4.11.BÖLÜM-İÇ SIKINTISI

8 0 0
                                    

Gecenin bir yarısında, müthiş bir iç sıkıntısı ile uyanmıştım. Sanki koca bir devin parmakları arasındaydım ve nefes almakta zorlanıyordum. Yatağımda bir o yana bir bu yana saatlerce dönüp durdum ama bir türlü bu sıkıntılı hali üzerimden atamadığım gibi neden bu halde olduğumu da bilmiyordum.

Salon aydınlanırken sonunda yatağımdan kalktım ve pencereyi açarak kafamı dışarı uzattım. Soğuk bir güz rüzgârı parmaklarını saçlarımın arasından geçirdi ve biraz sonra sabahın temiz havası, kuş sesleri falan sanki iç sıkıntıma iyi geldi.

Soğuk güz havası beni titretip pencereyi kapattırdığında saat sabahın altı buçuğuna yaklaşıyordu. Yatağıma doğru giderken gözüm çalışma masamın üstünde tüylerini kabartmış uyuklayan gevezeye ilişince onu sevmek için yanına gittim ama niyetimi anlayan geveze birkaç adım uzaklaşınca vazgeçtim. Gevezeyi eve ilk getirdiğim hali ile aradan geçen bir aydan sonraki şimdi hali arasındaki fark belli oluyordu. Şimdi biraz daha irileşmişti ve tüyleri daha parlaktı.

Bu saatten sonra uyumak gerkesiz olacağı için kapının arkasında asılı olan havlumu ve su ibriğini alarak tuvalet için bahçeye çıktım. Artık tuvaletimiz bahçede yalnız başına durmuyordu. Yanında bir kulübe vardı. Bu kulübeyi de geçen hafta marangoz İsmail Abi'ye artık evde duramayacak kadar büyümüş olan fukara için yaptırmıştık. Annem ve babam bunun gerekli olduğu söylediklerinde biraz üzülmüştüm ama Fukara'nın ayrı eve çıkmak isteyen gençler gibi olduğunu düşününce birazda hoşuma gitmişti.

Tuvalete girdip çıktıktan sonra bu kulübenin yanında durdum. Bilmem nedendir az önceki sıkıntı hemde daha beter halde yeniden peyda olmuştu. Omzumda havlum, elimde ibriğim ile sabahın ayazında kulübenin önünde dikilirken bir anda aklıma Fukara'nın anıları hücum etti.

Bizi Sivas'tan kasabaya getiren minibüste, adını dahi bilmediğim yaşlı bir teyze onu bana vermişti. Doğumu esnasında annesi ölmüştü ve kimsesi yoktu. Çok yalnızdı. O gün minibüste kucağıma aldığım ilk anda hemen göğsüme sokuluvermişti ve bir daha da peşimden hiç ayrılmamıştı. Tuvalete bile girsem, ben çıkana kadar kapının önünden ayrılmazdı. Annesinden ayrılan çocukların ağlaması gibi Fukara'nın yanından ayrılmaya mecbur olduğum zamanlarda o da meleyip dururdu. Geceleri benim kanepemde, ayakucumda yatardı. Havanın güzel olduğu, arkadaşlarımın işlerinde güçlerinde oldukları günler onunla oyunlar oynar ve yürüyüşlere çıkardık. Fukara'nın benim gözümde bir insandan farkı yoktu.

Fukara bir gün hayatımızı da kurtarmıştı. O bir kahramandı. Uykunun beni kabul etmediği bazı geceler, elime bir roman alırdım ve kelimelerin çimentosu, harcı, tuğlası olduğu büyülü dünyalarda saatlerce kendimi kaybederdim. Kitap okurken salonun tepe lambasını değil başucu masa lambamı kullanırdım. Zaten çoğu geceler elektrikler kesildiğinden, buradaki evlerde yaygın kullanılan yağlı kandilin sarı ışığı altında okurdum. Okurken de Fukara ayakları üzerine aynen bir kedi gibi yanıma çöker, yine kedi uysallığı ile yanı başımda uyuklardı.

Elektriklerin kesik olduğu, uykunun nazlı bir sevgili gibi davrandığı gecelerden biriydi. Yağlı kandilin sarı ışığında kitabıma dalıp gitmiştim. Fukarada her zaman olduğu gibi yanı başımda uyukluyordu. Kitabın son sayfalarına yaklaştığım sıralarda merak, sevgiliye kavuşmayı engelleyen kötü karakterler gibi uykunun koynuma girmesine engel oluyordu ama sevenleri ayırmak ne mümkündü. Sonunda gözlerim kapanmıştı.

Kulaklarımda çınlayan meleme sesleri ile uyanmıştım ve salonumuzdaki aşırı aydınlık gözlerimi kısmama neden olmuştu. Rüya gördüğüm düşüncesi ile gözlerimi tekrardan kapamıştım ancak yüzüme vuran ısı dalgasının aklıma getirdiği düşünce ile ayağa fırlamıştım. Yangın! Masadaki kandil yere düşmüştü ve halıyı tutuşturmuştu. Alevler hızla yayılıyordu ve ben şoka girmiştim. Şömine ateşi izler gibi gözlerim alevlerin sardığı halıda donup kalmıştı. Ateş varlığını devam ettirmek için adeta beni hipnoz etmişti. Alevlerin üzerine dökülen su ile kendime gelmiştim. Daha sonra Fukara'nın meleme seslerine uyandığını söyleyecek olan annem elindeki kova ile mutfağa koşturuyor ve:

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin