Suç Çetesi - 7. Bölüm / "Kumarhane"

80.5K 2.5K 351
                                    

Bu hikaye için çok araştırma yaptım, filmler, diziler izledim, biyografiler, kitaplar okudum, doğru. Ama ilk 10 12. bölümler zaten evde geçiyor. Önce karakterleri tanıyalım. Ondan sonra ev dışına çıkılacak ve esas hikayenin kurgusu o zaman işlenecek. Aksiyonlu bölümler daha başlamadı yani. Beklemediğimiz hatta size ters gelen olaylar bile olabilir.

Ertesi sabah, duş almak için banyoya girdiğimde ilk fark ettiğim şey, moraran elmacık kemiğimdi. Vücudumdan bahsetmiyordum bile. Onu tanıdığım günden beri yaralarım hiç bitmiyordu. Olana her gün bir yenisi daha ekleniyordu sadece. Öyle bir haldeydim ki, bir gazeteci beni görse, resmimi çekip “Kadına Şiddete Hayır!” diye manşetlere verirdi.

 

Temkinli hareketlerle, ılık bir duş aldım. Ondan sonra, sürekli banyo kapımı kilitliyordum ve evimizin kapıları eskisinden daha sağlamdı. Ama o soyguncu kılıklı herif gerekirse çatıya tırmanıp altmışa altmışlık bir delik açar, yine beni huzursuz etmesini bilirdi.

 

İşin garip kısmı, onu Ceren’le beraber sanıyordum ama dün oldukça uygunsuz bir pozisyonda basmıştım. Etrafındaki tüm kızlar sarışındı. Sanırım tek kumral bendim. Ve tek yüzü gülmeyen. Onların arasında oldukça farklı kalıyordum. Aslında bu sıradan halimle, her ortamda her zaman daha farklı olurdum. Altı ay öncesine kadar Marilyn gibi öpücükler dağıtıp dikkat çekerken, şimdi sessizliğime dikkat çekiyordum. Daha doğrusu, çekemiyordum. Çünkü aniden insanların istemediği asabi ve yalnız kız olmuştum. Bu zamana kadar yalnızlıktan hep korkmuştum ama aslında yalnızlık her kesin eline geçmiyordu. Yalnızlık güzeldi. Delirtmediği zamanlarda.

 

Beni şaşırtan kısım ise, babamla bir zamanlar arkadaş olduklarıydı. Kaç yaşındaydı bu herif? On sekizinde olmadığı kesindi. Gerçi babamın arkadaşları ya ondan yaşlı ya da ondan gençti. Kendi yaşıtlarında olan insanlarla geçinemiyordu.

 

Şimdi ise, kafamda daha fazla soru işaretleri oluşmuştu. Babam gerçekten babasını, Levent Keskinkılıç’ı öldürmüş müydü? Öldürdüğünü sanmıyordum. Babam bu zamana kadar ne Levent Keskinkılıç’lar öldürmüş, ölümüne sebebiyet vermişti, şimdi mi korkup kaçacaktı? Eğer öldürmediyse o zaman neden kaçmıştı? Babamı ne korkutmuştu?

 

Aslında ben kaçtığına inanmak istiyordum. Ya öldüyse? Ama ilk gittiğinde kaçırılmadığını biliyordum. Bunu sonradan anlasam da, ölmediğini bir şekilde biliyordum. Ve posta kutuma bırakılan resimden ve adresten anlaşılıyordu. Sahte olma olasılığı yüksek de olsa, yaşıyordu işte. O fotoğraf yeni çekilmişti. Bunu geçirdiği değişimden anlamıştım. Hala aynı, sarışın ve fit Anıl Hancızade’ydi ama bunu gören herkes anlardı. O çökmüştü. Mahvolmuştu. Benim gibi. Hepimiz mahvolmuştuk. Bizi mahveden şey neydi?

 

Belki de o fotoğraf çekildikten sonra ölmüştü?

 

Ne fark ederdi ki, ölü ya da diri, ailemi istiyordum. Bizi bu hale getiren şeyi bilmek istiyordum.

 

Duştan çıktım. Evdeki tüm perdeleri izlenme olasılığına karşı çekmiştim. Ev dışarıdaki güneşe rağmen karanlıktı. Karanlık beni her zaman korkuturdu. Karanlık ve yalnızlık. En korktuğum şeyler bir bir başıma geliyordu. En sevdiğim şeyi kaybetmiştim ben. Ailemi. Hemde ne için olduğunu bile bilmiyordum. Bir kaza da ölseler, bunu yedirebilirdim. Ama bunca cevapsız soru varken ve yaşayıp yaşamadıkları muallâktayken, bunu ne kendime ne de soyadımıza kondurabiliyordum.

Suç ÇetesiWhere stories live. Discover now