3.24.BÖLÜM-KURAKLIK

10 0 0
                                    

Uyku ne kadar güzeldi. Her tarafım ağrıyordu ama rüyalarımda maceralar yaşıyordum. Gece, sabaha kadar birçok defa uyandım. Yorgundum. Sağ tarafımdan, sol tarafıma dahi dönmek zor geliyordu. Normal olan, o yorgunluk ile deliksiz bir uyku çekmemdi. Akşam erkeden yatağıma girerken, bende öyle düşünmüştüm. Gözümü kapayacaktım ve açtığımda sabah olacaktı ama gece boyu gözlerim birçok defa açılmıştı. Vücudum, dünyaya geldiği günden bu yana, bu derece çalışmamıştı ve sonuç olarak da yorulmamıştı. Bu yüzden vücudum şaşkındı ve sabah vaktini karıştırdığı için sürekli uyanmıştım ama o uyanmalarda tatlıydı. Gözlerimi sabah oldu düşüncesi ile açıyordum ve saatime bakıyordum ama sabahın olmasına daha saatler olduğunu görünce yağ gibi eriyordum. Mutlu oluyordum. Daha uyuya bilecektim. En güzel tarafı da rüyalarımdı. Yorgundum, her yerim ağrıyordu ama rüyalarımda Herkül kadar güçlüydüm. Pegasus'un sırtında savaşıyordum. Minotorları alt ediyordum. Anlamadığım, işin garibime giden tarafı, uyanıyordum ve tekrar uykuya daldığımda, rüyam kaldığım yerden devam ediyordu.

Annemin sesine birkez daha uyandım ama gözkapaklarım arızalı kapılar gibi açılmıyordu. En son, parmaklarımın yardımı ile kapakları açtım. Aydınlıktı. Olamaz! Sabah olmuştu ama ben daha uyumak istiyordum. Daha ejderhayı öldürecektim. Altınlara alacak, prenses ile evlenecektim. Şimdi bu olacak iş miydi? Bütün gece savaş dur ve tam mutlu sona yaklaşırken uyan. Hiç adil değildi. Bu arada annem mutfaktan, elindeki çaydanlık ile çıkıyordu. Gözlerimin açıldığını görünce:

"Ali'cim kahvaltımız hazır. Ellini, özellikle de yüzünü yıka ve hemen gel. Baban biraz daha aç kalırsa onu hastaneye kaldırmamız gerekebilir." dedi ve kıkırdadı.

Annemin sözleri bir kulağımdan diğerine, rüzgâr gibi geçip gitti. Tüm hücrelerim, yat uyu diye bas bas bağırıyorlardı. Vücudum ile bir çuval moloz arasında bir fark göremiyordum. Ne yapmalıydım? Bir tercihte bulunmam gerekiyordu. Ya mağaraya girecek ve ejderhayı öldürecektim ya da korkaklığın utancını, bir ömür sırtımda taşıyacaktım. Annem, elindeki çaydanlık ile evden çıktığı anda gözlerim kapanmıştı. Uyku, hızla içime akmıştı. Yine rüya görüyordum ve kaldığım yerden başlamıştı.

Mağara karanlıktı. İleriden gelen parıltıları seçebiliyordum. Onlar altındı. Ejderha neredeydi? Mağara da bir ses yankılandı. Bu annemin sesiydi. Ah, işte beni açık etmişti. Altınların olduğu yerden, tüm mağarayı kaplayan alevler, hızla üzerime doğru geliyordu. Ejderha annem yüzünden beni fark etmişti. Birazdan ızgara olacaktım. Bu arada annemin sesi, hala mağarada yankılanıyordu. Gözlerim açıldı. Annemin sesi, bahçeden geliyordu:

"Annecim, bak kahvaltıyı senin için bekletiyoruz. Saat 10 oldu. Kalk artık." Dediği anda gözlerim, ormanda vahşi bir ayı ile karşı karşıya gelmiş gibi kocaman açıldılar. Bugün çocuklar ile buluşacaktık. Sabah 9'da bizde olacaklardı. Çoktan gelmiş ve şimdi kahvaltı masasın da oturuyor olmalılardı. Hızla yatağımda doğruldum ve kapıya doğru yürüdüm. Eşiğin üstüne çıktığımda, annem ve babamdan başka kimseyi görmedim. Çaylarını yudumluyorlardı. Kahvaltı hala masadaydı. Beni gören babam:

"Ağam, kahvaltınızı yatakta mı yaparsınız, yoksa biz ırgatlarla masada mı?" dedi ve kahkahalar ile güldü. Gülümseyen Annem:

"Karışma benim oğluma, dün sabahtan akşama kadar çalıştı. İsterse yatakta da kahvaltı yapar." dedi. Masaya doğru birkaç adım atmıştım ki, annemin kaşları çatıldı ve:

"Önce ellerin ile yüzünü yıka, sonra da terliklerinle birlikte masaya gel." dedi. Ayaklarımdaki soğuğu, bu anda hissettim. Baktığımda, çıplak ayaklarım ile çıktığımı gördüm. Boş yere telaş yapmışım. Yine de emin olmak adına:

"Anne, bizim çocuklardan gelen giden oldu mu?" diye sordum. Beklediğim cevabı aldım. Hiç biri gelmemişti. Galiba onların vücutları da isyan bayrağını çekmişlerdi. Dün, ağaç evin hayali tüm zihnimizi kapladığından aşk ve şevk ile tam 12 saat süren çalışmalarımız esnasında, kaslarımızdan gelen 'Yeter çalışma artık!' çığlıkları zihnimizde yer bulamamıştı ama şimdi Elimi yüzümü yıkamak için mutfağa doğru yürürken, kaslarımın 'Oh olsun sana, dün bizi dinlemedin.' dediklerini duyar gibi oldum.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now