Amber 5 | MILEN

20.6K 1.2K 202
                                    

Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr


AMBER 5. BÖLÜM
MILEN

Kahvaltıdan sonra sarsak adımlarla kırmızı odaya yöneldim. Gece boyunca uyanınca hatırlamadığım kabuslar görmüştüm ve güne gergin başlamıştım. Şimdi ise sevgili ekip liderimizin emriyle acil bir toplantıya gitmek üzere ayaklarımı bana itaat etmeleri konusunda ikna etmeye çabalıyordum.

Odaya girdiğim anda dev ekranların önünde oturan Mike bana dönerek gülümsedi.
"Günaydın fıstık!"
"Günaydın." dedim neşeden yoksun bir sesle.
Ardından istem dışı esneyince Mike'ın gülümsemesi genişledi.
"Birileri uykusunu alamamış anlaşılan."
Baygın bakışlarımı Mike'ın üzerinde tutarak tekrar esnedim.
"Seninle uğraşacak enerjim yok Mike, tüm gece burada ve ayaktaydım."
"Tamam işte, mahzende de gece yapılacak bir şeyler bulunabilir." Sırıtışı çirkin bir boyut almıştı.
Yüzümü buruşturarak imasından ne kadar iğrendiğimi göstermeye çalışırken kapı açıldı ve içeri Sofia ile suratsız Edepsiz girdi.
Mike pis pis sırıtmaya devam ederek James'e baksana, düşündüğü tepkiyi elde edememişti. Lacivert'in yüzü her zamanki gibi duvardan farksızdı. Yakışıklı bir duvar.
Mutsuz ifademi koruyarak, ikisi arasında dönen bakışlarımı Sofia'ya çevirdim.
Üzerinde mini siyah bir şort ile göbeğini açıkta bırakan salaş kısa kollu bir bluz vardı. Bense gri tayt ve mavi bir tişört giymeyi uygun bulmuştum. Mahzende bu kadar özenli giyinmesine anlam veremesem de güzel göründüğü açık bir gerçekti.
Onu incelediğimi anlamış gibi sıcak bir şekilde göz kırptı. Ben de aynı şekilde karşılık vererek bakışlarımı dev ekranlara çevirdim.

Gözlerim ekranların önüne geçen Edepsiz'e kaydığında, ilk fark ettiğim ekrandan yansıyan parlak ışıkların yüzünü nasıl olağanüstü gösterdiğiydi. Işıklar yüzünde adeta dans ediyor, güzel çehresini muhteşem bir illüzyon gösterisine çeviriyordu. Böylesine çorak bir ruhun bu kadar güzel olması adil değildi.

"Pekala," diye böldü düşüncelerimi ahenkli sesi. Adamın sesi bile o kadar etkileyiciydi ki, bu kadar başarılı bir ajan olmak için çok uğraşmasına gerek olmadığını düşündüm ve bu gerçek ona daha çok öfkelenmeme neden oldu.
"Bu gece önemli bir görevimiz var, normal koşullarda Sofia ile gideceğimiz bir görevdi ancak Sofia'nın bugün merkez üstte olması gerekiyor. O yüzden bu görevde partnerim sen olacaksın Beren."
Bunu söylerken yüzüme bakmak yerine ekranlara bakmaya devam ediyordu.
Benimle göz teması kurmuyor olması canımı o kadar sıktı ki, yumruklarımı öfkeden hazır hale getirdim.
"Mike, sen de görev boyunca bize destek olacak, her adımımızı izleyeceksin."
"Tamamdır" dedi Mike ciddiyete bürünerek.
"Görev tanımlaması?" dedim ürkek bir sesle. Doğru kelimeleri kullanıp kullanmadığımdan bile emin değildim. Profesyonel olmaya çalışsam da korkuyordum. Hem Lacivert'in yanında hata yapmaktan, hem de işleri batırmaktan korkuyordum.
James'den önce davranarak cevap veren Sofia oldu. Bana oldukça sıcak davrandığı için bu duruma sevinmiştim bile.
"Aslında en eğlenceli görevlerden birine gidiyorsun." Dedi göz kırparak.
"Tek yapman gereken, muhteşem görünmek ve James'in koluna girerek etrafa gülümsemek."
Doğru duyduğuma emin olamayarak kaşlarımı çattım.
"Anlayamadım?"diye cevap verdim gergin bir sesle.
Ardından James'in dümdüz sesi duyuldu.
"Bu akşam T.J. Allen kimliğimle bir davete katılacağım,  sen de partnerim olarak yanımda olacaksın. Herhangi bir aksilik olması riskine karşılık Mike arka planda bizi destekleyecek."
"Peki görevin amacı nedir?" diye sordum dilime hakim olmayarak.
Edepsiz Lacivert ilk defa bakışlarını bana çevirdi ve anlamsız bir korkuyla kalp atışlarım hızlanmaya başladı.
"Bu benim yeni görevimle ilgili, izlemem gereken hedefler var ve bu gece onları yakın takibe almam için iyi bir fırsat. Görev için ihtiyacın olan her şeyi Jenny hazır edecektir. Ekstra bir ihtiyacın olursa bana bildirebilirsin."
Dudaklarından çıkan her kelime özenle sarf edilmiş gibiydi. Kendimi dudak haraketlerini izlerken bulunca hızlıca toparlandım.
"Anladım."
Tekrar ekranlara bakarak bakışlarımı oyalamaya çalıştım.
Odadaki sinir bozucu sessizliği bozan Sofia oldu. 
"Benim artık gitmem gerekiyor, testlerin bir hafta süreceğini belirttiler."
Sofia'ya zoraki gülümsedim. Aklım akşamki görevdeydi.
Yanımdan geçerken omzumu dostça sıktıktan sonra, James'in yanına ilerledi ona sıkıca sarıldı.
Gözlerimin önünde gerçekleşen sahneye oldukça şaşırmıştım. Edepsiz boynuna dolanan kollar karşısında kaşlarını havalandırsa da, Sofia'nın belini sıvazlayarak ondan uzaklaşmasını sağladı.
Görüntü karşısında elimde olmadan sertçe yutkundum ve midem kasıldı.  Boğazımda yükselen safra tadı ve hızlanan kalp atışlarım olduğum yerde donmam ve karşımdaki görüntüye odaklanmam için beni zorluyor gibiydi.

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve bu halimin karşımdaki görüntüyle ilgili olma ihtimali olamayacağı için, fizyolojik nedenlere yordum.
Durumumu fark eden Mike, yanıma geldi.
"Beren iyi misin? Solgun görünüyorsun."
"İyiyim." Dedim elimi bir şey yok der gibi sallayarak.
"Sabah yediklerim dokunmuş olmalı. Biraz dinlenirsem akşama toparlarım."
"Bana ihtiyacınız yoksa odama geçiyorum." Dedim cılız bir sesle.
Sorumun James'e yöneltildiği aşikardı.
Cevap olarak kafasını sallamakla yetindi. Ancak tam kapıdan çıkıyordum ki, arkamdan seslendiğini duydum.
"Miden için Jenny'den yardım isteyebilirsin."
Ben de kafamı sallayarak karşılık verdim ve aynı sarsak adımlarla odama ilerledim.
Odama girip hızla kapıyı kapattığımda midemdeki kasılmalar devam ediyordu. Koşarak klozete gidip, yediklerimi boşalttıktan sonra aynadaki solgun yüzüme baktım. İyi görünmüyordum. Sabah yediğim yiyecekler midemi bozacak türden de değildi. Ilık bir duş almadan önce Jenny'ye görünmenin iyi olacağını düşünerek odamdan çıktım ve  yavaş adımlarla siyah kapılı odaya doğru ilerledim. Odaya girmeden önce nezaketen kapıyı tıkladım. Belki de Sofia daha gitmemişti ve James ile içeridelerdi. Bu düşünceyle midem biraz daha kasıldı ve öğürmekten son anda kurtuldum. Bozuk mideme ikisinin iğrenç görüntüleri iyi gelmiyordu.

Odaya adım attığımda içeride kimsenin olmadığını görmek rahatlamamı sağlamıştı. Odanın merkezindeki siyah koltuğa oturarak Jenny'ye seslendim.

"Jenny, kendimi iyi hissetmiyorum. Neyim var kontrol eder misin?"

"Elbette bayan Soydan, sabit durmaya devam edin."

Bir kaç saniye içinde etrafımda beliren ışık huzmeleri, gözlerimi alacak kadar parlayarak hızlı bir şekilde vücudumda dolandı. Sabırsız bir şekilde Jenny'nin yorumunu beklemeye başladım. Nihayet ışınlar parlaklığını yitirdi ve Jenny konuşmaya devam etti.

"Fizyolojik olarak herhangi bir komplikasyon saptanmadı Bayan Soydan, mide bulantınız ve panik atak haliniz endişe, stres ya da üzüntüye bağlı olarak psikolojik reaksiyon olarak yorumlanabilir."

Jenny'nin açıklaması karşısında kaşlarımı kaldırdım. Evet, akşam çıkmak zorunda olduğum görev beni korkutuyordu ancak beni hasta etmiş olması... Bu gerçekten tuhaftı.

"Pekala, teşekkürler Jenny." dedikten sonra odamın yolunu tuttum, ılık bir duş ve biraz uyku beni kendime getirebilirdi.

İki saatlik huzursuz bir uykudan sonra yavaş hareketlerle yatağımdan kalkarak banyoya yürüdüm. Saçlarımı kurutmadan uyuduğum için hala nemliydi. Yüzümü hızlıca yıkayıp küvetin yanındaki alanda durdum.
"Hızlı kurutma işlemi lütfen Jenny."

Saçlarım saniyeler içinde kururken, yaptığım işlemin beni artık şaşırtmıyor oluşu ironikti. Burada olmamın tek iyi yanı mahzendeki teknolojiye kolayca alışabiliyor olmaktı. Özellikle de Jenny'ye. Bu bakımdan yıllarca mahzende yaşamış gibi hissediyordum.

Tekrar odama geçtiğimde yatağımın üzerinde duran alev kırmızısı elbiseyi gördüm. Bu parçaya elbise demek sönük kalırdı. Bildiğin tuvaletti. Yanında, tenim kadar soluk renkte oldukça zarif ve yüksek topuklu bir ayakkabı ile televizyonda bile göremeyeceğim kadar pahalı mücevherlerin olduğu bir kutu duruyordu.
Elbisenin ipeksi kumaşına dokunarak ürkekçe incelemeye koyuldum. Tüm bunlar benim içim fazlaydı. Her nereye gideceksek benim ligimin oldukça dışında bir yer olduğu kesindi.

Kıyafeti giymeden önce saçlarımla ilgilenmem gerektiğini düşünerek duraksadım.
Sırtı hafif açık olan elbise, yerlere kadar uzanıyor ve ön kısmı da boynuma kadar yükseliyordu.
Bu durumda saçlarıma birazcık dalga vermem yeterli olacaktı. Nasıl yapacağımı düşünürken , Jenny'nin mekanik ama sevdiğim sesi odada yankılandı.
"Saç şekillendirmesi için makyaj masanıza geçebilirsiniz." Gülümseyerek dev aynanın önündeki sarı koltuğa oturdum.
Kuaför fikri her kadına yapacağı gibi benim de sinirlerimi yatıştırmıştı. Jenny'nin uzanmam ve saçlarımı özgür bırakmam konusunda bir kaç komut vermesinin ardından, oturduğum sandalyenin hareket ettiğini hissettim. Mahzende gördüğüm o kadar şeyden sonra bile beni şaşırtmayı başaran makyaj malzemeleri, ince çelik kollar aracılığıyla etrafımda dolanmaya başladı.

Kendimi serbest bırakarak yüzümde ve saçlarımda ortaya çıkardıkları mucizeyi beklemeye koyuldum. Dakikalar sonra kısmen hazırdım. Aynadaki aksim, son derecede doğal ve profesyonel bir makyajla, sağ tarafıma taranmış hafif dalgalı saçlarla bütünleşmiş, doyurucu bir görüntü sunuyordu. İlk bakışta çok değişmediğimi düşünsem de, bu halimle farklı bir aura yaydığım aşikardı. Aynadaki yansımama gülümseyerek elbiseyi giyinmek üzere hareketlendim.

Tamamen hazır olduğumda, stres belirtilerini göstermeye başlamıştı. Görüntüm kendimden emin olmam için yeterliydi ancak James'le böylesine bir göreve gidecek olmak kaçınılmaz bir gerilim yaratıyordu.

Derin bir nefes alarak odamın kapısını açtım. Lacivert koridorda beni bekliyordu. Gömleğinin düğmesiyle uğraşırken, kapı sesiyle başını kaldırdı ve gözlerimiz buluştu.
Üzerinde her parçası siyahtan oluşan ve fit vücuduna tamamen oturmuş bir smokin vardı.
Geriye taradığı saçları ve kirli sakalıyla yüzünün tüm güzelliğini ortaya sermişti. Üzerindeki rengin yansımasıyla koyu gölgelere bürünen gözleri, beni incelemeye başladı.
Karşısında bu şekilde bulunmamın verdiği heyecanla yutkundum. Elbette bu heyecan ona özel değildi. O an karşımda kim olursa olsun beni böyle incelerse heyecanlanırdım. Ancak bu hastalıklı derecede  mükemmel adamın benden çok daha iyi göründüğüne şüphe yoktu. Lacivert gözleri elbisemin renginin yansımasıyla alev almış gibiydi. Göz bebeklerinde kendi yansımamı görmem garip hissettirmişti. Bir kez daha bu kadar güzel görünmesinin haksızlık olduğu düşündüm. Ve bir kez daha şuan gözlerinde dolanan ateşin aldatmaca olduğunu...
Gözlerini ilk çeken ben oldum. Bakışlarımı görüntüsünden alıp koridora çevirdim.
"Gidelim mi?"
"Elbette." Ses tonunun yumuşaklığı karşısında irkilsem de, kendimi topladım. Eliyle yol vererek önden yürümemi sağladı.
Önüne geçtiğim anda sırtımdaki dekolte yüzünden tenimin karıncalandığını hissettim. Bu tarz bir elbiseye alışık olmadığım için kendimi garip hissediyordum. Tenimde hissettiğim bakışlarının da pek yardımcı olduğu söylenemezdi. 
Koridordaki gizli kapıyı kullanarak otoparka inmemizi sağladı.
En lüks arabaların olduğu bölüme geldiğimizde kırmızı bir Lamborgini'nin önünde durdu ve yolcu kapısını açarak binmemi bekledi.
Bu kibarlığı karşısında kaşlarımı kaldırarak yanına ilerledim.
"Bu araba pek senin seçimin değil gibi," dedim. Bu lüks aracı haberlerde görmüştüm.  Dünyada sadece elli tane olduğundan bahsediliyordu. Dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Yanına yaklaştıkça ilginç kokusunu daha çok hissediyor ve bağımlılık duygusunu tadıyordum. Bu adam gerçekten zehirliydi.

"Benim için fazla gösterişli." dedi yumuşak tonunu koruyarak.  "Ancak T.J. Allen için oldukça yerinde bir seçim."
"Anladım." dedim ve can alıcı aurasından kurtulmak için koltuktaki yerimi aldım. Hızla yola koyulduğumuzda bir süre daha sessizliğimizi koruduk. Ara sıra ateşten bakışlarını üzerimde hissetsem de, bunu beni kontrol etmek adına yaptığının farkındaydım.
"Benim," dedim bir süre sonra duraksayarak, "görevim tam olarak ne olacak?"
Gözlerini akan trafikten alarak bana çevirdi.
"Bütün gece yanımdan ayrılmaman en önemli nokta. Bugün sadece partnerim değil, Allen'ın sevdiği kadın olarak katılacaksın. İsmin gizli tutulacak. Gideceğimiz restoran büyük bir gizliliğe sahip olmasına rağmen Türkiye'nin en prestijli mekanı. Tüm siyasi oyunlar, hayati anlaşmalar, ya da el altından halledilmek istenen yasadışı ne varsa orada konuşuluyor."
Duyduklarım oldukça ilgimi çekmişti.
"Bu durumda Allen olarak bu dünyanın bir parçası mısın?" diye sordum.
Gülmese de yüz hatlarının gevşediğini fark etmiştim. Arada göz teması kuruyor olsak da dikkatinin yolda olması tepkilerini rahatça izlememi kolaylaştırıyordu.
"Kısmen. Sadece öyle düşünmelerini sağlıyoruz. Bu topluluğun bir parçası olmadığın sürece Türkiye'de söz sahibi olman imkansız."
Kafamı sallayarak anladığımı belirttim ancak biraz önce söylediklerini zihnimde anlamlı bir hale geldiği anda tekrar konuşmaya başladım.
"Bir saniye, az önce senin sevdiğin kadın olacağımı mı söyledin?"
"Evet." dedi tehlikeyi çağrıştıran bir tonla. Gözleri yine benimkileri bulmuştu. Trafik ışıklarının yüzünde yansıması bu tona daha derin bir görüntü katıyordu.
"Bu konuda elinden gelenin en iyisini yapmanı istiyorum."
Yüzüm asıldı. Benden açık açık aşığı rolünü oynamamı istiyordu. Bu da onunla çok yakın olacağım ve zehrine karşı savunmasız kalacağım anlamına geliyordu.
"Kız kardeşin filan olamaz mıydım?" dedim homurdanarak.
"Kimse kardeşim olduğuna inanmaz" dedi beni açık bir şekilde süzerek. Kızaran yanaklarımı gizlemek için sağ camdan dışarı bakmaya başladım. Hazır cevaplılığım o an için sekteye uğramıştı.

Bir süre daha sahil şeridinde ilerledik. İnsanların bir kısmı sahilde yürüyüş yaparken, çoğu da denizin karşısında konumlandırılmış restoranlarda akşam yemeklerinin tadını çıkarıyorlardı. Trafiğin yoğun olduğu birkaç dakika, kalabalıktaki gözlerin bize çevrildiğini fark ettim. James meraklı bakışları görmezden gelirken, bense durumu garipseyerek gözlerimi kaçırmaya başlamıştım. Eh, her gün böyle bir arabayla dolaşmıyordum.
Trafikten ve hareketli kalabalıktan uzaklaşarak sahilin daha ıssız olan kesimlerine ulaştık. Nihayet son derece görkemli bir kapının önünde durduğumuzda James camını indirerek zarif bir hareketle ceketini sol bileğinden sıyırdı ve kol düğmesini açtı. Açıkta kalan bileğini havaya kaldırdığı anda çıplak gözle zor seçilebilen ince bir ışık bileğinin içini işaretledi ve aynı saniyede devasa kapı aralanmaya başladı.
James şaşkın bakışlarımı üzerinde hissedince, arabayı hareket ettirmesine rağmen bana döndü.
"Bu gece bu tarz şeyler görmeye alışsan iyi edersin."
"Mahzendeki teknoloji burada da mı kullanılıyor?" diye sorduğumda gözlerini tekrar takmaya çalıştığı kol düğmesinden ayırmadan cevapladı.
"Hayır, mahzendeki teknolojiden, daha doğrusu Birlik'in sahip olduğu teknolojinin boyutlarından dünyanın haberi yok. Burada sadece ultra güvenlik önlemleri uygulanıyor. Güvenlik kayıtları her 30 saniyede bir siliniyor. Buraya girdiğini kanıtlayacak hiç bir şey yok, eh bu durumda çıkamazsan da bir sorun teşkil etmiyor."
Sağ eli direksiyonda olmasına rağmen, ince parmaklarını uzatarak az önce çıkardığı kol düğmesiyle uğraşıyordu.
Bu gidişle kaza yapmamız içten bile değildi.
"İzin ver." dedim kendimden emin olmayan bir sesle.
Yardım teklifim karşısında şaşırmış gibi görünse de, tereddüt etmeden kolunu uzattı. Parmaklarım ürkek bir şekilde sol koluna dokundu. Siyah takım elbisesinin ipeksi kumaşı tenime değdiğinde tuhaf hissetmeye başlasam da konsantre olmaya çalışarak düğmeye dokundum.
"Sorun teşkil etmiyor derken neyi kastediyorsun?"
"Buradan çıkamama ihtimalin olduğunda seni bulacak kimsenin olamayacağından bahsediyorum." Dedi duygusuz bir sesle.
Derin bir nefes alarak söylediklerini sindirmeye çalıştım.
Gömleğin manşetlerini bir araya getirmek için diğer elimi de kullanınca iyice ona doğru eğilmek zorunda kalmıştım. Kokusu ciğerlerimi taze nefesler almam için zorluyordu. Bu kadar ilginç bir koku böylesine ferahlatıcı olmamalıydı. Artık burnumun kırışmıyor olması bu kokuya alıştığım anlamına mı geliyordu?
Kol düğmesini düzgün bir şekilde taktıktan sonra nedense onay bekleyen küçük bir çocuk gibi yüzüne baktım. Beklediğim görüntü gözlerini kısarak büyük bir keyifle beni izleyen bir Edepsiz değildi.
"Yola konsantre olman için yardım ettim, dekoltemi dikizlemen için değil" diye çıkıştım ters bir tonla.
Söylediklerimi hiç duymamış gibi bana bakmaya devam etti.
"James," diye uyardım.
"Önüne bak, kaza yapacağız." Ses tonum sertti. Bir yandan etrafımdaki devasa bahçeyi inceliyordum. Gökyüzünün kızıl ışıltısı denizi aydınlatıyordu. Camlarla kaplı muhteşem bir yapı denizin kenarında konumlandırılmıştı ve yanlış tahmin etmiyorsam oraya gidiyorduk.
Ancak Edepsiz hala bana bakmaya devam ediyordu. Gözleri ben de olmasına rağmen arabayı kusursuz bir şekilde kullanıyordu ancak bakışlarına tahammül edemediğim için ses tonumu yükselttim.
"James sana söylüyorum!"
Kıstığı lacivertlerini yumuşatarak kafasını eğdi ve inatçı bakışlarını sürdürdü. Söylediklerim en ufak bir etki yaratmamış gibi görünüyordu.
"Çok güzel kokuyorsun."
Yanlış mı duymuştum?
Derin ve sıkkın bir nefes aldım.
"Sanıyorum kendini rolüne erken kaptırdın, performansını içeriye sakla."
Onun tavrını taklit ederek ifadesiz bir şekilde önüme döndüm. Girişe ulaştığımızda kapımı açan valenin yanında hızla beliren Edepsiz valeden önce davranarak elini uzattı.
Oyun başlamıştı.
Gülümseyerek elini tuttum ve beni merdivenlere doğru yönlendirmesine izin verdim. İlk basamağa adım atmamla birlikte ince parmakları yavaşça ellerimden kayarak belimi buldu.
Avuç içinin sıcaklığına maruz kalan tenimden değişik bir ürperti geçerken, bunun soğuk tenimle sıcağın buluşmasının sonucu olduğunu düşündüm. Bu adamdan etkilenmek en son yapacağım şey bile değildi.
Dokunuşu karşısında bariz bir şekilde gerilmem karşısında tutuşunu sıkılaştırdı. Son basamağa gelip, girişe yaklaştığımızda, sıcak nefesi kulağıma buldu.
Bu temas karşısında vücudum onun sıcaklığına yakın olmak için istekte bulunurken, zihnim donup kalmam konusunda ısrarcıydı. Lanet hormonlarım diye düşündüm.
"Rahatla, vücudunu serbest bırak, bedenin uyum sağlamak istiyor ancak zihnin buna engel oluyor."
Tatlı bir melodi gibi kulağımı dolduran sesi bir anlığına karmaşık bir dejavunun içinde olduğumu hissettirdi.
...vücudunu serbest bırak, bedenin uyum sağlamak istiyor...
Bir an nefessiz kaldığımı hissettim. Bir elimi karnıma çekerek, gözlerim önünden geçen karaltının yok olmasını diledim. Her ne oluyorsa şimdi olmazdı. Lütfen, başarısız olmak istemiyordum.
Edepsiz bana iyice sokularak dudaklarını yanağıma yaklaştırdı. Dilinin mühürlediği her kelime kışkırtıcı bir titreşim gibi tenimi dolaşıyordu.
"İyi misin?"
"İyiyim." Dedim hafifçe ondan uzaklaşarak. Yakıcı etkisinden kurtulmak için fazla yakınında olmamak yararıma olacaktı. Dudaklarıma inandırıcı olmasını umduğum bir gülümseme yerleştirerek koluna girdim. Dokunuşlarına ihtiyacım yoktu.
Kapıda bekleyen iki iri kıyım görevli kibar bir şekilde James'i selamladıktan sonra girişteki kadar devasa olan gümüş rengi kapıları hareket ettirdi. Kapıların gerçek gümüş olduğundan şüphe ederek Edepsiz eşliğinde içeri girdim.
Girdiğimiz mekan olağanüstüydü... Devasa bir avizeyle aydınlatılan salon tam bir mimarlık harikasıydı. Salonun sağ ve ön cephesi tamamen camdan oluşuyor ve denizin hırçın dalgalarını göz önüne seriyordu. Ancak asıl can alıcı tarafı, salonun sol ve arka cephesinin boydan boya işlemeli aynalarla kaplı olmasıydı. Bu sayede deniz manzarası mekanın her yerine yansıyor, eşsiz bir tecrübe sunuyordu.
Sessizce "yok artık" diye mırıldandım.  Şaşkınlıktan açılan gözlerim etrafı tararken James duraksadığımı fark edip tekrar belime sarıldı.
Kokusunu bu kadar yakın hissetmek içimde bir şeylerin kıpırdanmasına neden olmuştu. Korkudandır diye fısıldadı zihnim. Sadece korkuyorsun.
Tekrar kulağıma eğildi. "Etrafa bu kadar şaşkın bakma, kendinden emin dur. Zaten buradaki tüm kadınları kıskandıracak kadar güzelsin, ekstra çaba göstermene gerek yok."
Başımı yavaşça eğerek, kulağımın hemen kenarında fısıldayan dudaklarına baktım. Dışarıdan oldukça çapkın bulanacak bir gülüşü dudaklarına sermiş, bana sunuyordu.
Benzer bir gülüş takınarak cevap verdim.
"Bu işte gerçekten iyisin." dedim imayla. "Neredeyse beni kendine inandıracaksın." Son cümleden sonra yavaşça göz kırpmıştım. Edepsiz'in gözlerinde saklı olan alevler ortaya çıkarken tehlikeli bir şekilde gülümsedi.
Dışarıdan bizi izleyen gözlerin flörtleştiğimizi düşünmemesi için hiçbir neden yoktu.
"Mr. Allen?" dedi tok bir erkek sesi.
Aynı anda ikimiz de başımızı o yöne döndürdük.
"Bu zevki neye borçluyuz? Sizi uzun zamandır aramızda göremiyorduk."
James mesafeli bir şekilde gülümsedi ve adamın uzattığı eline karşılık verdi.
"Bir süredir seyahatteydim. Sonra da beni sahalardan uzak tutacak bir neden buldum."
Gülümseyerek bana bakıp belimi daha sıkı kavradığında ben de ona gülümsedim. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmıştım ancak dik durmaya çalışıyordum.
"Tanıştırayım," diye devam etti Edepsiz, hala İngilizce konuşuyordu.
"Milen Todorka. Sevgilim, Haluk Savacı ile tanış."
Milen Todorka mı? Anlaşılan bu gece Türkçe konuşmayacaktım. İçimde küçük bir öfke topu yuvarlanırken, bana neden bu ayrıntıdan bahsetmediğini düşünmeye başladım. İngilizce'den başka bir dil bilmediğime göre pek seçeneğim yoktu.
Nazik bir şekilde gülümseyip elimi uzattım. Haluk Savacı karşımda eğildi,  gülümseyerek reverans yaptı ve uzattığım eli öptü. Esmer, yapılı ve oldukça etkili genç bir adamdı. En fazla 35 yaşında olmalıydı. Vücut dili adeta ben zenginim diye bağırıyordu.
Adamın düşünceli hareketi karşısında belimi sıkan parmaklar canımı acıtacak kadar yoğunlaşmıştı.
Gözlerimi hafiften açarak Edepsize döndüm. Ancak onun gözleri Haluk Savacı'daydı. Haluk hala elimi tutuyordu.
Edepsiz'in çenesindeki seğirme dikkatimi çekti. Bu tepkisinin maskülen bir güç gösterisi olduğunu düşünerek gözlerimi devirmek istedim. Belimdeki sahiplenici parmaklar ne düşündüğümü anlamış gibi beni kendine daha çok çekti. Kokusu duyularımı iyice istila ederken, buna eşlik eden sıcaklığı gerçekten cezbediciydi.
"Çok memnun oldum." diyen adama karşılık olarak en içten gülümsememi takındım ve memnun bir şekilde dudaklarımı kıvırdım.
"Ben de." dedim İngilizce.
"Bu gece ben ve arkadaşlarıma katılırsanız memnuniyet duyarız" diye bir teklifte bulundu ikimize de
bakarak. Bir yandan sol köşede duran masalarını gösteriyordu.
James'e dönerek gülümsedim. "Ne dersin hayatım?" dediğimde yüz hatları gevşedi. Mümkünmüş gibi beni daha çok kendine yaklaştırarak kokusuyla solumamı sağladı.
"Bu gece Milen'le yalnız kalmayı tercih ederim." dedi çarpık bir şekilde gülümseyerek. Dudaklarını
saçlarıma bastırıp öptüğünde nefesimin kesildiğini hissettim. Bu kadar yakın temaslara alışık değildim.
Haluk Savacı kaşlarını havalandırarak güldü.
"Eh, bu gece sizi yalnız bırakalım o zaman. Gerçi güzel partnerinizi paylaşmak istememe sebebinizi anlıyorum." dedi açık bir şekilde bana iltifat ederek.
James'in gevşeyen bedeni tekrar gerilirken, soğuk bir sesle elini uzattı.
"Seni görmek güzeldi Haluk."
Haluk Savacı şaşırsa da, hemen toparlanarak ona uzatılan eli sıktı ve iyi akşamlar dileyerek önümüzden çekildi.
Edepsiz bedenimi hala onunkine hapsetmiş bir şekilde yürümemi bekliyor gibiydi.
"Gitti" dedim ters bir sesle. "Artık bırakabilirsin."
Parmakları gevşemesine rağmen yine de gitmeme izin vermedi.
"Adamla flörtleşmek zorunda değildin" diye cevap verdi Haluk'a sunduğu soğukluğu sürdürerek.
İması karşısında hızla ona döndüm. "Saçmalama! Sadece nazik olmaya çalışıyordum." Kendimi ondan kurtardım. "Ayrıca Milen Todorka mı? Sahte kimliğimin nereli olduğunu bile bilmiyorum. Bana en zaman söylemeyi düşünüyordun? Görevi mahvettikten sonra mı?"
"Gayet iyi idare ettin." dedi o da bana dönerek. Ses tonunda gizli bir alay saklıydı.
"Son ana kadar seni sadece Beren diye tanıtacaktım."
"Peki ne değişti?" diye sordum.
"Haluk'un burada olduğu bilgisi geldi. Eğer Türk olduğunu bilseydi, seni sıkıştırabilirdi. Benim
hakkımda çok fazla bir şey bilmemek onları fazlasıyla geriyor. Şu an senin yabancı uyruklu bir gönül
eğlencesinden fazlası olmadığını düşünüyor."
Son sözleri karşısında öfkelenmeye başlasam da bunun sadece bir görev olduğunu kendime hatırlattım ve soğukkanlı kalmaya çalıştım.
"O halde flörtöz tavırlarımda bir sakınca yokmuş, ne de olsa tek gecelik bir eğlence imajı çizmem
gerekiyormuş." dedim soğuk bir sesle.
Gerilen vücudumu yeniden onunkine yaklaştırarak beni kendisine çevirdi. Belimde sabitlediği elini
kaydırdı ve ince parmaklarıyla el bileğimi kavradı. Kırılmamdan korkar gibi bir tavırla tuttuğu bileğimi
sıcak dudaklarına bastırdığında içimdeki titremeye engel olamadım. Bu adam bana ne yapmaya
çalışıyordu?
"Bu gecenin sonunda öyle olmadığının farkına varacak, ancak seni sorgulamak için çok geç olacak." dedi yumuşak bir sesle.
Tepki verme yetilerimi kaybetmiş gibi lacivert alevlerine takıldım. Sıcak nefesini
bileğimden uzaklaştırarak gülümsedi ve ifadem karşısında dudaklarını yana kıvırdı.
Bize özel ayrılan masaya ulaştığımız anda sandalyemi çekerek oturmamı sağladı. Tam bir İngiliz
beyefendisi gibi davranıyor, paravan kimliğini açık edecek tek bir fire vermiyordu. Şiparişimizi almaya
gelen garsona rağmen gözlerini benden ayırmıyordu.
Ah lanet olsun bu gece çok fazla gülümsüyordu. Fazla çekici gülümsüyordu. Fransızcaya benzettiğim bir dili akıcı bir şekilde kullanarak sipariş vermeye başladığında bu aksanın da ona nasıl yakıştığını düşünmeden edemedim. Edepsiz Lacivert insanlığa yapılmış büyük bir haksızlıktı.

Düşünceler arasında kaybolurken, bunların hiçbirinin beni ilgilendirmediğini fark ederek, kendime
kızdım. Kusursuz ama ruhsuz bir adamdı işte. Kurcalamaya gerek yoktu.

Yemekler geldikten sonra sessiz bir şekilde tabaklarımızla ilgilendik. Edepsiz sık sık gülümseyerek beni
kontrol ediyor, ilgisini bir an olsun benden uzaklaştırmıyordu. Ben de aynı şekilde onu izlemek
durumunda olduğum için, üzerimde kurmaya çalıştığı kontrole rağmen tüm algılarının açık olduğunu fark edebiliyordum.
"Ee sevgilim" diye söze başladım yapmacık bir şekilde gülümseyerek.
"Buraya tüm gece beni izlemen için mi geldik?"
Dudakları alayla kıvrıldı. Dirseklerini masaya dayayarak iki elinin ince parmaklarını birleştirdi ve çenesini küçük bir çocuk gibi oraya yerleştirdi.
Enfes görünüyordu.
"Aslında hiç fena bir fikir değil."
Gözleri salonun her tarafına yansıyan dalgalar kadar yoğun görünüyordu. Bu manzara karşısında derin bir nefes aldım.
İkimiz de rolümüzü usta bir şekilde canlandırıyorduk ancak o adeta sahneleri yaşıyor gibiydi.
"Şimdi," dedi daha ciddi bir sesle.
"Senden tuvalete gitmeni istiyorum. Beklediğim kişi, senin yokluğunu fırsat bilip benimle iletişime
geçmek isteyecektir. Sadece beş dakika oyalan. Beş dakika sonra tuvaletten çıkıp direkt yanıma gel."
Kafamı yavaşça salladım ancak merakıma engel olamayarak sordum. "Bu beklediğin kişi neden hedef?"
Dudaklarına yalandan bir gülümseme yerleştirdi.
"Ülkeye giren ve kaybolan binlerce mültecinin nereye gittiğini sanıyorsun?"
Kafamda oluşan resim karşısında bir an dolup kaldım. Lacivert tepkimi benden önce tahmin ederek
masada duran elimi kavradı ve avuç içimi okşamaya başladı.
"Bunları şimdi düşünme. Bu bana özel bir görev, yapmamam gerektiği halde sana anlatıyorum çünkü burada iyi bir amaç uğruna bulunduğuna inanmanı ve inanarak hareket etmeni istiyorum."
"Şimdi sevgilim," dedi tekrar gülümseyerek. Avucunun içinde kalan küçük elimi kavrayarak
dudaklarına götürdü. Sıcak bir öpücük bıraktığı elimi avucuna hapsetmiş gibiydi.
"kendini fazla özletmeden çabucak gel."
Bu sahte yakınlığı, itiraf etmek istemesem de iyi hissetmemi sağlamıştı.
Elimi isteksizce çekerek zoraki bir şekilde gülümsedim ve aynalı cephede konumlanan tuvaletlere yöneldim. Loş ışıkla hafif bir aydınlatmaya sahip, oldukça geniş bir koridordan geçtikten sonra tuvaletlerin kapısına ulaştım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde içimden saymaya
başlamıştım bile. Dört dakika kalmıştı.
Tuvalet ihtiyacım olmadığı için makyaj aynasının önüne geçerek görüntümü kontrol ettim ve aynadaki
aksime gergince gülümsedim. Yemek yememe rağmen dudaklarımı renklendiren parmak kırmızı ruj biraz olsun silinmemişti.
Üç dakika.
Tuvalete bir grup genç kadın gülüşerek girdi ve dedikodularına kaldıkları yerden devam ettiler.
İki dakika.
Dikkat çekmemek için mini çantamı kurcalamaya başladım.
Bir dakika...
Derin bir nefes aldıktan ellerimi yıkayarak tuvaletten çıktım. Duruşumu dikleştirerek loş koridorda
kendimden emin bir adım atıyordum ki, arkamdan yükselen sesi duydum.
"Leydi Milen"

Yavaşça arkamı dönüp baktığımda, Haluk Savacı'nın elleri ceplerinde beni süzdüğünü
gördüm
"Evet" dedim İngilizce olarak. Sesim pürüzlü çıkmıştı. Az önce sergilediği kibarlık şimdi bir gövde
gösterisine dönüşmüş gibiydi.
"Bu geceye benimle devam etmenizi istesem, çok mu ileri gitmiş olurum?" dedi yapmacık bir tonla.
Boğazımı temizleyerek derin bir nefes daha aldım. Ona cevap dahi vermeden geçip gitmek istesem de bunu yapamayacağımın bilincindeydim.
"Allen bu utanç verici tavrınıza şahit olmadan gitsem iyi olur." dedim kendimi korumak istercesine.
Anında yanıma ulaşarak koluma yapıştı.
"Bu gece beni mutlu edecek ve Allen hakkında bildiklerini anlatacaksın."
O anki duruşu itibariyle tarafımdan gelecek ani bir hamleye hazırlıksız görünüyordu. Ancak bu ortamda böyle bir riski göze alamazdım.
"Kolumu bırakın!" dedim sert bir şekilde.
Adam kolum üzerindeki baskısını daha da arttırırken çarpık bir gülümseme gönderdi.
"Allen'ın elinden her gün senin gibi onlarcası geçiyor. Peşinden gelip seni koruyacağını mı sandın?"


Lacivert  - Safir - AmberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin