Parmaklıklar

30.1K 2.2K 349
                                    

Yoğun bakımdan çıktığını tabiki Cihan'dan öğrenmiştim ama şimdilik içeri girmemin bir yolu yok gibi görünüyordu. Babası sürekli kapının önündeydi ve o bu tarafa yöneldikçe saklanmak zorunda kalıyor, gözüne bile görünemiyordum.

"Burada olduğunu Basat'a söyledim." diye mırıldandı Batu yanıma oturup. O da Cihan'la birlikte iki gündür hastanedeydi. Bana oranla şanslılardı çünkü yatabilecekleri bir alan gösterilmişti ama ben bir saat anneme laf anlatmaya çalışmış, zorla burada kalacağıma, iyi muamele gördüğüme ikna edip gece soğuk betonda çökerek uyumuştum. Zaten karnım da ağrıyordu...

"Ee?" diye mırıldandım.

"Seni görmek istiyor. Sürekli fırsat yaratmaya çalışıyor, babası tuvalete gittiğinde bile beni seni çağırmaya yollamaya çalışıyor." İstemsizce gülümsedim. Cidden çok yorgundum ve adam gibi konuşma isteği bile bulamıyordum.

"Ne kavgasıymış? Öğrendiniz mi?" dediğimde sesim bile pürüzlüydü. Bakışlarını mermere dikti, işaret parmağıyla üzerine görünmez çizgiler çekmeye başladı.

"Tam bilmiyorum. Toplu kavga gibiymiş. Biri silah çıkartmış, bu da fark etmemiş. Silah patlayınca beline denk gelmiş. Allah'tan aralarına başka bir çocuğun eli denk gelmiş de mermi elini delip hızını yavaşlatmış." Gözlerim dehşetle büyüdü ama o takılmadı bile. "Sonra silah sesiyle hepsi korkup kaçışmışlar. O çevrede yaşayanlar bulmuşlar seninkini de." İç geçirip bakışlarımı köşeye doğru çevirdim. O köşeyi döndüğüm an birkaç adım sonra Basat'ın karşısındaydım. Ama gidemiyordum. O köşede parmaklıklar vardı. İçeri girmem imkansızdı. Elimi attığım an parmaklıklar boğazıma dolanıp beni kapıdışarı edecek, sivri kelimelerini bedenime saplayarak beni olduğum konumdan daha da uzağa itecekti.

"Polis?" diye mırıldandım bakışlarımı görünmez parmaklıklara dikerken.

"Sanırım Adnan Amca susturdu doktorları. Polis falan yok görünürde." Kaşlarımı kaldırdım. Dudaklarını birbirine gömüp burnundan derin bir nefes bıraktı Batu. "Kavgayı Basat başlatmış. Boşu boşuna oğlunu da yakmak istemiyor."

Ah Basat... Aklıma bir hafta falan önce yanımda Cihan'la mesajlaşması geldi. Telefona uzandığımda saklamış, ayrıca bana sinirlenip terslemişti. Ciddi bir şey olduğunu anlamıştım ama öyle vurulmaya kadar gideceğini bilseydim engellemek için çabalardım.

Henüz 17 yaşındaydı ve karıştığı kavgalar hep küçük boyutlardaydı. Genelde kendisi doğru düzgün zarar bile görmez, insanların canını yakıp kendi mağarasına çekilirdi. Ama ilk defa toplu kavgaya karıştığını duyuyordum. Hele ki silah...

Cihan hızlı adımlarla yanımıza ulaştı, beni kolumun altından tutup kaldırdı. Adnan amcanın bu tarafa geldiğini anlayıp tuvalete saklanmak üzere ileri atıldım ama yine kolumu sıkıca kavrayıp durdurdu beni. "Adnan Amcanın işi çıkmış, gitti." Kısa bir an bakışmamız bana yetti.

Kalbim ağzımda atarken, kendi hızımı sorgulamama sebep olacak bir panikle kaybolan parmaklıkları aşıp kapının önüne dikildim. Sanki kovalanıyormuşum gibi bir adrenalin tüm bedenimi esir alırken beynim çok geç olmadan odaya dalmam için çığlık atıyordu.

Ama bu sefer beni tutan başka bir şey vardı.

Korkuyordum.

Göreceğim şeyden öyle bir korkuyordum ki... Basat'ı hep sağlıklı, hep rahat tavırlarıyla görmüştüm. Şimdi belki güçsüz, biraz yorgun, birde savunmasız hâlini garipseyeceğime emindim. Hayır, sonsuza dek böyle kalsa yine ondan sıkılmaz ya da soğumazdım. Benim kast ettiğim şey yüreğimin kaldırma düzeyiydi.

Kapıyı aralayıp içeri girdiğimde, oda gri, yalnızca tavandaki floresanla aydınlanan koridora nazaran bembeyaz ve aydınlıktı. Duvarlardan biri boydan boya pencereydi ve tüm güneşi içeri ağırlıyordu.

Ortadaki yatakta uzanan çocuk gözlerini sıkıca yumup başını geriye atmış, çatık kaşları ve soluk teniyle uyukluyordu. Boğazındaki ter damlaları hoş şeyler görmediğinin göstergesiydi ve tek eliyle çarşafı sıkıca kavramış olması tezimi destekler nitelikteydi.

"Basat..." diye mırıldanıp kapıyı kapattım, yatağa yaklaşıp yanına dikildim. Tek elim korkakça saçları arasına yerleştiğinde gözlerimi yumup boğazımdaki yumrudan kurtulmaya çalıştım. Gözlerinin altındaki mor halkalara aşina değildim henüz. Ya da ruh gibi beyazlamış suratına. Yine de saçlarına eğilip baktığımda koku aynıydı.

Gözlerim yavaş yavaş dolarken ben tutamadan ilk yaş elmacık kemiği üzerine düşüp yanağından aşağı kaydı. Hızla kendimi çekip ellerimden birini ağzıma sıkıca bastırdığım sırada pembeleşmiş göz kapaklarının altındaki hareketliliği fark ettim. Suratı hafifçe buruştu, gözleri yavaş yavaş aralandı. Önce odaklanmakta zorlanan gözler yüzümü bulduğunda aralanan dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi. Ağzımdaki el saklamaya yetmedi ve hıçkırığım kulağına ulaşınca kaşları hafifçe çatıldı.

"Döverim seni." dedi kupkuru bir sesle. Elimi ağzımdan çektiğimde istemsizce kıkırdamıştım. Yutkunmaya çalıştı ama başarısız olduğunu yine buruşan suratından anladım. Köşedeki masaya ilerleyip cam sürahiye uzandım, bardağa su doldurup yanına döndüm. Doğrulmasına yardım edip biraz su içmesini sağladıktan sonra tekrar eski konumuna döndürdüm onu. Islanan dudaklarını yaladı, yatakta cansız duran ellerinden biri yatağın köşesine ulaşıp elimi yakaladı. Güldüm. "Filmlerde böyle olurdu, değil mi?" diye mırıldandı çatık kaşları, ciddi ifadesiyle.

"Bilmiyorum, ben de bu duruma alışık değilim." derken bakışlarımı kaçırırken kızardığımı hissettim.

"Kibrit?" dedi gülümseyerek. Tekrar ona döndüğümde o ağzına yerleştirdiği yamuk gülüşe kapanmamak için zor zapt ettim kendimi.

"Efendim?" dediğimde sesim dokunulma şansı olsa, dokunulduğu an paramparça olup yerlere saçılacakmış gibi çıkmıştı. Bu hemen susmama yeterken zorla geri yolladığım yaşların tekrar yaklaştığının farkındaydım.

"Ağlama..." diye mırıldandı o yorgun sesle. Sesi bile savunmasız çıkıyordu. Bu güçsüz görüntü tüm kalelerimi sele boğup gözlerimin önüne kattı, gözlerimden aşağı sızmalarına sebep oldu. Cıkladı. "Gören de ölüm döşeğindeyim sanır." diye homurdandı. Doğrulmaya çalıştı ama sırtı sertçe geriye düştü. Narkozun etkisinden çıkamadığını belli ediyordu bedeni. Oysa ameliyattan çıkalı neredeyse bir gün olmuştu.

"Sana sarılmak istiyorum." dedim kelimelerimin arasına hıçkırıklar sıkıştırarak. Kurduğum cümleye rağmen bedenim ona doğru hiçbir atakta bulunmamıştı. Sarılmaktan bile korkuyordum. Kollarım arasında yitip gidecek gibi görünüyordu.

"Sarıl o halde." diye mırıldandı. Bedenini zorlayıp yüzünü buruşturarak yana kaymaya çalıştığında onu izliyordum. "Gel buraya." diye mırıldandı kollarını açarak.

"Yaran-"

"Diğer tarafımda kalıyor." dedi gülümseyerek. Biraz çekinik hareketlerle yorganını ona doğru ittim, kolları arasına yerleşip tek kolumu koltukaltına denk gelecek şekilde ona doladım, yüzüm hemen özlediği huzur noktasına gömülürken havada kalan kolunu bana dolayıp saçlarımın arasına bastırdı burnunu.

Bedenim bedeninden vuran sıcaklığı özlemle karşılarken burnum kokunun tadını çıkartıyordu. Gözlerimden süzülen yaşlar boynunu ıslatırken tek eli saçlarıma tırmandı, ensemdeki saçlarla oynamaya başladı.

"Geçti." diye mırıldandığını duydum. İronikti. Canı yanması gereken oydu ama burada ölecekmiş gibi ağlayan bendim. Ameliyattan çıkan oydu ama teselli edilen yine bendim. O da bunu fark etmiş olacak, homurdandığını duydum. Dudaklarıma bir gülümseme yayılırken mutluluğu iliklerime kadar hissedebiliyordum.

Kibrit (Gay)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin