Çirkin

47.7K 3.2K 2.2K
                                    

Derste sıra altından telefonumu çıkarıp safariye girdim, arama motoruna anoreksia yazıp araya tıkladım.

İlk sayfaya girip önce üşenmeden tüm paragrafları okudum, bir de üzerine yorumları okudum. Değildim. Ben sadece hoş görünmek için zayıflamak istemiş, istediğim kadar zayıflayınca çabalamayı bırakmış, formumu korumaya yoğunlaşmıştım. Öyle bir deri bir kemik kalayım çabası yoktu bende yani. Altı üstü 45 kilo olmuştum. Bir oyuncu 18 kiloya kadar düşmüş, son anda tedavi almaya başlamış. Arada dağlar kadar fark vardı. Ve ben halimden memnundum, kendimden şikayet etmiyordum. Kusmaya falan da çalışmamış, sadece yememe dikkat etmiştim. -Dikkat etmekten kastım bir dönem günde bir öğün tuzsuz yağsız yemek yemek olabilir ama en azından kusmuyordum.-

Telefonumu sıranın altına atıp kafamı derse vermeye çalıştım ama yanımda uyuklayan beden dikkatimi dağıtıyordu. Basat yüzünden derslerimi son bir haftadır felaket bir şekilde boşluyordum ama çalışmaya karşı bütün hevesim de kaçmıştı. Okulda yanında rahat edemediğim için, evde de aklımdan çıkaramadığım için çalışamıyordum. Cuma günü ders çalışmam gereken saatte duvarı izlediğim sırada annemin ismimi bağırmasıyla yerimde sıçramıştım. Bana 10 dakikadır beni izlediğini, 10 dakikadır duvardan başka yere bakmadığımı söylemişti. Ve işin can sıkıcı yanı şuydu ki, düşündüğüm şey Basat'ın uyurken iki yana kıvrılan uzun gür kirpikleriydi.

Başımı eğip bana dönük bir şekilde uyuklayan çocuğun kirpiklerine diktim gözlerimi. Resmen alt ve üst kirpikleri birbirine çarpıyor, çarptığı noktadan iki yöne doğru kıvrılıp birbirlerinden kaçıyorlardı. Şu görüntüyü en kral ressam gelse bu kadar sevilesi, izlenesi çizemezdi.

Başımı sıraya yerleştirip bir de önden izlemeyi denedim. Gözleri kapalı olduğundan emin olamasam da tahminimce üst kirpikleri kaşlarını birkaç milimle kaçırıyordu. Alt kirpikleri ise direkt tenine değiyordu. Bakışlarım yine yavaşça aşağı uzandı. Dudakları yine uykusunda balon gibi şişip kızarmış, öne doğru büzülmüştü.

Gözlerimi kapatıp uyumayı denedim. Sırada değil, petekte uyumayı tercih ederdim ama o an tek istediğim tam bulunduğum yerde uyumaktı. Aramızda en fazla 3 santim vardı ve ısısı bana garip bir şekilde yetiyordu.

*

Gözümü araladığımda kalan son mesafe çoktan katledilmiş, burnu burnumla iç içe geçmişti. Tuttuğum nefesimi temas eden tek yerimizin burunlarımız olduğunu fark etmemle bıraktığımda dudaklarına vurmuş olacak ki, irkildi, gözlerini araladı. Göz göze geldiğimizde ikimiz de hızla kendimizi geriye çektik. Ben başımı peteğe çarparken o resmen sıradan düşüp yere kıç üstü düştü, şaşkın şaşkın birbirimize bakmaya başladık. On saniyelik bir bakışmanın ardından göz devirip başını yere eğdi, ellerini yere yerleştirip ayaklandı, üzerini düzeltip sıraya yerleşti. "Ödümü kopardın amına koyayım." diye homurdandı. Elimi peteğe çarpan başıma attığımda, saçlarımın kısacık olduğunu bir kez daha hatırlayıp yüzümü buruşturdum.

"Saçım..." diye ağlamaklı bir sesle konuştuğumda dişlerini resmen gıcırdattı.

"Saçın uzunken de, kısayken de aynısın. Bir bokum fark etmiyor." diye homurdandı. "Çirkinsin işte. Otur ve kabullen." Sinirli bir ifadeyle önüne döndüğünde, benim kadar sinirli olamazdı. İnsanın bu kadar da açık sözlü olması gerekmezdi!

"Sana ne? Yorum yapma! Fikrini umursayan kim ki?" diye bağırdığımda bakışlarını tavana dikti, gözleri yavaşça kapanırken burnundan derin bir nefes alıp bıraktı. Sinirlenmeye başladığı aşikardı ama bana zarar veremediğini fark edeli uzun zaman olmuştu. Kısacası sınırlarını zorluyordum.

"O zaman konuşma."

"Konuşurum!" Bakışlarını sertçe bana çevirmesi susmam için yetti. Yavaşça önüne döndü tekrar. Bakışlarımı ondan her kaçtığımda yaptığım gibi camdan dışarı çevirdim. Yine sinirden gözlerim doluyordu. Bana çirkin demesiyle alakası yoktu. Çirkin bulabilirdi. Benim sinirlerime dokunan bunu sinirlerimi bozmak için yapmış olmasıydı. Başarmıştı yani.

Ağlamaya başlamadan oradan kurtulup görmemesini sağlamak için ona döndüm. Çünkü ağlamaya başlarsam götümü de yırtsam fark ederdi.

"Çık." dedim ona dönüp. Bacakları yolumu kapatıyordu. Başını kaldırıp bana baktı.

"Nereye?" Kaşlarımı çattım.

"Tuvalete."

"Niye?" Cıkladım. Ne demek niye ya?

"Sıçıcam!"

"Gözünden mi?" Kahretsin, fark etmiş miydi? Bacakları üzerinden atlamak üzere atağa geçtiğimde tek bacağımı atmamla belimi yakaladı, beni çekiştirmesiyle dizlerine oturdum. O an öyle bir utandım ki... Yemin ederim suratına bakmadan kalkmak üzere resmen çırpınmaya başladım.

"Bırak lan belimi!" diye bağırırken kollarını çekiştirmeye çalışıyordum.

"Bir sakin ol." diye homurdandı beni zapt etmeye çalışırken. Ne sakini amına koduğum, kucağında oturuyorum! Hayır, bir de şu sakin hâlleri yok mu, çıldırıyordum! Yok ya, bu çocuğun nesi benden hoşlanıyor? Çirkin diyor, heyecanlanmıyor, utanmıyor! Onun yerine ben gerçekleştiriyorum aşık olanların yaptığı şeyleri teker teker.

Bir an duraksadım, suratına baktım. Durmama şaşırmış olacak, o da şaşkın şaşkın bana bakmaya başladı.

Ben mi ondan hoşlanıyordum lan yoksa?

"Heh, rahat dur şöyle." diye mırıldandı. Kalçamı dizlerinden ayırıp yerime geçecek gibi yaptım, elleri belimden ayrıldığı an ileri atılıp tüm kuvvetimi bacaklarıma yükleyip kapıya koştum, sınıftan çıktığım gibi tuvaletle sınıf arasındaki koridoru üç saniyede arşınlayıp kendimi bir kabine kilitledim.

Nefes nefese klozetin kapağına oturup kapıyı izlemeye başladım. Duyabildiğim sesler sadece kalbimin çarpıntıları ve nefes sesimdi. Kahretsin. Daha önce hiç aşık olmamıştım, emin de olamıyordum. Tek bildiğim, Orkun ya da başka hiçbir erkekte böyle hissetmediğimdi. Sınıfa da rezil olmuştum!

Okuduğum bir aşk romanında kız çocuğun kendinden hoşlandığını sanıp onu incelemeye başlıyor, yavaş yavaş aşık oluyordu. Ve sonra çocuğun kendiyle hiçbir anlamda ilgilenmediğini fark ediyordu. Çocuğa açıldığında çocuk onu reddediyor, hiçbir zaman da kızla ilgilenmiyordu. Roman kızın intiharıyla da bitiyordu.

Siktir!

Elimi saçlarıma atıp kısacık saçlarımı tutam tutam çekiştirip diplerindeki acıyla beynim içindeki korkutucu senaryoları silmeye çalıştım.

Yorgun sesinin "Barış!" diye bağırdığını duyduğumda başta kendi hayal gücüm sansam da, kabinlere tek tek girdiğini, kapıları duvara çarpmasından anlayıp gerçekten burada olduğunu anladım. Sonunda benim kapımı zorladı, açamadı. "Burada mısın?" Cevap vermedim. İç geçirdiğini duydum. Aslında bu buradayım demek oluyordu. Dolu tek kabin benimkiydi. Çünkü en sondaydım ve diğerlerinde duraksamamıştı. "Bence saçların gayet..." İç geçirdi. "Yakışmış. Yani ben senden hoşlanıyor olsam, saçlarını kestirmeni umursamazdım." Kalbim tekledi. Bunu söylerken zorlanır gibi değildi. Aşık bir insan zorlanmaz mıydı?

"Senin fikrin umrumda değil. Ben hoşlanabileceğim erkekler için endişeleniyorum!" diye seslendim kapının diğer tarafına doğru. Tamamen blöftü. Ve ondan da ses soluk çıkmadı bir süre.

"Sikeyim ya! Gelip moral verende kabahat!" diye bağırdı, hızlı adım sesleri uzaklaştı. Yanaklarımı şişirdim. Dengesiz.

Adım sesleri en fazla on saniye sonra tekrar yaklaştığında göz devirdim. Boşuna dengesiz demiyorum ya!

"Dışarı çıkıp bana trip attığın için özür dilemezsen öğle yemeğinde sana iki tabak yemek yedireceğim." Hadi be! Yapar mıydı? Yapmaz be! Bir tabağı zor yiyorum zaten. Aklımı okumuş gibi "Yaparım! Burnundan da çıkarsan yaparım!" diye bağırdı. Ağız tadıyla trip de yapamıyoruz ki!

Ayaklanıp kapıyı açtım, bayık bakışlarımı suratına diktim. Kollarını göğsünde birleştirmiş, bana bakıyordu. "Özür dilerim." dedim alaylı bir hüzünle. "Bana çirkin deyip içimdeki kalan güzel olduğumla ilgili son umut kırıntısını da yok ettiğin için sana trip yapmamdan dolayı." diye de izah ettim. Kaşlarını kaldırdı, gülümseyip saçlarıma attı elini. Birden yapmacık şaşkınlıkla elini çekti.

"Ah, saçını karıştıracaktım ama artık karıştırılamayacak kadar kısa olduğunu unutmuşum." Suratında şeytani bir gülümseme oluştu. "Kusura bakma." Arkasını döndü, yürümeye başladı.

Dengesiz.

Kibrit (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin