4.9.BÖLÜM-HACO NİNE

8 0 0
                                    

Sağlık ocağına vardık ama Doktor Ahmet yerinde yoktu. Unutmuştum. Bugün okul çıkışında Doktor Ahmet ve eşi Ayşe Abla, bizimkilerle Sivas'a, Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmişlerdi. Bizde kuşun daha fazla acı çekmemesi adına, Haco Nine'nin evine doğru yürümeye başladık.

Haco Nine'nin evi tam bir viraneydi. Kerpiçten yapılma bu ev nasıl ayakta kalabiliyor, anlamış değildim. Tek göz bir evdi. Pencereleri demir parmaklıklı, çürük bir diş gibi karamış ve yer yer dökülmüş kapısı tahtadandı. Evin içinde yer aldığı bahçe ise bakımsızlıktan yabani otlar ile kaplanmıştı. Bu yabani otlar, bahçenin kimi yerlerinde boyumuza yaklaşıyordu. Bahçenin çeşitli yerlerine dağılan ve birer iskelet haline gelmiş ağaçlar, iç karartan manzarayı tamamlıyordu. Aklıma ilk gelen, filmlerde gördüğüm büyücü kadınların evleri oldu.

Tahta kapıyı ilk olarak hafiften tıklattık. Tepki alamayınca, hafiften bir iki yumuk indirdik. Belki yaşlılıktan kulakları duymuyordur diye yumrukların şiddetini iyice artırdık ama kapı bir türlü açılmadı. Şimdi Maho ve fırıldak kapıyı aralıksız yumrukluyorlardı ama yine açan ya da bir cevap veren olmadı. Hacı:

"Bence bu kadının yaşlılıktan kulakları iyice sağırlaşmış olmalı. Siz söyle bir kenara çekilin, birde ben yumruklayım bakın nasıl duyacak."

Bizler kapının önünden çekilirken, Hacı da kollarını sıvamaya başladı. Sağ yumruğu geriledi gerildi ve büyük bir hızla kapıya indi. Duyulan çatırtı her şeyi anlatıyordu. Hacı kolunu geriye çektiğinde kapının ortasında, uzun bir tahta artık yerinde değildi. Suçlayan gözlerimizi Hacı'ya dikilince:

"Ne bakıyonuz la, gücümün yarısını bile gullanmadım. Az önce ne kadar yumrukladıysanız, tahtayı yerinden oynatmışsınız. Bende hafiften dokununca düştü." dedi. Haklı olabilirdi. Kimseden ses çıkmadı. Kapıda açılan delikten içeri göz attığımızda, kadının evde olmadığını anladık. Evde kimsenin olmayacağı daha önce aklımıza hiç gelmemişti. Nedense kadının evde olduğuna çok emindik ve bu yüzden kapının açılmamasının tek nedeni olarak kadının yaşlı kulaklarını düşünmüştük. Sonuçta da kapıyı kırmıştık. Olan olmuştu. Ne yapacağımızı düşünürke olduğumuz yerde sıçradık:

"Çocuklar!" diye birisi bağırmıştı ve hala sesleniyordu. Sesleneninde yan komşu olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Kapıdaki deliği gizlemek amacıyla, hızla önüne yan yana dizildik. Fırıldak:

"Hayırdır Filiz Abla?"

"Haco Nineye baktıysanız az önce gitti. Siz gelmeden yarım saat filan önce bidoncuların Bekir geldi. Çok telaşlıydı. İneği saatlerdir doğuramamış. Haco Nineyi çekiştirerek götürdü. Bidoncuların Bekir'in evine gidin, orada bulursunuz" Fırıldak:

"Tamam Filiz abla" dedi ve kadının evine girmesini bekledik. Çünkü kadının, Haco Nine'nin kırık kapısını görmesini istemiyorduk ama kadın eve girmedi. Filiz abla:

"Neyi bekliyorsunuz. Hadi gitsenize çocuklar." Fırıldak:

"Biz onu burada bekleyelim." Deyince omuz silken Filiz abla da içeri girdi. Bir süre bekledik ama gelen giden olmadı. Bizlerde Bidoncuların Bekir'in evine doğru yürüdük ve birkaç sokak sonra vardık.

Önünde durduğumuz evin bidoncuların Bekir'e ait olduğunu anlamamızı sağlayan çok önemli bir unsur vardı. İneğin çığlıkları. Ben ömrümde böyle çığlık atan inek duymamıştım. Bu çığlıkları atan bir insan olsaydı, şuanda köy halkı bu eve akın ederlerdi. Hemen evin yanındaki loş bir aydınlıklı ahıra girdik. Dikdörtgen şeklindeki ahırın sol tarafında yirmiye yakın bölme ve içlerinde sarı sarı danalar vardı. Sarı danaların her biri kafalarını bizlere çevirmiş bakıyorlardı. Maho:

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now