3.1. MİNİBÜS

10 0 0
                                    

Minibüsün içinde yerlerimizi almış, kalkmasını bekliyorduk. Minibüs adına anlatılacak pek birşey yoktu. Yalnızca iç kısmında yapılan birkaç değişiklik haricinde her memlekette olan minibüslerdendi. Göze batan en büyük değişiklik aracın sol tarafında olması gereken yolcu koltukların yerindeki boşluktu. Alanı genişletmek için olacak sökülmüşlerdi ve ortaya çıkan bu boş alanı üst üste istiflenmiş, yolculara ait çantalar, çuvallar, kutular, turşu ve reçel kavanozları işgal ediyordu.

Minibüsü eşyalar ve çeşitli hayvan ile paylaşıyorduk. Bir tane buzağı, iki tane koyun boş alanda, ayakta seyahat edecek olan yolcuların arasında duruyorlardı. Koltuklarda oturanlardan kucaklarında horoz, tavuk ya da kuzu taşıyanlar vardı. Babam ve ben diğer erkekler gibi ayakta seyahat eden yolcular arasındaydık. Minibüsün yerinde duran sayılı koltuklarında sadece kadınlar oturuyordu. Annem de iki kişilik bir koltuğu, iki yaşlı teyze ve horozları ile paylaşıyordu. Horozlar ara ara kolunu, omzunu filan gagaladıkları zaman annem irkilerek 'ayy' diyordu. Bu yüzden tedirgindi ve bu halini görenleri gülümsetiyordu.

Babam ve ben hemen yanımızda duran buzağı seviyorduk. Minibüs son yolcularını alırken, babam buzağının yularından tuttu ve hayvanın kafasını annemin yanağına yanaştırdı. Annemin gözleri onlardan gelecek bir gaga darbesine karşın horozlar üzerinde olduğu için buzağıyı fark etmedi. Buzağı ise dilini dışarı çıkardı ve annemin suratını çenesinden saçlarına kadar yaladı. Annem bir an dondu kaldı. Sonra kafası titreyerek buzağıya doğru döndü ve buzağının dili bir daha çıkarak annemin suratını yine yaladı. Gözleri kocaman açılan annem çığlığı bastı ve kendini araçtan aşağı attı.

Minibüstekiler kahkahalar ile gülüyordu. Soluk soluğa dışarıda duran annem cebinden çıkardığı mendili ile yanağını silerken, minibüsteki en yüksek kahkaha atan adamın yani babamın elinde tuttuğu buzağının yularını gördü ve yine babam tarafından bir şakaya maruz kaldığını anladı. Annem minibüsteki insanlar yüzünden gülümsemek zorunda kaldı ama koltuğuna geçerken babama bağırttıran bir çimdik atmayı da ihmal etmedi.

Biraz sonra minibüs harekete geçti ve Güzel kasabasına doğru yola çıktık. Minibüsün geniş pencereleri sayesinde yolculuk kısa bir Sivas tanıtım turu gibi olmuştu. Sivas'ta ilk dikkatimi çeken şey apartmanları oldu. Yüksek katlı binalar oldukça seyrekti. Müstakil ya da iki üç katlı binalar ise daha ağırlıktaydı. Çoğu binanın ön ya da arka tarafında kocaman bahçesi vardı ve binalar şehir sınırları içerisine daha geniş, daha ferah yayılmışlardı. İstanbul ile kıyasla oldukça sakin bir şehirdi. Minibüsümüzün gösterdiği manzaralar arasında şehrin en güzel yer Kızılırmak üzerindeki tarihi eğri köprüydü.

Kaptanın gözü yolda eli teybe uzandı ve çalmaya başlayan güzel bir yöresel müzik, kulaklarımızı şenlendirdi. Yaz aylarının sıcağı, minibüsün kalabalığı ile kaynama noktasına gelmişti. Gömleğimin üst iki düğmesini de açtım. Elimi yelpaze niyetine sallıyordum. Ortama yolculardan kaynaklı, hafif bir mırıltı hâkimdi. Doğuda yer alan pencerelerden, güneş içeri misafir olmuştu. Güneş ışınları içerisindeki toz taneleri, garip bir dans ediyorlardı. Bu aradada koyunlar meliyor, buzağı mölüyordu.

Yürekleri ağızlara getiren, kaptanımızın ustalığı sayesinde kazasız belasız atlattığımız bir olayda yaşandı. Sivas'ı arkamızda bırakalı yirmi dakikaya yakın oldu ya da olmadı, diğer tüm sesleri bastıran, şiddetle bir gümleme sesi duyuldu ve minibüs önce sağa, sonra sola, acı bir fren sesi eşliğinde savruldu. Teyzelerden Bismillah, Allahu Ekber sesleri, kadınlardan korku çığlıkları duyuldu. Çocuklar ağlamaya başladı ama bu durum kısa bir an sürdü. Kaptan anında aracın kontrolünü geri sağladı ve aracı, yolun kıyısına çekmeyi başardı. Elinin tersi ile alnındaki terleri silen kaptan, hafiften arkasına döndü ve:

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin