3.14.BÖLÜM-ZİYARETÇİLER

61 0 0
                                    

Son üç gündür çok sık tuvalete gider olmuştum ama bu durum biyolojik nedenlerden kaynaklanmıyordu. Tamamen psikolojikti. Çünkü annemin getirdiği 3 gün yataktan hiç çıkmama yasağını yalnızca tuvalete gitmek için delebiliyordum. Üç gün sonra yatakta çıkmama yasağı kalktı ama bu defa da bir haftalık bahçeden çıkmama yasağı geldi ama tüm bu yasaklar süresince Maho, gözlük, Hacı ve fırıldak beni hiç yalnız bırakmadılar. Onlar olmasaydı sıkıntının kuvvetli parmakları beni nefes alamaz hale getirirlerdi. Her gün en az birisi mutlaka yanımda oldu. Fukarayı da unutmamak gerek; hastalığım boyunca gece gündüz yanımdan hiç ayrılmamıştı.

Hastalığın koynunda uyandığım o sabah bizim evden çıkan Doktor Ahmet arabası ile meydandan geçerken balıkçı tezgahının önümde durmuş ve balık alırken bize doğru gelen Maho ile karşılamış. Hal hatır sorarken Doktor Ahmet bizim evden geldiğini söyleyince Maho da benim durumumdan haberdar olmuş. Sonra Maho istikametini değiştirmiş ve üşenmeden yürümüş, tırmanmış ve yükseklerden taze kekik ve ıhlamur toplamış. O gün öğlenden sonra ziyaretime gelmiş ama ben iğnenin getirdiği rahatlama ile derin bir uykuda olduğum için ıhlamur ve kekiği bırakıp, selamı ile birlikte, geçmiş olsun dileklerini ileterek gitmiş.

Bu arada Maho köyün kahvesine, yanından geçtiği her insana, kısacası tüm köye, bire bin katarak hastalığımı anlatmış. O gün kangal sucukları ile Hacı, bahçeden topladığı kirazları ile fırıldak, tuğla kalınlığındaki sağlık ansiklopedisi ile gözlük ziyaretime gelmişler ama hiç biri ile görüşemedim. Çünkü ertesi güne kadar uyumuştum. Sadece, günün hangi vaktinde olduğuna emin değilim ama karanlıkta annem beni yemek için uyandırmıştı.

Ertesi gün sabah kahvaltımızda Hacı'nın getirdiği sucukları ekmek arası afiyetle yedik. Annemin, Maho'nun kekik ve ıhlamurlarından yaptığı çayları boğazımı hafiflettiler. Fırıldağın getirdiği kirazlar iri olduğu kadar lezzetliydiler. Kendimi iyi hissettiğim için bir ara kitap okumak istedim ve Gözlüğün getirdiği ansiklopediyi elime aldım. Daha doğrusu kucağıma koydum. Çünkü çok ağırdı ama ilk sayfasını açmaya dahi cesaret edemedim. Çünkü hem kalındı hem de paragraf başı dahi olmayan sayfaları minicik harfler ile yazılmıştı.

Hastalığımın ikinci günü, ilk olarak Muhtarımız Ahmet ziyaretime geldi. Elinde bir torba vardı. Bunu anneme verdi ve buzdolabına koymasını söyledi. Annem buzdolabı bahsi geçince ne olduğunu merak etmiş olacak ki torbayı açtı ve içine baktı. Aynı anda çığlığı bastı ve torba elinden yere düştü. İçindekilerde halıya yuvarlandı. Bu arada annem, babama yapıştı ve kafasını omzuna gömdü. Gülümsedim. Babam ise kahkahayı patlattı. Muhtar şaşkındı. Yerde bir zamanlar gövdesi, ayakları ve derisi olan koyun başı da şaşkın görünüyordu. Bu arada yerde bir koyun kafası ile iki tane de paçası vardı. Muhtar bunları kelle paça çorbası için getirmişti. Babam kelle ile paçaları torbaya koydu ve buzdolabına götürdü. Sonra Muhtar oturdu ve hastalık, köy vs. hakkında kısa bir sohbet edildi.

Muhtar'dan sonra Maho'nun baba ve annesi yani Hasan Amca ile eşi Ayşe Abla geldiler. Ayşe Abla'nın elinde bir tencere ve içinde mis gibi kokan tarhana çorbası vardı. Onlardan sonra Hacı'nın ailesi, Koca Yusuf ile Meltem Abla geldiler. Meltem Ablayı ilk defa görüyordum ve o da kiloluydu. Hacı ve Koca Yusuf gibi güler yüzlü, cana yakın bir insandı. Bu arada da çok konuşan biriydi. Geldi ve gidene kadar hiç susmadı.

O gün köyden tanıdığımız ve ziyaretleri esnasında tanıştığımız pek çok kişi geldi. Bu güzel insanların bazılarından kısaca bahsetmek istiyorum. Bakkal Remzi, köyümüzün tek bakkalıdır. İsmi bakkal olabilir ama her şeyi satar. Aynı zamanda köyün kırtasiyesi, hırdavatçısı, kasabı, manavı, dondurmacısı, kuruyemişçisidir. Tam bir esnaftır. Bende uyandırdığı izlenim, yoldaki taşı dahi para karşılığı satabilecek bir yeteneğe sahip olduğuydu. Köyümüzün berberi Murtaza abinin kendisine ait bir dükkânı yoktu. Yaz aylarında köyümüzün kahvesi önünde bir koltuk, ayna ve masadan ibaret tezgâhında saç ya da sakal tıraşlarmış. Kış aylarında ise tezgâhı kahvenin içerisine taşırmış. Tıraşa gelenler, çayda içtikleri için Kahveci Rüstem ile geçinir giderlermiş. Bu arada gelenler arasında kahveci Rüstem'de vardı. Köydeki tüm dedikodu, olan biten, bu ikisinden sorulurmuş. Kahveci Rüstem nabza göre şerbet veren bir adammış. Bu yüzden köyde başka kahve açılmamış. Gelen her müşterisi ile aynı düşünceyi paylaşırmış. Kavgalı taraflar dahi onun kahvesinde, farklı masalarda otururlarmış. Çünkü kahveci Rüstem, iki taraf ile konuştuğu zaman, ikisine de haklı olduğu söyler, karşı tarafı haksız görürmüş.

Köyümüzün delisi Hayrullah da ziyaretime gelenler arasındaydı. Bir elinde çiçekler diğer elinde iki bacağı arasında tuttuğu uzun bir değnek ile kapımızı gelmişti. Ucunda dikiz aynası olan değneğini özenle bahçeye park etti ve hayali kapısını açarak hayali arabasından indi. Eve girmeden önce de hayali arabasının ön camındaki lekeyi kolu ile silmeyi de ihmal etmedi. Giderkende bahçedeki hortumla hayali arabasını bir güzel yıkadı ve dikiz aynalı değneğini bacakları arasına alarak, çıkardığı motor sesleri ile uzaklaştı.

Aklımda kalan diğerleri köyün baş dedikoducusu, kadınları organize eden baş aktör Emine teyze; köyümüzün en güzel kızı olduğu söylenen Gülsüm abla, bu arada benden 10 yaş büyük olmasa Gülsüm Abla'ya âşık olabilirdim; Köyümüzün imamı Ömer Abi; Okulumuzun olduğu yokuşta evleri olan komşularımız. Yokuşun aşağısından yukarısına doğru ilk hanede Murat emmi, karısı Fatma, oğlu Veysel, baldızı Esma; ikinci hanede Hamdi ve eşi Nuriye, arada bizim okul ve ev vardı. Ondan sonra gelen ilk hanede Efsun Nine, damadı Kamil ile kızı Nurcan; ikinci hanede Nermin Abla ve çocukları, eşi vefat etmişti. Sonra da muhtarın evi vardı. Hepsi de ziyaretime gelmişti. O gün gece yarısına kadar daha birçok insan geçmiş olsuna geldiler. Hastalığımın ikinci günü de bu ziyaretler ile geçti.

Ertesi gün uyandığımda boğazımda hafif bir ağrı kalmıştı. Annem kontrol ettiği zaman iltihaplanmanın büyük oranda azaldığını anladık ama yine de yataktan kalkmama izin çıkmadı. Öğlene kadar radyo dinledim, kitap okudum, ara ara kısa uykulara daldım. Bu süre zarfında fukara yanımdan hiç ayrılmadı. Değişik bir hayvandı. Geldiğimiz günden bu yana, evin içerisine bir kere olsun pislememişti. Yeşilli köyündeki evimize geldiğimiz ilk gün, salonda bir köşede unutulmuş gri renkli bir leğen vardı. Evimizdeki ikinci günümüzde, annem bu leğeni fark etmiş ve fukaranın tuvalet işlerinde kullandığı ortaya çıkmıştı. Bu durum karşısında oldukça şaşırmıştık. O günden beri o leğen, aynı köşede durur ve fukara tuvalet ihtiyacını giderirdi.

Öğlenden sonra Hacı ve Maho ziyaretime geldiler. Yataktan kalkmama izin olmadığı için ben yatarken onlarda kanepeme iliştiler. Hacı ve Maho'nun şen halleri, güzel bir parfüm kokusu gibi tüm evi sardı. Fukara bile canlandı. Onlar gelene kadar yastığımın yanında kıvrılmış yatarken şimdi hoplamaya zıplamaya başladı. Onlar gelene kadar bulutların arkasında gizlenen güneş dahi şimdi en parlak ışıkları ile evimizi doldurdu.

Hacı ile Maho adeta birbirleri ile yarışırcasına sürekli konuşuyorlardı. Köyden, tanımadığım insanlardan haberler veriyorlardı. Maho'ların yan komşusu ihtiyar delikanlı Mustafa amca dün sabah ahırında, kızı gibi sevdiği ineğini sağarken ineğin arka ayağı ile attığı tekme sol kolunu kırmıştı. Bacağı yamuklardan Mehmet diye bir adam pancarlarını suladıktan sonra suyun kenarına uzanmış ve uykuya dalmış. Ayağında hissettiği ağrı ile inleyerek uyandığı vakit, yılan tarafından sokulduğunu anlamış. Göksu'nun hemen ardından aktığı köyümüzün kahvesinde otururlarken, Muhtar Ahmet geçen ay yaptırdığı çeşmeyi eleştiren ağaların Ali diye bir adamı Göksu'nun sularına atmış. Bunlara benzer birçok havadis verdiler. Verdikleri havadislerin içeriğine göre bazen gülüyor, bazen kaşlarımı çatıyor, bazen de üzülüyordum. Anlatacakları bitmiş olacak ki bir saatin sonunda ikisi de sustular. Kısa bir an, her birimiz kendi iç âlemimize döndük. Fukara bile hareket etmiyor, derin düşüncelere dalmışçasına gözleri bir noktaya sabitlenmiş duruyordu. Sessizliği, Hacı'nın yerdeki torbaya uzanması ile çıkan hışırtılar bozdu. Torbayı eline aldı:

"Ali, şimdi sana ninemin hasta iyileştiren tavuklu çorbasından yapacam. La tavuğu bugün sabah gestim. Az önce annenden de izin aldım. Sen yatağından galkma, Maho benim yardımcım olur." dedi. Gülümsedim. Maho ise oturduğu yerde dikleşti ve:

"Ne yardımcısı la, ben baş şef olacam. Asıl sen yardımcım olacan. Yoksa ben karışmam. Burada Ali ile otururum."

Hacı elindeki poşetle ayaklandı. Maho'yu da kolundan tutarak mutfağa kadar sürükledi. Bu arada Maho, bu yaptığının insan haklarına aykırı olduğunu, kendisini dava edeceğini filan söylüyordu. Mutfağa girdiklerinde Maho'nu itirazları hala devam ediyordu. Hacı'nın bulaşık sepetinden aldığı kepçeyi kafasına indirmesi ile sakinler gibi oldu ama Hacı'ya eğer misafir evinde olmasalardı gününü göstereceğini falan söyledi. Kepçe kafasına bir daha indi. Maho'nun bir eli havaya kalktı ve oğlum kaşınma dedi ama kepçe bir daha başına indi ve Maho, tezgâhın üzerindeki poşetten sessizce malzemeleri çıkartmaya başladı.

Mutfağın salona açılan kapısı sayesinde onların yemek hazırlama komedisini kahkahalarım eşliğinde izleyebildim ama Hacı'nın çorbası hakikaten mükkemmel olmuştu.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin