3.11-BÖLÜM-AYI

9 0 0
                                    

Hacer teyze her birimizi yüzlerimizden öperek, uzun uzun kucakladı ve yola bizi uğurlamak için çıktı. Biraz uzaklaştıktan sonra dönüp arkama baktığımda hala yolun kenarında durduğunu ve gözyaşlarını yazmasının kenarları ile sildiğini gördüm. Kendisine baktığımı görünce Hacer Nine tekrardan el sallamaya başladı. Bende karşılık verdim. Beni gören bizim çocuklarda arkalarına döndüler ve hep birlikte, son kez el salladık.

Yokuşu inince gözlük ve fırıldak, yaklaştıkları için evlerine gitmek üzere ayrıldılar. Maho, Hacı ve ben meydana doğru yürümeye devam ettik. Hacı ve ben, ellerimiz ceplerimizde, gözlerimiz yerlerde, düşünceli bir hal ile yürürken, Maho yoldaki ufak taşlara ayağı ile vurarak, kendince bir oyun icat etmişti. Bir süre daha bu halde yürüdük ve Hacı'ların evine geldik ama ev, kapı duvardı; Daha gelmemişlerdi. Oradan bizim eve doğru yürümeye başladık. Bu arada Maho'nun evlerine yakın geçmemek adına yolumuzu biraz uzattık. Çünkü Maho, ninesinin hava kararmadan önce kasabadan gelmeyeceğini söylüyordu. Eğer ninesi gelmeden babasına yakalanırsa, ayvayı yermiş.

Maho'ların evinin birkaç sokak ötesinde Hacı sağımda, Maho solumda ilerliyorduk. Yanımdaki Maho, taşlara vurmaya devam ediyordu. Bir an, tam ayağını kaldırıp taşa vurmaya hazırlanırken:

"Kulağım. Yandım Allah!" diye bağırdı. Bu ani bağrış ile olduğumuz yerde durduk ve hızla Maho'ya döndüğümüzde, Hacı ve ben kıkır kıkır gülmeye başladık.

Maho, çekilen kulağının daha az acıması için ayak parmakları üzerinde yükseliyordu. Kulağı çeken elin sahibi, Maho'nun babası Hasan amcadan başkası değildi. Onun suratında da zaferinin tadını çıkarttığını gösteren bir gülümseme vardı. Maho'nun kulağını, bir iki defa daha kıvırdıktan sonra:

"La Maho, sabah elimden kurtuldun ama bak Allah yok mu, ninen gelmeden elime düştün." dedi. Kulağının acısından sızlanan Maho:

"Valla baba, bende kahveye, senin yanına teslim olmaya geliyordum. Sabah sütü başından aşağı döktüğümden bu yana vicdan azabı çekiyorum. Senin ayaklarına kapanmaya geliyordum."

"Yemezler aslanım. La seni daha yeni görmedim. Ta Hacı'ların evinin önünde rastladım. Bana yakalanmamak için yolu uzattığını biliyorum." Dedi ve Maho'yu, kulağından çekerek, peşi sıra yürütmeye başladı. Maho:

"Ya baba, eve kadar böyle kulağımı çekerek mi götürecen? Köyde bir garizmam var benim, bozulacak yahu!" Hasan Amca:

"Vay..." dedi ve Maho'nun ensesine şaplağı indirdi:

"Aslında tam kulağını bırakmaya garar vermiştim ama la madem garikman filan her neyse bozulacaksa, cezanın bir kısmı da bu şekilde olsun." dedi ve kahkahalar ile gülmeye başladı:

"Ha eve varınca da önce şu ayaklarımı bir güzel yıkarsın. Sonra da ahırı temizler, hayvanları yemler, en sonda sütü sağdıktan sonra cezanın bir kısmı biter" Maho:

"Oha, bir insan evladına bu kadar iş yüklenir mi? Çıkar keyfini bakalım baba, nasıl olsa ninem birkaç saat sonra gelecek." Dedi ve anında enseye şaplağı yedi.

Maho ile babası uzaklaşırken, Hacı ve bende arkalarından kahkahalar ile gülüyorduk. Onlar gözden kaybolurken bizde yürümeye devam ettik. Hacı, fazla kilolarından dolayı yanımda hızlı nefesler alıp veriyordu. Aklıma gelen soruyu, Hacı'nın anlayışlı haline güvenerek, direkt sordum:

"Hacı beni yanlış anlama ama hiç bu kadar kilolu olmaktan rahatsız olmuyor musun?" Sorum üzerine gülümseyen Hacı:

"Göye gelirken babamı duydun. La onlar için kilolu olmak bir gurur gaynağıdır. Bu yüzden aklım erdiğinden beri annem, babam, amcalarım, halalarım kısaca tüm akrabalarım ile sürekli yeriz. Kasabaya gittiğimizde her tartılmamda kilomun arttığını görünce babam bana ödül olarak ne istersem alırdı. Bu yüzden, bende daha fazla yemeye başladım ve daha ilkokula başlamadan ayı gibi oldum.

İlkokula başlayana kadar da aşırı kilolu olduğumun farkında bile değildim. Çünkü bizim akrabalar hep böyle kilolu olduğu için durumu hiç garipsemezdim ama okula başlayınca, arkadaşlarım benimle dalga geçmeye başladılar. Başlarda biraz alınsam da sonraları hiç umursamadım. Zaten ben onlara aldırmayınca, onlar da dalga geçmeyi bıraktılar.

Ama la geçen sene yaşadığım bir olay beni derinden yaraladı. O olaydan sonra her sabah daha az yemeğe karar veriyordum ama bu kararı mı bir türlü uygulamaya geçiremiyordum. Kilolarımı fena halde kafama takmıştım. La onları üzmemek adına belli etmiyordum ama beni bu hale getirdikleri için annem ve babama öfke duymaya başlamıştım. Okulda, sokakta falan kilolu olduğumu ima eden ya da dalga geçen bir olduğu vakit artık hemen pataklıyordum. La tam bir sene böyle geçti. Sonra da o eski umursamaz halime geri döndüm.

Beni o hale sokan olaydan, bu zamana kadar kimselere bahsetmedim. İlk defa sana anlatacağım." Dedi. Olayın içeriğini ölesiye merak etmeme rağmen:

"Çok özel bir konu ise anlatmasanda sorun olmaz."

"La boş ver. Belki birine anlatırsam, içimdeki yara tamamen kapanır. Hem senden sır çıkmayacağına adım gibi eminim." Dedi. Sonra da iç çekti ve anlatmaya başladı:

"O sene göyümüzde ki sağlık ocağına, yeni doktorumuz gelmişti. Adı Murat'tı. Karısı ve kızı ile birlikte sağlık ocağındaki doktor evine yerleşmişlerdi. Bildiğin gibi geçen sene okulumuzda öğretmen olmadığından, gomşu köyün okuluna gidiyorduk. Doktor Murat'ta kızını bu okula yazdırdı ve kendi arabası ile getirip götürmeye başladı. Kızın adı Melek'ti. Sarı saçlı, mavi gözlü, güzel bir kızdı. Benimle aynı sınıfa düşmüştü. Onun yüzünden ders filan dinleyemez olmuştum. La teneffüsler de, derslerde hep onu seyrederdim.

Bu kızdan acayip hoşlandım ama o benim farkımda bile değildi. Bir teneffüs vakti Melek okulun bahçesinde, iki kız arkadaşı ile oturuyorlardı. Ne olacaksa olsun la dedim ve yanlarına doğru, hızla yürüdüm. Önlerine gelince üçü de meraklı ve şaşkın gözleri ile bana baktı. Tıkandım. Suratıma benzin dökülmüş de alev almış yanıyormuş gibi hissediyordum.

Derin derin birkaç defa nefes aldım ve kekeleyerek Meleğe, kendisi ile baş başa bir konuyu konuşmak istediğimi söyledim. Cevap olarak, kendisi ile özel ne konuşabileceğimi, kimseden gizli saklısı olmadığını söyledi. La artık dönülemeyecek noktaya geldiğimi düşündüm ve bir anda seni seviyorum dedim. İlk anda o ve iki arkadaşı önce şaşkınlıktan bakakaldılar. Sonra da kahkahayı bastılar. Melek'te: 'Senin gibi bir şişko ancak ayıları sever.' dedi ve üçü birden kahkahalar ile yanımdan uzaklaştılar.

İşte böyle, la sonrası bunalım ile geçen bir sene oldu. Şimdi düşündüğüm vakitler bir sene boyunca, boş yere kendimi üzdüğümü anlıyorum. Kendi kendime, beni seven bu halimle de sever la diyorum ve artık hiç umursamıyorum ama bu hale gelene kadar bir sene ne kadar eziyet çektim, tahmin edemezsin." Dedi:

"Bari bundan sonra daha fazla kilo alma. Sağlığın açısından daha iyi olur."

"La Ali, bizim ailenin genleri tam tersine işler. Zayıfsan erkenden ölürsün." dedi ve kıkırdadık.

Okulun yokuşuna geldik ve ağır ağır, konuşmadan çıkmaya başladık. Sonra da bahçeye girdik. Evimizin mavi kapısına anahtarı soktum ve fukara melemeye başladı. Açınca da üzerime zıpladı. Bir süre Hacı ile fukarayı sevdik. Yine zıplıyordu ve meliyordu. Doğal olarak acıkmıştı. Fukara'nın biberonunu aldım ve Hacı ile birlikte muhtarın evine doğru yürüdük. Fukarada hemen peşimizden geldi. Evine vardığımızda muhtar yoktu. En son geldiğimde eğer evde olmazsa saksının içerisindeki anahtarı ile ahıra girip süt alabileceğimi söylediği için dediği gibi ahıra girdik ve sütü sağdık. Geri dönüş yolunda, Fukara elimdeki biberona zıplayıp durdu. Eve gelince kapının eşiğine oturduk ve Fukarayı besledik. Hacı ile yarım saate muhabbet ettik ve Koca Yusuf'un at arabası bahçeye girdi.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now