2.5. - MAHO

18 0 0
                                    

Gözlerim ağır ağır açıldığında kompartımanımızın içi loş bir aydınlıkla doluydu. Ya hava kapalıydı ya da saat çok erkendi. Tabi ki trenimiz bir tünelden geçiyorda olabilirdi. Koluma baktığımda saatin 05.30 olduğunu gördüm. Kalkmak için erkendi bir saatti ama gözümde de bir damla olsun uyku yoktu. Yatağımda şekilden şekle girerek bir güzel gerindim ve dirseklerim üzerinde doğrularak alttaki yatağa baktığımda annem ile babamın uyuduklarını gördüm. Dün gündüz ben uyumuştum ama onlar uyumamışlardı. Şimdi onlar uyuyorlardı ve ben uyanıktım.

Uyumak için biraz kendimi zorlamak daha mantıklı gibiydi. Çünkü daracık kompertımanında şuanda yapılacak en güzel aktivite uyumak ve rüya görmekti. Rüyalarımda bu küçük kompartıman özgürlüğüme engel değildi. Zaten uyanmadan önce de rüyamda yüksek bir dağa tırmanıyordum ve rüzgarın soğuk nefesi saçlarımda geziniyordu.

Kafamı yastığa bıraktım ama biraz sonra ne kadarda çabalasam uyuyamayacağıma artık emin oldum. Zaten içerinin loş aydınlığından dışarının karanlık olmadığı anlaşılıyordu. Yani perdeleri açıp manzaraya bakarak vakit geçirebilir hatta uykuya dahi dalabilirdim. Annem ile babamı uyandırmamak adına sessizce ayakucuna doğru kayarak yatağımdan yere indim. Pencereye doğru yürüdüm ve perdeleri açtım ama manzarayı göremedim. Sanki gece biz uyurken birileri camları beyaza boyamış gibiydi.

Biraz daha dikkatli bakınca elimi alnıma indirdim. Yataktan yeni kalktığım için anlamamış olmalıydım. Bu bildiğimiz sisti ama insanın boylu poslusu, güzeli gibi esaslı bir sisti. Anlamsızca sise baktım. Çünkü çok güzeldi. Trenimiz sanki bulutlar içinde yol alıyormuş hissi uyandırıyordu. Bir süre hayranlık ile bu beyazlığı seyre daldım. Hipnoz olmuş gibiydim ama her şeyi yıpratan zaman, sisi de etkilemeye başladı. Zaman ilerledikçe sisin yoğunluğu da azaldı ve ağaçlar belli belirsiz görülmeye başladı.

Dünyamız ile tokalaşmak için sarı kollarını uzatmaya başlayan güneş ortaya çıktığı vakit, sis neredeyse tamamen kaybolmuştu. Biraz sonra da şehrin muhafızları gibi en dışlarda duran, tek tük evler görünmeye başladı. Galiba yeni bir şehre yaklaşıyorduk. Bu esnada trenimiz uzun uzun düdüğünü öttürdü ve tahminimde yanılmadığımı anlamış oldum. Çünkü tren ne zaman bir şehre girecek olursa düdüğünü bu şekilde uzun uzun çalardı. Düdük sesi üzerine annem kımıldanmaya başladı ve örtünün altından çıkan kolları iki yana doğru açıldılar. Önce gerindi sonra da gözleri açıldı ve beni görünce gülümsedi:

"Günaydın oğlum erkencisin."

"Günaydın anne. Dün gündüz fazla uyumuşum ama iyi ki de uyumuşum. Ömrümde görmediğim kadar güzel bir sis vardı. Çok şey kaçırdınız."

"Güzel vakit geçirmene sevindim. Bu arada trenin düdüğümü öttü?"

"Evet, yeni bir şehre geldik." Esneyerek doğrulan annem:

"Belki garda mola verirler. Bugün kahvaltımızı açık hava da yapalım. Ne dersin?"

"Harika bir fikir."

"Talat aşkım kalk hadi. Kahvaltı edeceğiz. Tren gara girmeden hazırlığımızı yapalım."

Bu defa babamı uyandırmak kolay oldu. Çünkü anahtar kelime kahvaltıydı. Biraz sonra kahvaltı hazırlıklarını tamamladık cevakit, trenimizde şehrin garına girdi. Tren duruktan sonra garda bir ses duyuldu. Bu ses trenimizin kırk beş dakika sonra kalkacağını duyurdu. Bizde açık havada rahat rahat kahvaltı yapabileceğimiz için sevindik.

Tren durduğu vakit duyulan seslerden kompartımanların kapılarının birer birer açıldığı, insanların açık havaya çıkmak için sabırsızlandıkları anlaşılıyordu. Bu yüzden koridora çıkmak istediğimiz vakit kalabalıkla karşılaştık ve insanlar trenden inene kadar bekledik. Vagondan ellerimizdeki poşetler ile indigimizde babam durdu ve elindeki poşeti anneme uzatarak acil tuvalete gitmesi gerektiğini söyledi. Annem gözlerini devirdi ve çabuk gelmesini tembihledi ama babam geldiğinde hemen hemen on dakika geride kalmıştı.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin