3.6. BÖLÜM-DELİ SADO

15 0 0
                                    

Güneş bulutları kınalarken uyanmak; İçinize çektikçe tazelendiğinizi hissettiren hava; Ayağınızın kenarında zıplayan kara gözlü kuzu; Sabahın serin rüzgârının yanaklarını okşaması; Hışırdayan akasya ağacı; Kuşların musikileri; Bütün bu güzelliklerden uzak geçen ömrüme acıdım. Eğer yaşam enerjisi denen şey varsa, kaynağı bunlardan başkası olamazdı; Dünyanın çeşitli yerlerindeki bu güzel kır manzaralarından peyda olup, dört bir yana dağılıyordu. Köylünün hem kafa hem de vücut olarak daha dayanıklı olmasına şaşmamak gerek. Omuzlarımda annem ve babamın kolları, yönümüz doğu da, usulca yükselen güneşi yüzlerimizi kızıla boyayana kadar izledik.

Açık havada kahvaltı bizim için İlk değildi. Sonuçta İstanbul da dedemlerin villaları bahçeliydi. Sık sık çardaklarında kahvaltı yapardık ama burası başkaydı. Evimizin sol yanında, tuvaletimizin 10 adım gerisinde –saymıştım tam on adımdı- üzüm salkımları gibi sarkan püskülleri ile koca bir akasya ağacımız vardı. Ağacın az ilerisi aşağı inen bayırdı. Bayırın iki adım ötesi de ormandı. Masamızı bu akasya ağacının altına koyduk ve kahvaltımızı üzerine serdik. Sandalyelere sırtımızı verdik ve orman ayaklarımızın altındaydı. Uzun, bol kahkahalı, sucuklu yumurtalı güzel bir kahvaltı ettik.

Kahvaltıdan sonra okula geçtik. Dışı gibi içi de beyaz badanalıydı. Dış kapıdan iki adım atınca büyük kare bir holün içine girilmiş oluyordu. Sağ tarafta kısa bir koridor ve karşılıklı iki kapı vardı. Sol tarafta biraz daha kısa bir koridor ve karşılıklı iki kapı vardı. İki koridorun birleştiği bu kare alanda, girişin tam karşısına gelen duvarda yan yana iki kapı daha bulunuyordu.

Okulun koridorlarındaki kapılar sınıflara açılıyordu. Holdeki iki kapıdan sağda olanı öğretmenler odası iken solda olanı da depo vazifesi görüyordu.

Uzun zamandır kullanılmayan okulun boyaları nemden kabarmış ve dökülmüş, ortalığı kalın bir toz tabakası kaplamıştı. Biraz sonra elimizde bezler, süpürgeler, temizliğe giriştik.

Yarım saatlik temizliğin ardından, içerinin tozlu havasından bunaldım ve temiz hava almak için bahçeye çıktım. Bizimkiler kendilerini temizliğe kaptırmışlar, bahçeye çıktığımın farkında bile değillerdi. Masmavi gökyüzünde ufak bir leke dahi yoktu. Havayı, derin derin soludum. Bu mümkün mü? Bilmiyordum ama her nefes verişimde sanki ciğerlerimden çıkan tozu hissediyordum. Bu arada ayağıma da darbeler alıyordum. Bu fukaraydı. Uyandığım andan beri, yanımdan hiç ayrılmamıştı. Her çocuk gibi bu güzel günde, onunda kanı kaynıyor ve yerinde duramıyordu.

Okulun basamaklarına oturdum. Üzerime düşen güneş vücudumun kuytu köşelerinde saklanan yorgunluğu açığa çıkarıyordu ve mayışmaya başlıyordum. Kafam önüme eğildi. Tören alayı nizamı ile hızla gidip gelen karıncaları dalgın dalgın izlemeye başladım; Ne amansız çalışıyorlardı. Bir zaman böylece geçti. Sonra karıncaların üzerine bir gölge düştü ve kafamı kaldırıp baktım. Güneş parmaklarını gözlerime sokunca hemen elimi siper ettim ve karşımda duran Maho'yu gördüm:

"Ne yapıyon la Ali?"

"Okulu temizliyoruz da, temiz hava almaya çıktım. Sen nasılsın?"

"Bende çok iyiyim. La köyü gezelim diye geldim. Hadi galkta sana köyü gezdireyim." Dedi ve kolumdan çekerek beni ayağa kaldırdı:

"Dur Maho bizimkilere haber vereyim. Sonra merak ederler."

"Dur la, bende bir merhaba diyeyim öğretmenlerime" dedi ve birlikte okula girdik.

Maho bizimkileri görünce bir şey söylemeden hızla ellerine yapıştı. Annem ile babam gülümsediler. Hal hatır sorulduktan sonra bizimkilerden Maho ile gezmek için müsaade istedim ve okuldan çıktık.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now