Fotoğraf

41.4K 2.7K 537
                                    

Bir ay sonra, bir aylık acı, bir aylık özlem, bir aylık kinden sonra, tekrar o kapının önündeydim. Ve içeri girmeye cesaret arıyordum.

Gelene kadar her şey harikaydı. Hayal kuruyor, nasıl sarılıp kokusunu burnuma hapsedeceğimi düşlüyor, mutlulukla sırıtarak insanların bana garip garip bakmasına sebep oluyordum. Şimdi ise mavi kapıyla aptal aptal bakışıyordum. Derin bir nefes alıp içeri doğru bir adım atmamla duraksadım. Geçen sefer ağlaya ağlaya çıkıp eve gidişim zihnimde canlandı. Korkuyordum. Hayatımda en çok korktuğum şey o depresyon dolu günlere dönmekti. Ve o zamanlardaki gibi iç bulanıklığı hissettiğimde korkuyla yaptığım her şeye son veriyor, sakinleşmeye çalışıyor, kendime her şeyin güzel olacağını tekrarlıyordum. Ama içimde öyle bir korku vardı ki, cümle üzerini örtemiyordu.

Bahsettiğim depresyon şu bir aylık süreç değildi. Bahsettiğim süreç yaklaşık iki yıl boyunca başımı saran anksiyete bozukluğu dönemiydi. Sekizinci sınıfta başlayan bu ruhsal bozukluk kabuslar görmeme, intihar etmeye çalışmama, kendimi odama kilitleyip düşüne düşüne kafayı yememe sebep oluyordu. Korkularım, kaygılarım, eksikliklerim bir bir suratıma çarpılıyor, midemin bulanmasına, kusmak istememe sebep oluyordu. Dokuzuncu sınıfta devam eden ama bir miktar olsun azalan hastalığımın üzerini örten şey ise zayıflama sürecim olmuştu. En azından kafamı kilo vermeyle ve ders çalışıp kitap okumakla yorduğum için başka şeyleri düşünmeye pek zamanım kalmıyordu. Ayrıca ilaçlarım da etki etmişlerdi. Bir süre sonra zararlı olduğunu bile bile kullanmayı bırakmıştım. Çünkü antidepresan ilaçlar kilo aldırıyordu.

Derin bir nefes alıp içeriye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Şimdi yüzleşmeyip eve kaçarsam buna çok fena pişman olacaktım. Başka birleşme fırsatı tanır mıydı bana, emin olamıyordum.

Zile bastım, birkaç saniye sonra kapı açıldı. Karşımdaydı. Bakışmaya başladık. En fazla on saniye süren bu bakışma bir asır gibi gelmişti. Olsun, bir asır bakabileyim gözlerine, daha ne beklentim olabilirdi ki hayattan? "Geldin." dedi, dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi.

"Gelmememe ihtimal vermiş miydin?" diye mırıldandıp gülümsedim. Kenara çekildiğinde içeri adımladım, kapının arkamda kapandığını duydum. Mum gibi koridorun ortasında dikiliyordum şimdi. Okuldaki cesaretli tavırlarım eski utangaç halime geri dönmüştü. Şimdi sarılmaya yüzüm var mıydı, bilemiyordum. O kadar yüzsüzlük yapmıştım ki, yeter demek zorunda kalmıştım bir yerden sonra kendime. Yine aynı şeyleri sayıklamaya başlıyordum ve bu duygulanmama sebep oluyordu. 'Aşık olan o, utanıp, yüzsüzlük yapıp durma!' Kendi kendime güldüm. Komikti. Birinin daha çok sevmesi durumu buydu ya, daha çok seven bendim sanırım. Yani, bu durum biraz karışıktı. Aslında o fedakarca seviyordu. Ben tam tersi, bencildim. O beni kurtarmak adına aşkından vazgeçmişti. Bense tüm çabalarını hiçe sayıp ona ulaşmaya çalışmıştım. Onu, duygularını, isteklerini hiçe saymıştım.

Kolları arkadan belime dolanınca kalbim tekledi, iri gözlerle koridorun sonuna diktim gözlerimi. Burnu saçlarım arasına karışıp derin bir nefes aldığında başımı geriye doğru atıp göğsüne yasladım, belimdeki elleri üzerine yerleştirdim ellerimi.

Parmaklarımız iç içe geçerken tüm bedenini arkama yasladığında, sıcaklığı tenime baskı yapınca iç geçirmeden edemedim. Göğsü sıcacıktı ve bu tüm bedenimin gevşemesine sebep oluyordu.

"Her şey için," diye fısıldadığında ürperdim. Nefesi saçlarıma vurup birazını gözümün önüne itmişti. "özür dilerim." diye tamamladı cümlesini. Ellerini bırakıp kolları arasında ona döndüm, ellerimi beline doladım.

"Seni zor durumda bıraktığım için, ben özür dilemeliyim." diye homurdandım, boynuna yükselip bir öpücük bıraktım.

"Gel." diye mırıldanıp benden ayrıldı, elimi tutup beni peşi sıra ilerletti evde. Bir odaya soktu bizi. Burası küçük ve huzurlu görünen bir odaydı. Duvarlar bebek mavisi, yerler yine koyu laminanttı. Bir duvarda beyaz bir şömine bulunuyordu. Karşısında yerde tüylü beyaz bir halı, onun üzerinde iki tane mavi yastık vardı. Ve çift kişilik mavi bir koltuk. Önünde de yine beyaz bir orta sehpa. Duvarlarda da aile tabloları vardı. Bir sürü fotoğraf...

Elimi elinden kurtarıp bakışlarımı fotoğraflarda gezdirmeye başladım. Genel olarak sarışın bir kadınla esmer bir adam, iki tane de oğlan vardı. Biri küçük, biri daha çok bizim yaşımızda gibiydi. Fotoğraflar eski olduğu için genç olanın ağabeyi, küçüğün kendi olduğunu anladım. Öyle tatlıydı ki... Bir fotoğrafta ağzı burnu çikolata olmuş, dişlerini kocaman göstererek gülüyordu. Elim fotoğrafa giderken gülümsedim, cebimden telefonumu çıkarıp  çektim. O sırada odadan biraz önce ayrılan Basat odaya döndü. Elindeki bardakları sehpaya bıraktı, yanıma geldi.

"Bu fotoğrafları bir yerde görürsem..." Kıkırdadım.

"Saçmalama, bu tatlılığı benden başka birinin görmesine izin verir miyim sence?" dedim gülümseyerek. Sonra o beni izlerken ben onun diğer fotoğraflarına bakmaya başladım. Sağa doğru ilerledikçe fotoğraflar yakın tarihe çekiliyordu. Araya küçük bir kız eklendi. Kardeşleri olmalıydı. Geçen sefer telefondan bana random atan kız olmalıydı. Bilinçsiz yaptığı belliydi çünkü tahminimce şu an en fazla beş yaşında falandı. Evet, garip bir yaş farkı meydana geliyordu. Ve akılda da şu soru beliriyordu. Bu kadın menopoza girmiyor muydu? Tabi durumlarının iyi olduğunu hesaba katarsak, kadın gençken yumurtalıklarını dondurmuş, ilerki yaşta da çocuk yapmış olabilirdi. Araya başka kadınlar karışmış gibi görünmüyordu sonuçta.

Toplu bir aile resminde tanımadığım bir sürü yüzle karşılaştım. Arada adını unuttuğum Basat'ın yeğeni de vardı. Çocuk Basat'ın kolu altındaydı resimde. Bu bakışlarımı ona çevirmeme sebep oldu. "Kıskanmıyorsun umarım?"

"Seninle hiç fotoğrafımız yok." dedim bakışlarımı kaçırarak. Bu gülmesine sebep olurken telefonunu çıkarttı, birkaç işlemden sonra elime tutuşturdu.

Bu galerisinde bir albümdü. Adını kısaca 'B' yapmıştı. Genellikle benim bilincimin yerinde olmadığı -uyuduğum- birlikte fotoğraflarımız vardı. Birde benim haberim olmadan çekilmiş birkaç kameraya bakmadığım fotoğraf. Aralarında sınıfta beraber uyuduğumuz ve seviştiğimiz günden kalma göğsünde uyuduğum bir fotoğraf bile vardı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümsüyordu. "Hatırladığım kadarıyla en son 36 taneydi." Albüme baktım. Cidden 36 tane fotoğrafımız vardı.

"Sapık." diye mırıldandım. Gülerek beni kolları arasına çekti, koltuğa oturup bacaklarını uzattıktan sonra beni de arasına oturtup ona yaslanmamı sağladı, krem rengi battaniyeyi üzerimize alıp bir fotoğrafımızı çekti. İkimiz de odağa bakmış, gülümsüyorduk.

Telefonu sehpaya bıraktıktan sonra beni kendine çekip göğsüne yatırdı, alnıma bir öpücük bıraktı. "Üç yıldır bu anı arzuluyorum." diye mırıldanırken çenesini alnıma yasladı. Göğsünün kokusunu solurken gülümsedim.

"O üç yılın özlemini, ben bir ayda iki katıyla çektim. Mahvettin beni." diye homurdandım. Gülümseyerek belimi okşadı.

"Seninle ben daha çok özledim yarışı yapmayacağım ama... Ben daha çok özledim." Başımı kaldırıp çatık kaşlarla ona baktığımda suratında hain bir gülümseme vardı.

"Bu yarış oluyor yalnız." Sırıttı.

"Ve kazananı da ben oluyorum." Önce sinirli sinirli ona baktım, sonra sinirlendiğim için kendime kızdım. Gerizekalı Barış, çocuk burda özleminden yanıyorum diyor, sen sinirleniyorsun. Sonra neden bana romantik davranılmıyor!

Kibrit (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin