Tatsız Pazartesi

134K 4.1K 3.6K
                                    

Kitap 2017'de yayımlandı ve ben bu güncellemeyi üç yıl sonra 2020'de yorumlardan gına geldiği için utanarak yapıyorum.

Herkes anoreksianın ne olduğunu biliyor, tebrik ederim. Yalnız kimse hasta insan psikolojisini düşünerek okumuyor, sorun burada. Barış olması gerekenden zayıf bir karakter. İnsanların bu konu hakkında yorum yapmasından hoşlanmıyor ve biraz kilo aldığında bedeninden utanmaya başlıyor. Böyle durumlarda yapılan yorumlar itici, bir o kadar da empatiden yoksun. Yapmayın. Anoreksia hastası bir insan hastalığını kabullenmeyebilir, kendini her zaman olduğundan kilolu gördüğü için zayıflamak ister zaten. Sizin ona baktığınızda gördüğünüzle onun aynada gördüğü aynı değildir. Lütfen bir de bu açıdan bakmayı deneyin.

Aynı zamanda çok daha kötüsü, Barış'ın kızsı ve pasif bir karakter olduğunu yazan insanları destekçiliğe ya da homoluğa yakıştıramıyorum, hakaret olarak görüyorum. Kızsı diye bir terim tamamen toplumun bir algısından ibarettir. Bir erkek utangaç, çekingen ya da sulugöz olabilir. Bu onu erkeklikten alıkoymaz. Zaten Barış'ın cinsiyet problemi yaşadığı da açık açık belli. Ve ben bunları sözde destekleyen insanlara sunarken kitabın başına böyle bir uyarı koymak zorunda kaldığım için gerçekten utanıyorum.

İyi okumalar.

Sabahları alarmla değil sevgilimin arayışlarıyla uyanmaya başlayalı 1 ay olmuştu. Çıkalı 3 ay oluyordu tabi ama bu fikir aklına 1 ay önce benim her sabah alarm müziğine küfrederek uyanmam ve artık o şarkıdan nefret etmemden bahsetmemle gelmişti. Ve fikri işe yaramıştı tabi. Sırf sesini duyabilmek için her sabah gülümseyerek kaldırıyordum yastıktan başımı.

Ve o pazartesi de aynı şekilde olmuştu. Telefonu kulağıma götürürken gülümsüyordum. ''Günaydın!'' dedi neşeli ses. O hep benden yarım saat önce kalkıp duş alır, ayılır, beni öyle uyandırırdı.

''Günaydın.'' dedim uyku mahmuru sesimle. Tek elimle gözümü ovuştururken esnedim.

''Hadi kalk ve hazırlan artık. Seni görmek için sabırsızlanıyorum.'' Yorganı üzerimden tekmeleyip yataktan çıktım.

''Kalktım.''

''Bu sabahki görev tamam o zaman?'' Kıkırdadım. ''Okulda görüşürüz.''

''Görüşürüz.'' Telefonu kulağımdan indirip yatağa attım, banyoya girip yüzümü yıkadım. Ellerimi lavabonun iki yanına koyup aynadaki yansımama diktim gözlerimi. Alışıldık bir suratım olduğu için pek dikkat çekmezdi yüzüm. Ben sadece yaşıtlarıma ve boyuma göre fazla zayıftım. Aslında biraz erkeklere hoş görünmeye çalışma çabamın arttığı bir dönemde başvurduğum yöntemler yüzünden ayda 4 kilo civarı vererek bu 1.75 boyumda 45 kiloya düşmüştüm. Ailem kalın sweatshirtlerden pek bir şey anlamasa da yaz geldiğinde annemin bir gün kısık gözlerle kolumu yakalayıp gözleri önüne götürmesiyle kıyamet kopmuştu. Çünkü son gördüklerinde 68 kiloydum. Kilo aldırmaya çalışma çabaları başladığı gibi son bulmuştu çünkü onlar bana günlük yediğim miktardan fazla yedirdiğinde suratım yeşile dönüyordu ve gün banyoda bitiyordu. Doktora götürmek istediklerinde onları evden kaçmakla tehdit etmemle beni rahat bırakmışlardı. Yüzüme gelince... Annem kumral, dik kaşlarımın kızları kıskandıracak kadar güzel göründüğünü söylerdi hep. Küçük ama hafif kemerli bir burnum vardı. Gözlerim iri ve masmaviydi. Bunu anneme borçluydum sanırım. Genelde rengi soluk ama fazlasıyla dolgun dudaklara sahiptim. Yüzüm aşırı zayıf olduğu için elmacık kemiklerim fırlamıştı ve çenem küçük duruyordu. Kumral saçlarımı kestirmeyi reddederdim genelde. Ensemdekiler kısaydı ama saçlarım yukarı çıktıkça uzuyordu. Kahküllerim kaşlarıma kadar iniyordu. Çok yakından bakmadıkça belli olmayan çillerim vardı burnum ve gözlerimin altında. Sıradandı işte. Genelde kızların teklif ettiği bir tip değildim. İhtiyacım da yoktu zaten.

Ailem cinsel yönelimime pek hoş bakmamıştı. Benimle ilgililerdi ama fazla sertlerdi işte. Bir süre bana hoş bakılmadı ya da ben abartıyorum ama aramızın normale dönmesi uzun sürmedi.

Odama dönüp okul lakosunu ve pantolonumu giyindim, paçalarını birkaç kere katladıktan sonra ayağıma beyaz çorap giyinip üzerine spor ayakkabılarımı geçirdim. Üzerime siyah bir sweatshirt geçirip banyoda dişlerimi fırçaladıktan sonra ceketimi de üzerime aldım, şapkamı kafama geçirip boyunluğumu boynuma doladıktan sonra evden çıktım.

Acele adımlarla durağa koştum. İlk derse henüz çok vardı ama her sabah olduğu gibi Orkun'la okula erken gelip zaman geçirecektik. Otobüsü genelde olduğu gibi ucu ucuna yakalayıp kendimi içeri attım. Arkalarda boş bir koltuk bulup yerleştim, başımı cama yaslayıp ezberlediğim sokakları izlemeye başladım.

Okula yakın bir durakta inip yürümeye başladım. O sırada hava fazlasıyla karanlıkken ön farları açan beyaz Mercedesi fark etmemek mümkün değildi. İsim hafızam kötü olduğu için adını hatırlayamasam da bizim biyolojicinin arabası olduğunu hemen anladım. Biraz ilerimde arabayı durdurduğunda hâlâ o tarafa bakıyordum. Ön taraftaki yolcu kapısı açıldığında inen kişiye şaşkınlıkla bakıyordum. Basat'dı. Bizim sınıftan bir çocuk. Da biyolojicinin arabasında işi neydi?

Basat arabanın önünden dolanıp şoför kapısı önüne geçti, biyolojicinin açtığı cama başını uzattı. Bizim biyolojicinin çakma sarı saçları belirdi, kırmızı rujlu dudakları yavaşça Basat'ın dudaklarına temas etti. O an cidden yolun ortasında donup kaldım. Ve Basat'ın yakasına tutunan eli Basat'ın kafasını camdan içeriye kadar çekip öpücüğü derinleştirirken kaşlarımı çatmaktan alamadım kendimi. Bu çocuğun cidden fazla abaza bir tip olduğunu tahmin etmek zor değildi ama biyoloji hocasıyla... Garipti işte. Biz 11. sınıftaydık. Muhtemelen yaş 17. O kadın muhtemelen 30 vardı. Hadi yaşını geçtim, ulan öğretmenin o senin be! Bir ortaya çıksa ikisi de ayvayı yerdi. Yasal olarak çok büyük bir suçtu.

Görmemiş gibi yapıp yanlarından geçmek istiyordum ama bir yanım da yanlarından geçerken 'Hepsini gördüm' bakışı atmak istiyordu. Tabi hocanın götü tutuşacaktı ama Basat muhtemelen pek umursamazdı. Ben öylece yolun ortasında dururken ayrılmışlardı bile. Ve ben ne yapacağıma karar veremeden Basat'ın gözleri gözlerimi buldu. Simsiyah gözlerini birkaç kere kırpıştırdı. Dudağımın tek kenarı istemsizce yukarı kıvrılırken dudaklarım arasından alaylı bir ''Günaydın.'' döküldü. Basat kaşlarını çatarak biyolojiciye baktı. Kadın şok içinde bana bakıyordu.

''Barış?'' Anlaşılan hoca benim adımı unutmamıştı.

''Hocam?'' diye karşılık verdim. Bakışlarını Basat'a çevirdi. Basat sıkılı yumruklarla bana bakıyordu. Umursamaz davranır demekle ne büyük bir hata yaptığımı o an fark ettim. Basat? Problem yaratmaya yer arayan Basat öylece gitmeme izin verir miydi? Ama sırları elimdeydi, bana bir şey yapamazdı, değil mi?

Beni kolumdan tutup hızla ara sokaklardan birine doğru peşi sıra sürüklemeye başladı. Beni bir binanın arka bahçesine soktu. Burayı biliyordum, burada okul çıkışında sigara içiyorlardı. Tabi şimdi karanlık ve boştu. Sırtımı duvara çarptığında şaşkınlıkla suratına bakıyordum. Kendine gel Basat, elimde büyük bir sır var! ''Ne olacak şimdi?'' 3 yıldır aynı sınıfta olsak da ürpertici ses tonu ilk kez dikkatimi çekiyordu. Çok kabaydı.

''Umrumda değilsiniz. Bırak gideyim de bu olay burada kapansın.''

Sinirli bir gülümseme yüzüne hüküm sürüyordu. ''Öyle kolay değil.''

''Çüküne sahip çıkamaman da benim sorunum değil.'' Bunu söylediğime anında pişman oldum çünkü kumral gür kaşları arasında üç derin çizgi meydana geldi. Ela gözleri kararmıştı. Şimdi bu karanlıkta iri gözleri iki siyah kuyuyu andırıyordu.

''Şimdi ben onu senin üzerinde kullanmadan beni az önce olanları kimseye anlatmayacağına ikna et.'' Gözlerimi devirdim.

''Az önce olanlardan kimseye bahsetmeyeceğim.'' Tek kaşını kaldırdı. ''Söz.'' Alaylı bir ifadeyle ekledim. ''Erkek sözü.''

Kibrit (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin