlerimi parçalıyor gibiydi. Arkamdan düşmeye devam eden boruların birkaç saniye önüne geçmiş olsam da, yıkımın bana ulaşması  meselesiydi. Soluklarımı düzene sokmaya çalışarak düşünmek için çabaladım.
Ama artık çok geçti. Gözlerimi korkuyla tavana çevirdim. Boruların çözülme sesleri kulağımı işgal etti. Üzerime düştüklerinde hissedeceğim acı boğazımda bir çığlığın korkuyla patlamasına neden oldu.
"James!" diye bağırdığımda gözlerimi çoktan kapatmıştım.
Tüm vücudumu sıkarak, hissedeceğim acı karşısında durmaya çalıştım. Ancak herhangi bir şey hissetmedim.

Sıkıca kapadığım gözlerimi araladığımda James yanımdaydı. Depo kaybolmuş, yine o bembeyaz büyük odaya geri dönmüştük.
James ifadesizliğini koruyarak elini uzattı. Yardımını kabul edip, elini tutarak ayağa kalktım. Üzerine boru düşen kolumu hareket ettirdim. Ancak acı yoktu. Simülasyon bittiği anda acı da kaybolmuştu.
Kafamı kaldırıp Lacivert'in yüzüne baktığımda bir tutam endişe görür gibi oldum ama bu ifade saniyesinde kayboldu. Onun yerine acıyan omzumun üzerinde ritmik bir şekilde hareket eden ince parmağı dikkatimi çekti. Eli ne zaman omzumu sarmıştı bir fikrim yoktu. Zaten o da bunu bilinçsizce yapıyor gibiydi. Ancak iyi hissettiriyordu. Parmağı yavaş yavaş omzumun üzerinden çekilirken içimi tarif edilmesi güç bir his kapladı. Bir iki adım gerileyip yüzüne baktım.
"Bu mu eğitim?" diye sordum. Hala nefes nefeseydim.

"Bu daha başlangıç." Diye cevapladı. "Oradan kendi başına çıkana kadar simülasyonu tekrarlayacağız." Duygusuz bir eğitmen edasıyla söylediklerini sinirime dokundu.

"Ama nasıl çıkacağımı söylemedin ki!?"
"Bunu zaten senin bulman gerekiyor."
Sesindeki ifadesizlik beni gerçekten deli ediyordu.
"James bu çok saçma."dedim ellerimi kaldırarak.
Söylediğimi hiç duymamış gibi konuşmaya başladı.
"Jenny bir numaraları simülasyonu tekrar başlat."

İtiraz etmeye hazırlanırken James çoktan yanımdan ayrılmıştı ve kendimi koşarken bulmuştum.


Bu şekilde iki kere daha simülasyonu başarısız tamamladım. İkincisinde üzerime konteynır düşüyor gibi olacakken bitti, sonrasındakinde ise borulara tırmanırken dengemi kaybederek düştüm. Aslında son denememde yükseklik korkumu yenerek borulara tırmandığım için başarılı olacağımı düşünmüştüm ama yine de olmamıştı.
Her denemede aynı korkuyu yaşamıştım. James her defasında yanıma gelip beni kaldırmış yüzünde sempati mi yoksa tiksintiye karışmış bir acı mı olduğunu anlamlandıramadığım bir ifadeyle eğitime devam etmişti.

Dördüncü denemeye başlamadan onu durdurdum.

"James ben sizin gibi değilim. Yapamıyorum." Konuşacak kadar nefesim kalmamıştı. Çok yorulmuştum. Hatta ayakta duracak bile halim yoktu. Lacivert bana kıdemli bir askeriymişim gibi davranıyor tek bir acıma ifadesi göstermiyordu. Sorun şu ki ben onlar gibi yetenekli ya da eğitimli değildim.

Daha fazla dayanamayıp popumun üstüne oturdum. Dizlerimi kendime çekip bir nevi isyan moduna geçtim.
Lacivert kesin kızacaktı. Ama şuan kendimi gerçekten güçsüz hissediyordum. Ancak o beni şaşırtarak benimle aynı seviyeye gelecek şekilde çömeldi. Eğdiğim kafamı çenemden tutarak ona bakmamı sağladı.

"Yapabileceğine inanmıyorum Beren, bunu biliyorum. Yalnızca kafanı boşaltıp, kendine inanman lazım." Gözlerimin içine sanki tüm ruhumu görüyor gibi bakıyordu. Dokunuşundan kaçmak istesem de, söyleyeceklerini merak ediyordum.

"Oraya gittiğinde sadece kurtulmayı düşün. Hiçbir detaya takılma. Gerisini çözeceksin."

Tekrar ellerimden tutup ayağa kaldırdı. Hala yorgun olmama rağmen kalkmayı başardım.

Lacivert simülasyonu tekrar çalıştırdığında bu sefer acele etmedim. Zihnimi boşaltıp sadece ortamdaki objelere odaklandım. Bu sırada diğer denemelerimden aldığım dersle herhangi bir hamle için plan yapmadım. Koşmaya başlamak yerine dikkatle incelemeye başladım.

Direkt çözüme gitmektense önce içinde bulunduğum denklemi kafamda kurmaya çalıştım. Buradan çıkış için herhangi bir aletim yoktu. Kullanmayı isteyebileceğim yollar bana tuzak olarak geri dönüyordu.

Tüm bunlar buradan çıkış olmadığını gösterse de aslında olduğunu biliyordum. Tekrar koşmaya başladım ama bu sefer üzerime yıkılan depodan kaçmak için değil; zihnimi boşaltarak, kafamda kurduğum denklemin parçasını bulmak için koştum.

Dördüncü keredir birçok kez turladığım labirentin her yeri aynıydı. Sonunda kırmızı taştan duvara ulaştığımda herhangi bir kapı da belirmedi.

Ani bir kararla konteynırları saymaya başladım. Önceki denemelerimde fark etmesem de konteynırların dizilişinde bir farklılık vardı. Daha önce canımı kurtarma çabasında olduğum için dikkatimi çekmemişti.
Konteynırların eski düzeneğini zihnimde yapboz parçası gibi yerlerine oturttuğumda, hepsi birer birer kaybolmaya başladılar. Çözüm çıkış bulmak değil, önümde duran gerçeği görebilmekteydi. Denklemin bu kadar basit olması karşısında ağzım açık kalmıştı. İki saattir boşuna koşuyordum.

Tüm simülasyon kaybolduğunda aynı yerde bekleyen Lacivert'i gördüm. Gözlerinde gurur mu vardı yoksa bana mı öyle gelmişti?

Yanıma geldiğinde yine suratsız ifadesine bürünmüştü. Terden alnıma yapışan saçlarımı geriye atarak derin bir nefes aldım.

"Daha kötüleri de olacak değil mi?"
Bu soruyu beklemiyor gibiydi. İfadesi bir nebze olsun yumuşadı.
"Hayır dersem yalan söylemiş olurum ama bugünlük simülasyon eğitimin bu kadar. Akşam David ile çalışacaksın. Hazır olduğunda aynı eğitimi sahada gerçekleştireceğiz."

Söylediği şeyler karşısında kendimi gerçekten Birlik'e ait gibi hissetsem de aslında değildim.
"James, bu eğitimleri almamın bir anlamı yok biliyorsun değil mi? Sizlerden biri olmak gibi bir niyetim yok. Ayrıca senin şu anki görevin bittiğinde gideceğim. Bana söz verdin unuttun mu?"
Koyu gölgeler güzel gözlerini tekrar işgal etti.
"Unutmadım ancak, güvenliğin için bizden biri gibi görünmelisin. Ayrıca bu aldığın eğitimler hayatın boyunca başının çaresine rahatça bakmanı sağlayacak."
İma ettiği şeyi anlamam uzun sürmedi. Çetin'den bahsediyordu. Bu zamana kadar kendimi koruyamayışımdan...
Yüzümdeki oluşan ifadeyi görür görmez, konuşmaya devam etti.
"Amacım seni üzmek değil, sadece zarar görmeni istemiyorum." Bu güzel sözleri o kadar ifadesiz söylüyordu ki gerçeklik payı tartışılırdı. Ama Lacivert'in bana yalan söyleme zahmetine girmeyeceğini bildiğim için sadece bana nasıl davranacağı konusunda sıkışıp kaldığını anladım.

"Peki." diyebildim cevap olarak.
"İşimiz bittiyse odama gitmek istiyorum."
Cevap vermek yerine bir adım yana kaydı ve gidebilirsin demeye getirdi. Vakit kaybetmeden çıkışa yöneldim. İçimde yer etmiş heyecan kıpırtılarının artık  gizli kapı erişimleri yetkilerine sahip olmama yordum. Kesinlikle arkama dönüp can alıcı Lacivert'e bakmak istemiyordum. Kesinlikle.

Lacivert  - Safir - AmberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin