43.BÖLÜM:《HEDEF》

19.7K 953 335
                                    

Yorumlarınızı eksik etmeyin🌸

Sizi seviyorum.

Kaçmak hepimiz için belki de en kolayıydı. Korkmaktan değildi bu. Sadece yüzleşmekten.

İnsan, kendini kandırma üzerine müthiş bir beceriye sahipti. Dilden dökülene sadık kalınan tek yer zihinlerdi. Hareket kısmı ise insanoğluna epey geç gelen bir cesaretti. Hatırlıyorum, deliler gibi iz peşinde koşturduğum o günleri. Fakat elde ne vardı? Yedi yıl boyunca tam anlamıyla neye ulaşmıştım ki. Şimdi anlıyordum. Bir ileri, iki geri misali kaçmıştım. Haklıydım da aslında. Belki de tüm bu gerçeklerin ağırlığını ta o zamandan hissedebilmiştim.

Zamanın içinde zamansızlıktan yakınanlar, cesaretin kabuğunda taşlaşmış kimselerdir. Bir çekice mahkum, bir yağmura mahrumdur.

Ecmel cesaretli bir kızdı, eskiden. Cesaret denilen şey, yoksunluktan beslenen bir virüs gibidir insan hayatında. Ellerin boşsa tutarsın ateşi, kalbin boşsa yakarsın o kafesi. Kurallar karışıktı, çözülmesi zordu. Baktığında hayatın bir mağlubu yoktu. Sana bir veriyorsa iki alır, iki veriyorsa bir alırdı. Terazi bozuk, adalet sorgusuzdu.

Yaşantımdan gurur duyamadığım gibi, isyanını da ayyuka vermiyordum. Bir sınavın içindeydim, kağıdı boş vermek yasaktı. Adımı yazıp çıkamazdım, anlatsam süre yetmezdi, anlatmasam kalem küserdi. İç içe geçmiş düşünceler ve kasvetli gerçeklik içinde sıkışıp kalmıştım.

Tepki vermemeye yemin ettiğim her an kendimi çığlıklar içinde buluyordum ve beni benden başka duyan kimse yoktu. İçimde birbirlerine nefretle bakıp düşmanlık besleyen iki karakter yetiştirmiştim. Hazal ve Ecmel.

Onları ayırmanın vakti gelmişti. Birinden vazgeçmek zorundaydım. Nefretime yakın olan isim Ecmel'di. Ondan korkuyordum. Yanlış kararlar almama sebep olabilir, çıkmaz olanı zihnime idame edebilirdi. Fakat savaşacak gücü olan tek kişi de oydu. Hazal, bir kere ölmüştü. Bir kez daha bu evrenden silinmesine müsade edemezdim.

Bileklerime baskı yapan halatın acısı daha da hissedilir hale gelirken stresle salladığım dizimi durdurdum ve sabit kalmaya çalıştım. Ellerim, ayaklarım bağlı bir şekilde yaklaşık yarım saattir oturuyordum. Karşımdaki Emre'ye tahammülsüz bir bakış attım. Bomboş salonda sadece ikimiz. Karşıya karşıya duran sandalyelerde, savunmasıca başımıza gelecek olanı bekliyorduk.

''Nasıl yakalandığını anlatmak ister misin?'' dedim, pürüzlü sesimle. Boğazımın kuruluğu, nefes alışımda bile acı hissetmeme neden oluyordu.

''Ben bir şey yapmadım,'' dedi, ani bir savunmayla. ''Mehmet Atay'ın Türkiye'ye giriş yaptığını öğrenmiş. E tabi onu öğrenince yanında teyzemin de geldiğini öğrendi.''

''Nerede teyzen, orada felaket,'' diye mırıldandım kendi kendime. Başımı yere eğip, dizlerimi tekrardan sallamaya başladım.

''Annen o,'' dedi Emre. Başımı kaldırmadım. Güldüm kendi kendime. ''Fazla mı sertsin sanki bu konuda..''

''Seni ilgilendirmeyen konulara burnunu sokma,'' dedim, sakin fakat uyarı dolu bir tonlamayla.

''Az önce Vedat'a karşı savunuyordun ama,'' dediğinde başımı hızla kaldırıp gözlerine baktım, sertçe. Kaşlarını yukarıya kaldırıp, kendine demirden bir kalkan ördü. ''Yani demek istediğim..''

''Bir müddet hiçbir şey demesen olur mu Emre?'' diyerek bileklerimi gevşetmeye çalıştım. ''Endişelenecek daha önemli şeylerim var..''

''Mesela?''

ÇIKMAZ SOKAKWhere stories live. Discover now