4.4.BÖLÜM-AKŞAM YEMEĞİ

8 0 0
                                    

Annem hindinin sosu ile ilgilenirken, babam ve bende bayırın indiği ormandan ağaç dalları, çalı çırpı falan topladık. Birkaç demir parçasından, basit ama oldukça kullanışlı ocağı da hazırladıktan sonra ateşi yaktık ve hindiyi çevirmeye başladık. Zaman geçtikçe kızarmaya başlayan hindi, etrafa güzel kokular yaymaya başladı. Kokuyu alan kedilerde yalvaran gözler ile yaklaşmaya başladılar ve hindiyi de ilk tadanlar onlar oldu.

Babamın hindiden kesip attığı ilk dilim et için kediler arasında büyük bir kapışma yaşandı. Kediler, babamın bu kapışmayı engellemek için kestiği diğer et parçalarının farkına dahi varmadılar. En sonunda, içlerinden bir tanesi eti kaptığı gibi kaçınca kargaşa da sona erdi. Babam her bir kediye, bir dilim hindi ikram etmeyi ihmal etmedi.

Misafirlerimizin gelme saati yaklaşırken, akasya ağacının altındaki masanın yanına iki masa daha ekledik ve babam hindiyi çevirmeye devam ederken, annem ve bende mutfaktan yemekleri ve diğer malzemeyi masalara getirdik.

Güneş görevini Ay'a devretmiş, gökyüzünün ahalisi yıldızlar ortaya çıkmışlardı. Son tabağı masaya yerleştirdiğim anda Doktor Ahmet'in arabası bahçemize girdi ve iki kere kornasını öttürdü. Selamlaşma ve kısa bir muhabbet anı yaşandı. Çevresine iştah kabartan kokular yayan hindiden, ikisi de övgü ile bahsettiler sonra masada yerlerimizi aldık ve yemeklerimizi yemeğe başladık. Yemek faslı kimi zaman güldüren, kimi zaman meraklandıran, hoş bir muhabbet eşliğinde tam üç saat sürdü. Yemek faslının ortalarına doğru elektrikler kesildi. Babam hemen sönmeye yüz tutan ateşi, tahta parçaları ile besledi. Canlanan ateş ile hem masamız aydınlandı hem de gecenin soğuğu az da olsa kırıldı.

Yemeklerden sonra annem ve Ayşe abla masayı toparlarken, bizlerde semaverin ateşini yaktık. Biraz sonrada masa temizlenmiş, ocakta sönmeye yüz tutan ateşimiz beslenmiş ve çaylarımız ince belli bardakları doldurmuştu. Çaylarımızı içerken muhabbet esnasında bir ara konu Doktor Ahmet'in babasından açıldı ve Ahmet Abi babasını, dedesini falan anlatmaya başladı:

"Bende sizler gibi doğma büyüme İstanbul'luyum. Aslen Muğla'lı oluruz ama Muğla'dan göçümüz daha babam doğmadan çok önceleri olmuş. Nedeni de büyük dedem Mustafa'nın hastalığıymış.

Dedem Hasan, babası yani büyük dedem Mustafa'nın tek çocuğuymuş ve ne kadar istese, adaklar adasa da başka da çocuğu olmamış. Büyük dedem Mustafa'nın maddi durumu çok iyi olmasa da, çokta kötü değilmiş. Kendisine ait 3-5 dönüm tarlası ile 3 göz bir evi varmış ve tütün ekerek geçinirlermiş.

Yıllar geçmiş ve dedem Hasan askerlik çağına gelmiş. Askere gitmeden önce de ninem Hikmet ile nişanlamışlar ve davullu zurnalı bir uğurlama ile dedemi askere yolcu etmişler. Tüm tarla, bağ, bahçe işleri de büyük dedem Mustafa üzerine kalmış. Zavallı 2 sene boyunca tek başına çalışmış ve sonunda hastalanmış. 2 Senenin sonunda Dedem Hasan vatani görevini tamamlayıp, memleketine dönmüş ve vakit geçirmeden düğününü yapmışlar. Büyük dedem Mustafa da bu düğünden 2 ay sonra ilerleyen hastalığı yüzünden yataklara düşmüş.

Dedem Hasan, büyük dedem Mustafa'yı il, il, hastane, hastane gezdirmiş ama derdine çare bulamamış. 3 yıl geçmiş ve Mehmet amcam dünyaya gelmiş ama büyük Dedem Mustafa'nın hastalığı iyileşmek şöyle dursun, daha da kötüleşmiş. Eldeki mal mülkte ulaşım, barınma ve hastane masrafları derken satılmış ve sonunda kendi evlerinde kiracı durumuna düşmüşler. 3 yılın sonunda, bir Cuma günü büyük dedem Mustafa hakkı rahmetine kavuşmuş.

Büyük dedemin vefatından sonra dedem Hasan, İstanbul'a göç etmeye karar vermiş. Neden derseniz, köyde ne malı ne mülkü kalmış. Oturduğu ev dahi kira olmuş. Tarla olmayınca, tütünde ekememiş. Ahırdaki iki ineğini satarak, eşyalarını toplamış ve ninem ve oğlu amcam Mehmet ile büyük ninemi de yanına alarak İstanbul'a doğru yola koyulmuş.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now