1.8. NEREDEYİM?

21 2 0
                                    

Annem ve babam odalarına gittikten sonra tek ses sessizliğin sesiydi. Yatağımda sırt üstü uzanıyordum ve penceremin tam ortasında tabak gibi duran dolunay odamı gümüşi bir aydınlık ile doldurmuştu. Dolunayı izlerken göz kapaklarım yavaş yavaş ağırlaşmaya başladı ve biraz sonra tamamen kapandılar.

Gözlerimi açtığım vakit bir evin içindeydim ama bizim evimiz olmadığı kesindi. Galiba evin salonundaydım ve tam ortasında ayakta dikiliyordum. Burası neresiydi? Aklımda bir yerlerde, buranın hakkında bilgi olduğunu hissediyordum ama o bilgiyi bir türlü gömülü olduğu yerden çekip çıkaramıyordum.

Hafızamı tetikleyecek bir şeyler görmek umudu ile etrafıma bir göz attım. Döşemeleri yırtık koltuklar, çizikler ile dolu bir masa, sandalyeler ve radyo vardı ama bu radyo bana çok tanıdık geliyordu. Tabi ya, hatırladım; burası annem ile babamın ilk evleriydi. Bu koltuklar, masa ve sandalyeleri albümdeki fotoğrafta görmüştüm ama ben buraya nasıl gelmiştim? Koltuklardan bir tanesine oturdum.

Bir anda davul ve zurna sesleri salonu doldurdu; Bu zeybek türküsüydü. Duyduğum ayak sesleri ile irkildim ve sol tarafıma baktığım da şaşırdım. Çünkü Ömer dedem ve Mehmet dedem üzerlerinde efelere özgü kıyafetler, bellerinde kılıçları karşılıklı zeybek oynuyorlardı.

Daha dedemlerin şaşkınlığını üzerimden atamadan bir davul ve zurna sesi daha duyuldu ama bunlar halay havası çalıyorlardı ve Zeybek havası ile birbirlerine karışmışlardı. Salonun kapısından elindeki yeşil mendilini sallayan, üzerindeki damatlığı ile babam; arkasından gelinliği ile annem sonra da Fatma ve Hatice ninemler girdiler. 4'ü birden el ele tutuşmuşlar halay çekiyorlardı. Salonun tahta zemini de ezilmiş bir sürü pasta ile dolmuştu. Dedemler ve halay alayı, pastaları çiğneye çiğneye oynuyorlardı.

Omuzuma dokunan el ile baştan ayağa titredim ve gözlerim karardı ama bayılmadım. Korkan gözlerim ile yavaşça sağ yanıma baktım ve üzerindeki cübbesi, göğsüne yapıştırdığı defteri ile nikâh memurunu gördüm ama sırılsıklam ıslaktı. Saçları olması gereken yerde de yeşil yosunlar vardı. Sanki yıllardır suyun altında kalmış gibi derisi buruş buruş olmuştu.

Oynayanlara bakan nikah memurunun kafası birden bana döndü ve olduğum yerde sıçradım. Kalbim davulu bastıracak şiddette gümbürderken adam deli gibi kahkahalar atmaya başladı ve kararmış yosun tutan dişleri göründü. Nikah memuru bir yandanda "Beni havuzda unuttular, beni havuzda unuttular." diyordu. Bu arada davul zurna sesleri yükselmeye, dedemler de kılıçlarını çekip birbirlerine sallamaya başladılar. Sesler dayanılacak gibi değildi. Ellerim ile kulaklarımı kapadım ve gözlerimi yumarak kaplumbağalar gibi kabuğuma girmek istercesine iki büklüm oldum. Tüm bunların rüya olduğunu ve içimden ona kadar saydıktan sonra yatağımda uyanacağımı kendi kendime söyledim. Sonra da ona kadar saymaya başladım ve ellerimi kulaklarımdan çektim.

Davul zurna sesleri kaybolmuştu ama başka bir ses vardı ve bunlar mırıldanan bir sürü insanın sesine benziyordu. Merakın korkuya galip gelmesi uzun sürmedi ve gözlerimi açtım. Ev, dedemler, nikah memuru her şey kaybolmuştu. Şimdi açık havada, düzlük bir yerdeydim ve baktığım her yerde ufka kadar uzanan, birbirleri ile konuşan insan kalabalığı vardı.

Bir anda tüm sesler kesildi. Tüm kafalar önlerine eğildi ve insanlar iki yana çekilerek tam önümde bir koridor oluşturdular. Sonrada elleri havaya kalktı ve koridoru işaret ettiler; Galiba yürümemi istiyorlardı. Yutkundum ve cesaretimin son kırıntılarını toplayarak yürümeye başladım. Yürüdüm. Yürüdüm. Saatlerce yürüdüm ama bir yere varamadım. Tam umudu keseceğim anda da musalla taşları üstünde 4 tane tabut gördüm.

Tabutların yanına vardım ve bir süre tabutlara hüzünlenerek bakakaldım. Sonra kalabalığa döndüm ve "Bunlar kim?" Diye sordum ama kafalar önlerine eğik, elleri tabutları işaret eder halde binlerce insan öylece taştan heykeller gibi duruyorlardı. Sesimi daha fazla yükselterek sordum ama yine cevap gelmeyince sonunda bağırdım.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now