4.6.BÖLÜM-ARKA SIRA

9 0 0
                                    

Çorap meselesi çözüldükten sonra annem masaya oturdu ve bir anda tabaklar boşaldı. Eğer hızlı kahvaltı yapma rekoru diye bir derece olsaydı, şuan birinciliği açık ara farkla alırdık. Sandalyesinden kalkan annem, çayının son yudumlarını da içtikten sonra masadan kalkmaya hiç niyeti yokmuş gibi gözüken babamı kolundan tuttuğu gibi kaldırdı. Giderken de, kendilerinin ders zilinden önce yapması gereken hazırlıkları olduğundan kahvaltı masasını toplamamı rica ettiler. Olur dedim.

Onlar kapıdan çıktıklarında bende pencereye vardım ve perdeyi hafiften araladım. Bizimkileri gören öğrencilerin ilk tepkisi, sessizlik oldu. Bahçenin çeşitli yerlerine dağılmış olan öğrencilerin bakışları, bizimkilerin üstündeydi. Annem ve babamı tanımıyorlardı. Yapacakları herhangi bir harekete, söyleyecekleri herhangi bir söze nasıl tepki alacaklarını bilmiyorlardı. Bizimkilerin yürüyüşlerinden, el kol hareketlerinden, giyimlerinden, jest ve mimiklerinden kişiliklerini çözmeye çalışıyorlardı. Bu yöntem, öğrenciler için en tehlikesiz olanıydı.

Annem ve babam ise, yılların kendilerine kazandırdığı tecrübe ve şuan ki ortamda otorite konumunda olmalarından dolayı, öğrencilerin arasından rahat ve kendilerinden emin bir şekilde yürüyorlardı. Babam yanlarından geçtikçe, bazı öğrencilerin saçlarını karıştırıyordu. Okula girmelerine birkaç adım kala, özgüveni yüksek olan öğrenciler kendilerini belli ettiler. Bu birkaç öğrenci, bizimkilerin önünü keserek konuşmaya başladılar. Kısa bir süre sonrada, bizimkilerde bir tehlike unsuru görmeyen diğer öğrencilerde etraflarını sardılar.

Perdeyi bıraktım ve masanın başına tekrardan döndüm. Toplarken bir yanda da düşüncelere daldım. Okulumuzda 4 tane derslik olmasına rağmen, iki tane öğretmen vardı. Bu sebepten 1, 2 ve 3. Sınıflar tek sınıf olarak öğlene kadar, 4 ve 5. Sınıflarda tek sınıf olarak öğlenden akşama kadar ders göreceklerdi. Yani öğlenci sabahçı eğitim sistemine göre öğrenim göreceklerdi. Ortaokul öğrencilerinde ise yalnızca 6.Sınıflar olduğundan, sabahtan öğlene kadar 4 saat, öğlenden sonrada 2 saat ders şeklinde, tam gün öğrenim görülecekti. Eğer Ayşe Abla'nın ataması yapılırsa ilkokulların sabahçı, öğlenci düzeni de kalkmış olacak ve tıpkı biz ortaokullar gibi öğrenim göreceklerdi.

Son bardağı da sabunlu su ile dolu olan bulaşık leğenine bıraktığımda, ders zili duyuldu. Ellerimi duruladıktan sonra çantamı sırtıma geçirdim ve evden çıktım. Öğrenciler çoktan sınıflarına girmişlerdi. Yalnızca benim gibi geç kalan birkaç öğrenci okula daha yeni giriyordu.

Sınıfıma girdiğimde büyük bir uğultu beni karşıladı. Sıralar neredeyse doluydu ama hala boş birkaç tane vardı. Yani en geç gelen ben değildim. Kimse benimle ilgilenmiyordu. Şimdi yabancı görünen, bir anlam ifade etmeyen bu yüzlerin, kısa bir süre sonra zihnimde ve yüreğimde bir anlamları olacaktı. Sıralarda oturan öğrencilerin, birbirleri ile samimi muhabbetlerinden yılların arkadaşlığı belli oluyordu. Yalnızca birkaç öğrenci kimseyle konuşmuyordu. Onlarda kuvvetle muhtemel iç dünyalarında yaşamayı seven, içine kapanık çocuklardı.

Sınıfın kapısında bir süre ne yapacağımı bilmez halde öylece dikildim. Boyunun kısalığından ve en arka sırada oturmasından fark edemediğim Maho, bir anda ayağa kalkınca kendisini gördüm. Ayağa kalkmış, yanına gelmemi işaret ediyordu. Kalabalığın arasında gördüğüm bu tanıdık yüz, korkularımı dizginlemeye yetti. Rahatladım ve yanına gidip oturdum. Maho:

"Nerde kaldın la Ali bir an meraklandım. Bizim tayfadan sadece ben mi okuyacağım zannederekten korkuya kapıldım." dedi ve elini kaldırınca, çaktım. Konuşmaya devam eden Maho:

"Bak bu en arka iki sırayı bizim tayfa için tuttum. Vallahi sen gelmeden az önce Ayı Haydar geldi. Üzerinde oturduğumuz sırayı beğendini, bundan dolayı kendine ait olduğunu, kalkmamı falan söyledi. La karşısına dikildim desem yalan söylemiş olurum. Ellerimi önümde birleştirdim, boynumu büktüm ve acınası ses tonum ile bu sıranın öğretmenlerin oğlu Ali için ayrıldığını söyledim. Haydar'ın korktuğu tek kişi öğretmendir. Bu yüzden seni öne sürünce, sesini çıkarmadan gitti. La oğlum, Haydar lakabının adamıdır. Ayı gibidir. Valla bir vuruşta beni duvara yapıştırırdı. Sen düşün artık nasıl bir tehlikeyi göze aldığımı. Bak şurada oturuyor."

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now