2.6. - DAĞ BAŞI

10 0 0
                                    

Trenimiz yoluna devam ediyordu. Yolculuk boyunca yaptığım gibi kafam cama dayalı halde manzarayı seyrediyordum ama aklım Maho'daydı. Onu düşünüyordum. Hayatın bozuk, dikenli yollarında yürüdüğü halde ne kadar mesuttu. Yeşilli köyü kuşaklardır onları bağrına basmıştı. Havası, suyu, bereketli toprakları ile sıcak bir yuva olmuştu. İki göz evi annesi, babası, ninesi ve dört kardeşi ile paylaşıyordu. Geçimlerini hayvancılık ve çiftçilik ile sağlıyorlardı. Üzerindeki giysilerinden dahi yoksulluk ile koyun koyuna yaşadıkları anlaşıyordu ama mutluydu.

İstanbul'da yaşadığım semtte, zenginliğin bir palto gibi kendilerini sımsıkı sardığı insanlarda bu mutluluğu görememiştim. Onların, kaynanalar gibi her zaman şikâyet edecek bir şeyleri olurdu. Yüzlerinde, gözlerine akseden içten gülümsemeler, güneş tutulmaları gibi nadir görülen anlardandı. Yaşadıkları rahatın dışındaki zorlu hayat, onlar için tanımadıkları ama yan odalarında yaşayan bir yabancı gibiydi. Bu yabancıdan sürekli korktuklarından, bir tedirginlik içinde yaşarlardı ama Maho ve ailesi, hayatın yedi kuşak sülalesini yakından tanımışlardıkları için artık korkusuzdurlar ve mutludurlar. Onları üzebilecek tek şey sevdikleri insanları kaybetmek ya da çok sevdikleri köylerinden ayrı kalmaktı.

Güzel bir elma bahçesinin görüş açıma girmesi ile düşüncelerim dağıldı. Ne kadar iri ve kırmızı elmalar vardı. Ağırlıklarından ağaç dalları eğilmişlerdi. Ağaçlar göz alabildiğince sanki ufka kadar uzanıyordu. Biraz sonra elma bahçesi de geride kaldı.

Kompartımanımızda sessizlik hâkimdi. Koltuklarımızda oturmuş, manzarayı izliyorduk. Gözlerim kapanmak üzereydi. Babamsa horluyordu. Bu anda büyük bir gürültü eşliğinde koltuklarımızda zıpladık. Annem telaş ile:

"Talat, ne oluyor! Talat, çok korkuyorum. Ali sıkı tutun oğlum!" dedi. Tren aşırı sarsıntılar eşliğinde yavaşlıyordu ama görünürlerde ne bir gar, ne de bir şehir vardı. Göz alabildiğince dağ, taş, otlar ve ağaçlar uzanıp gidiyorlardı. Trenimiz yavaşladı, yavaşladı ve sonunda tamamen durdu. Babam ile ben ne olduğunu anlamak için hemen kompartımanın kapısına vardık ve kapıları açtık. Hala korku dolu gözler ile oturun annem:

"Talat, ne olmuş? Az önceki gürültü ve sarsıntının nedeni neymiş? Allah'ım sen koru bizi." Omzu üzerinden anneme bakan babam:

"Hayatım kapıyı açıp koridora bakınca her şeyi öğrenmiş olmuyorsun. Bir susta, bizde ne olduğunu anlayalım." Annem:

"Soru da sormayalım artık, orada öyle durursan tabi ki öğrenemezsin. Git birilerine sor." Diğer kompartımanlardan da başlar koridora doğru uzanıyordu. Bu esnada koridorda, üniformasından tren görevlisi olduğu anlaşılan bir adam göründü ve:

"Lütfen herkes kompartımanlarında beklesin. Az önceki sarsıntının sebebi araştırılacak ve sizlere de bilgi verilecek." dedi.

Kafalar içeri girdi ve kompartımanların kapıları birer birer kapandı. Bizde kapımızı kapattık. Babam, annem ve ben hemen camdan kafalarımızı dışarı uzattım ve görevlilerin treni boydan boya, altına üstüne bakarak taradıklarını gördük. Az önceki şiddetli sarsıntının nedenini araştırıyor olmalılardı. Bizim gibi diğer kompartımanlardaki insanların kafaları da camlardan dışarı sarkıyor ve ne olduğunu anlamak için bakıyorlardı. Bir süre öylece bakmaya devam ettik. Bizden iki sonraki vagonun altından çıkan sarı saçlı bir görevli:

"Haydar, veli gelin bir şuraya bakın. Burası galiba." Diye bağırdı.

Vagonumuz altından birisi kır saçlı, diğeri kel kafalı iki adam çıktılar ve bağıran görevliye doğru hızla yürüdüler. Biraz sonra da görevlilerin tamamı, o sarı saçlı görevlinin olduğu nokta da toplandılar. Galiba sarsıntının sebebi bulunmuştu.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now