3. - SİVAS

10 0 0
                                    

Hışırtıya benzer bir ses üzerine gözlerimi açtığımda sallanan dallar, kıpırdanan yeşil yapraklar gördüm ve bir ağacın altında sırt üstü uzandığımı anlamam uzun sürmedi; Rüzgar estikçe yapraklar birbirlerine vuruyor ve hışırtıya benzer bir ses çıkartıyorlardı. Bu arada bu ağaç bu zamana kadar gördüğüm ağaçların hiç birine benzemiyordu. Bir ormandaki tüm ağaçlar sanki bu ağacın dalları üzerinde toplanmış gibi farklı farklı yaprakları vardı; İğne, yelpaze, ince uzun...

Yaprak hışırtısından başka bir ses daha duyuyordum. ŞIRRR. ŞAP. ŞIRR. ŞAP. Bu seste bana hiç yabancı değildi ve yaz tatillerimizi hatırlatıyordu; Sahile vuran denizin sesiydi ve yakınlarda olmalıydı.

Bu garip ağacın dalları arasından yıldızlar görünüyorlardı ve insan sanki gökyüzüne değil de siyah kumaşın üzerine serpiştirilen simlere bakıyormuş gibi hissediyordu. Dirseklerim üzerimde doğruldum ve uçsuz bucaksız deniz ile karşılaştım. Deniz koca bir ayna olmuştu ve sanki yıldızlar yeryüzüne inmişler gibi gökyüzünü yansıtıyordu.

Bir oda genişliğindeki hareket halindeki bir adanın üzerindeydim ve bu adada altında uzandığım ağaçtan ve benden başka canlı yok gibi görünüyordu.

Buraya nasıl gelmiştim? Buradan nasıl kurtulabilecektim? Bunlar cevaplanması gereken sorulardı ama kafamı da yormak istemiyordum. Yalnızdım ve hiç olmadığım kadar huzurluydum. Aldığım her nefeste tuz, su, yosun, çimen kokan havayı adeta içiyordum. Çimenlere yeniden uzandım ve ellerimi başımın altına aldım. Bir ömür bu halde yatabilirdim. Belki de ölmüştüm ya da başka bir boyutta sıkışıp kalmıştım. Neyse. En güzeli anı yaşamaktı. Islık çalmaya başladım.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum ama bu ıslığım ile bitirdiğim 5. Türkü olmuştu. Ortamın havası ciğerlerimi kuvvetlendirmiş olmalıydı ki ıslık ile bir türkünün yarısına gelemeden soluğu kesilen ben az önce tam 5 tane türküyü peş peşe sıralamıştım. Bir beş tane daha sıralardım ama canım istemedi.

Bu anda düdüğe benzer bir ses tüm evreni doldurdu. Sanki Mikail kıyamet borusunu üflüyor gibiydi. Dirseklerim üzerinde doğruldum ve ses bir daha duyuldu. Ucu bucağı belli olmayan bu denizin ortasında, bu ses nereden geliyordu? Etrafıma baktım ama uçsuz bucaksız denizden başka bir şey göremedim. Uzaklardan geçen bir gemi olduğu düşüncesi ile omuz silktim ve tekrardan yumuşak çimenlere uzandım.

Uzanmam ile doğrulmam bir oldu. Göğsüm körük gibi hızla inip kalkıyordu. Az önce yıldızlar ile dolu gökyüzü kısa bir an için beyaz bir tavana dönüşmüştü. Şimdide altımdaki zeminde bir değişiklik olduğunu hissettim ve bakmamla birlikte ayağa fırladım. Çünkü yeşil çimenler yerine beyaz çarşaflar görmüştüm. Bu anda kısa sürdü ve çimenler tekrar geldi. İşte o zaman anladım. Uyku ile uyanıklık arasındaki o ince perde bir açılıp bir kapanıyordu. Zaten bu yer gerçek olamayacak kadar güzeldi. Düdüğün üçüncü defa duyulması ile de gözlerim hakikate tamamen açıldı.

***

Yine kompartımandaydım. Kollarım iki yana açıldı, ayaklarım büküldü ve bir güzel gerindim. Vücudumun bütün kemikleri ile kasları ağrıyordu. Büyük bir heyecan ve coşku ile başlayan bu tren yolcuğu zaman ilerledikçe beraberinde getirdiği yorgunluk, vücut ağrıları ile çekilmez bir hal almaya başlamıştı. Bu yüzden gece boyu az önceki rüyalarıma benzer şekilde beni bu kompartımandan, trenden kurtaran rüyalar gördüm durdum. Rüyalarımdan bir tanesinde koca bir dağın zirvesindeydim. Başka bir tanesinde yüzüyordum. Başka bir tanesinde sinemada film izliyordum; Tiyatrodaydım; Uçurtma uçuruyordum; Sıcak duş alıyordum; İstanbul'da ki evimizde, odamda yatağıma uzanmış kitap okuyordum; Dedemler ile maç yapıyorduk.

2 gündür bu küçük kompartımanda tıkılıp kalmıştık. Vücudumu iflastan koruyan iki unsur vardı. Yatak ve molalarda yaptığımız yürüyüşlerdi. Psikolojimi ayakta tutansa camın ardından akıp giden manzaraydı ve tabi ki rüyaları da unutmamak lazımdı. Yapmak istediğim her şeyi rüyalarımda yapabiliyordum.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now