3.7.BÖLÜM - SÜT

10 0 0
                                    

Fırıldak uzaklaşırken hemen eve geçmek yerine ağaca yaslanmış halde öylece düşüncelere daldım. Yürümekten ve Deli Sado'nun bahçesinde başımıza gelenler yüzünden yorgun düşen vücudum gibi güneş de günün yorgunluğundan olacak parlaklığını kaybetmiş halde ufuktaki evine doğru ağır ağır iniyordu. Tarlalarından dönen çiftçilerin, öküz arabalarının, traktörlerin sesleri çocuk seslerine karışırken, gökyüzünde kuşlar son dansları eşliğinde son türkülerini söylüyorlardı.

Bugün yeni arkadaşlarım ile geçirdiğim zamanda ne İstanbul'u ne de dedemleri düşünüp üzüntüye kapılmıştım. Adeta Yeşilli köyünün kuşaklardır var olan sakinlerinden biri gibi olmuştum ama şimdi başka bir duygu bu güzel hissimi baltalıyordu. Onlara, yani dedemlere ihanet etmişim gibi hissediyordum. Vicdan azabı, kızgın bir şiş gibi kalbimi dağlamaya başladı. İçimden bir yerlerden bir ses, dedemleri ve ninemleri gerçekten sevseydim daha onlardan ayrıları bir hafta dahi olmadan onları aklımdan çıkaramayacağımı söylüyordu. Hayır! Bu doğru değildi. Ben onları çok seviyordum.

İçimde konuşan sesini duymak istemediğim bu ses:

'Deden ve ninenler İstanbul'da çocukları ve torunlarının hasreti ile üzüntü içinde otururken, sen burada keyif çatıyorsun. Nankör!' Dedi.

'Yalan söylüyorsun! Bende onları çok seviyor ve özlüyordum. Ayrıca keyif çattığım filan yok!' Diye köprüdüm.

Bu konu da biraz daha düşünürsem üzüntü ve keder yerimden kalkmama neden olacak bir ağırlık gibi üzerime çökecekti. İçimdeki sesi susturmak adına, düşüncelerimi başka şeylere kaydırmaya çabaladım ve bugün başımıza gelenleri düşündüm.

Bugün Deli Sado'nun bahçesinde Fırıldak ve taş basamaklar olmasaydı işimiz zordu. Eğer fırıldak ağaçtan Deli Sado'nun üzerine kendisini bırakmasa ve taş basamakalar sayesinde o yüksek duvarı hızlı bir şekilde çıkmasaydık Deli Sado elindeki tüfekle hepimizi kuş vurur gibi teker teker avlardı. İş adamının kadınsı çığlıklarını, Hacı'nın halini düşünürken gülümsedim.

Biraz sonra güneş ufuktaki evine girdi ve bende bahçemize doğru yürümeye başladım. Okulun kapısı kapalı olduğuna göre muhtemelen annem ile babam yorgun düşmüş ve işleri ertesi güne bırakmış olmalılardı. Bu arada Fukara da görünürlerde yoktu. Maho ile sabah bahçemizden çıkarken fukara peşimi bir türlü bırakmamıştı. En sonunda onu sınıflardan birine kapatmıştım da ancak öyle gidebilmiştik. Acaba bu yüzden bana küsmüş de tavır falan mı yapıyordu? Mavi demir kapıyı anahtarım ile açtım.

Evimize girdiğimde annem bir kanepe de babam diğerinde, horultuları birbirleri ile yarışırcasına uyur halde onları buldum. Salonumuzda üç tane kanepe bulunuyordu. Her ne kadar sesli olarak dile getirilmediyse de ilk gün her birimizin üzerine oturduğu kanepe o kişiye ait oldu. Ne zaman salonda bulunsak, annem olsun babam olsun her zaman o ilk gün oturdukları kanepeyi kullanırlardı. Şimdi de annemde babamda kendi kanepelerinde uyuyorlardı.

Kanepemin üstündeki fukara beni gördüğü anda kanepeden atladığı gibi yanıma geldi ve zıplamaya başladı. Artık Fukara'nın bazı hareketlerini yorumlaya biliyordum. Fukara acıktığı vakitler bu şekilde zıplar ve melerdi. Yorgun halde eve gelen annem ile babam tahminimce biraz dinlendikten sonra fukaranın sütünü almayı düşündüler ama ne kadar yoruldularsa artık derin, uzun bir uykuya daldılar ve sonuçta fukara da aç kalmış olmalıydı.

Acaba neden Fukara bu zaman kadar meleyerek onları uyandırmadı ve şimdi her zaman yaptığından farklı olarak neden zıplarken melemiyordu? Ya kuzular hisli hayvanlardı ve fukara bizimkilerin yorgun olduklarını anlayıp onları rahatsız etmemek adına sesini çıkarmıyordu ya da ben fukaranın davranışlarını anladığımı düşünürken yanılıyordum.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now