1.9.HAYAT

19 2 0
                                    

Annemin şiş suratını düşünürken göz kapaklarım ağırlaştılar. Albümde fotoğrafı da olmalıydı ama şimdi bakamazdım. Yorganı üzerime çektim. Sol yanıma döndüm ve yastıklarımdan bir tanesini kucakladım. Uyku otobüsü durağa gelmek üzereydi. Biraz sonra uyku ile uyanıklık arasında ki perdeden kafamı uyku tarafına uzatmıştım. Ne güzel bir ormandı ve çattttt. Sıçradım. Kalp atışlarım hızlandı. Ne oluyordu? Neredeyim? Kulak kesildim. Hı dedim ve kendimi yastığıma bıraktım. Bizimkiler yine kahkaha atıyorlardı.

Uymuştum ya! Az önce resmen uyumuştum. Üstelik bu gece ki diğer kısa uykularımda olduğu gibi kötü bir rüya da görmüyordum. Aslında rüyamı iyi olarak tanımlamak için erkendi. Yalnızca güzel bir orman görmüştüm. Belki de ormanın içinde dedemler ile ninemler vardı ve vahşi hayvanlarca... kafamı hızla iki yana salladım. Böyle şeyler düşünmemeliydim.

Bende sırt üstü uzandım, ellerimi kafamın altına aldım ve tüm gece yaptığım gibi uykum gelene kadar düşünmeye devam ettim.

Mutluluk ve yaşam sevincini birçoğumuz parada ve kadınlarda ararlar. Bazıları da resim, müzik gibi sanat; futbol, basketbol gibi spor dallarında ararlar. Bazıları da makam mevki, ün şöhret peşinde bulmayı umut ederler. İstediklerini elde ettikçe, hayalini kurdukları mutluluğa ulaşamazlar ve daha fazlasını elde etmek isterler. Yine olmaz ve daha fazlasını isterler. Sonunda elde edecek bir şeyi kalmayanlardan bazıları da hayatlarına son verirlerdi.

Oysaki mutluluk ve yaşam sevincini çok uzaklarda aramamak gerekir. Mutluluk ve sevincin hiç tükenmeyen kaynağı ailedir. Dostlardır. Dedem ve ninelerim, annem ve babam ile beşimiz küçük bir yağlı boya resmiyiz. Bu tuvalin bir yarısını dedem ile ninemler, diğer yarısını ise ben, annem ve babam oluşturur. Arkadaşlarımız ve dostlarımız ise bu resmin çerçevesidirler. İstanbul ise bu tablonun güven ile duvarda asılı durduğu çividir. Şimdi, bir ay gibi kısa bir zaman sonra bu tablo, o çividen düşecek ve parçalanacaktı. Bu duruma nasıl üzülmez, uykusuz kalmazdım?

İçimde bir yerlerde bana güç veren, ayakta durmamı sağlayan kıvılcımlar olmasaydı acım, kederim, üzüntüm bir afet gibi beni enkaza çevirirdi. Bu kıvılcımlara yoğunlaştığım zaman sevinç, merak ve umut kıvılcımları olduğu anlayabiliyordum. Yeni yerleri görmenin, yeni insanlar tanımanın merakı ve sevinci vardı. Yeni ve mutlu bir hayatın umudu vardı.

Bu kıvılcımlar ne zaman kuvvetlenip alev alsalar, ateşin üstündeki kazan gibi üzüntümü, kederimi kaynatıyorlardı ve daha fazla acı çekmeme neden oluyordu. Mutlu kelimesi benim sözlüğümde dedemler ile ninemlere eş anlamlı iken, onların yanımda olmadığı bir yerde nasıl mutlu olmayı düşünebilirdim? Yoksa bencilin teki miydim? Ama şunu da unutmamam lazımdı, ben bu kararın herhangi bir aşamasında yoktum. Aynen dedemler gibi herşeyden habersizdim. Ayrıca üzüntüden hastalansam daha iyi mi olurdu? Dedemler o zaman daha çok üzülmez miydi?

Acaba annem ile babama gerektiği kadar tepki gösteremediğim için mi vicdanım rahat değildi? Evet, bizimkilere yeteri kadar tepki gösterememiştim. Belki tepkimi abartsaydım, annem ve babam kararlarını bir daha gözden geçirmek zorunda kalırlardı ama işte tayinleri çoktan çıkmıştı, bu işin geri dönüşü yoktu.

Annem ve babam tayin konusunu açıklarında uzun bir konuşma yapmışlardı ve doğrusu biraz da onları haklı bulmam sebep olmuşlar ve bu yüzden de itirazım cılız kalmıştı. Kendimi zengin, şımarık çocuklar gibi hissetmiştim. İstediğim her şeye, herhangi bir zorluk çekmeden sahiptim ve sahip olmaya da devam ediyordum. Gerçekten de, değim yerinde ise bir elim yağda bir elimde balda yaşayıp gidiyordum. Her tarafım lüks ile çevrilmişti. Bu zamana kadar bir konu da zorluk çektiğimi hiç hatırlamıyorum. Kavga, dövüş hiç iyi şeyler olmasa da, bu güne kadar birine bir fiske vurduğumu ya da bir fiske yediğimi hatırlamam. Süt çocuğu dedikleri, acaba ben mi oluyordum?

Okulumda oldukça disiplinli bir eğitim düzeni vardı. Öğretmenlerimiz Fransa, İngiltere, İtalya gibi kentlerden olma, sonradan ülkemize yerleşen insanlardı. Öğretmenlerimiz, yetişkinlik zamanlarımıza hazırlık olması için öğrencilerin birbirlerine hitap eder iken isimlerimizin önüne, bay ve bayan sıfatları kullandırırlardı. Yani okulumda sıra arkadaşımdan silgi istediğim vakit:

"Ahmet Bey, uygun görürseniz silginizi ödünç alabilir miyim?" Derdim. Oysaki normal bir okulda, başka bir öğrenci:

"Lan Ahmet, şu silgini versene, nazlanma be, iki silip vereceğiz yahu" derdi.

Annem benim dünyamı yapay şeklinde tanımlamakta haklı olabilir miydi? Gerçek dünya nasıl bir yerdi? Neden benim yaşantım yapay oluyordu? Eğer gerçek hayattan kast ettikleri kavga filansa, İstanbul'da da kavga edebilirdim. Ya da en iyisi bir dövüş sporuna yazılırdım. Konuşmama biraz da argo sözcükler eklediğim zaman tamamdı. Yani bu kadar abartılacak ne vardı? Arkadaşlara, dostlara gelecek olursak gerçek dostlarım sanki burada yok muydu?

Aklıma gelen düşünce ile içim bulandı. Göğsüme hançer saplanmış gibi bir ağrı girdi ve alnımda terler birikti. Aslında bizimkilerin sonuna kadar haklı olduklarını biliyordum. Beni rahatsız eden düşünce onların haklı olmaları değildi. Aklıma gelen bir soruydu. Acaba üzüntümün asıl nedeni bu rahat, konforlu hayatı terk etmek istememem miydi? Bu doğru olabilir miydi? Dedemler, ninemler, İstanbul ve arkadaşlarım benim bu niyetimi gizleyen bahaneler miydi? Hayır, bu doğru olamazdı. Özellikle dedem ve ninemler söz konusu olduğunda, bu hususun yalan olduğu yönünde kelle mi ortaya koyabilirdim. Onların aklımda, gönlümde yerleri bambaşkadır. Kendimi bildim bileli, onlardan bir gün dahi olsun ayrı kalmadım. Onların olmadığı bir dünyayı düşünmek dahi istemem. Onlarında bana karşı olan sonsuz ve çıkarsız sevgilerini anlamamak için de akıl yönünden kıt olmak gerekirdi.

Korkuyordum ve bu korkumda sonuna kadar samimiydim. Aradaki uzun mesafenin ve ayrı geçireceğimiz günlerin dedem ve ninemler ile aramızda bu güçlü sevgiyi zayıflatacağından korkuyordum. Belki de seneye bu zaman beni eskisi kadar sevmeyeceklerdi. Evet, bu tayin işinden nefret etmemdeki asıl neden buydu. Lüks düşkünü, şımarık bir çocuk olduğuma gelince de, Sivas'ın Yeşilli köyünde yaşadığım zaman başta kendim olmak üzere bu şekilde düşünen herkese bunu ispat edecektim.

Şimdi anlıyordum. Annem ve babama neden yüksek sesle itiraz edemediğim şimdi ortaya çıkmıştı ve beni rahatlatmıştı. Aslında ben monotonluktan kurtulma, macera, yeni yerler görmek gibi isteklere dedemleri ve ninemleri tercih etmiyordum. Ben gerçek dünya da yaşamak, hayatı görmek istiyordum ve en önemlisi de lüks düşkünü, şımarık zengin çocuğu olmadığımı herkesten önce kendime kanıtlamak istiyordum. Bu da bir bakımdan yüce bir amaç sayılabilirdi.

Bu düşünceyle rahatladım. Belki de Sivas tayini her şeyi daha güzel hale getirecekti. Uzak kalan insanların sevgilerinin kuvvetlendiğini de bir yerlerden ya duymuştum ya da okumuştum. Belki de aramıza giren mesafeler sayesinde dedem ve ninemler ile aramızda daha kuvvetli sevgi bağları oluşacaktı. Ayrıca onlar ile temelli ayrılmayacaktık. Bizimkilerin zorunlu görev süreleri dolduğunda İstanbul'a geri gelecektik. Bu zaman zarfında da telefon ile sürekli görüşebilirdik. Ayrıca 15 tatil ve yaz tatillerinde bolca vakit geçirebilirdik. Bu düşünceler ile iyice bir gevşedim.

Şafak vaktiydi. Gece boyu uyanık kalan zavallı ayın rengi solmuştu; yorgunluktan olsa gerek. Aynaya baksam, aynı ay gibi solduğumu göreceğime emindim. Uzun bir gece geçireceğimi, Sivas'ı duyduğum anda anlamıştım. Ölüm anında anıların gözlerin önünden geçmesi demek böyle bir şeymiş. Maddi anlamda ölmeyecektim ama geride bırakmak zorunda kalacağım şeyler yüzünden ruhumdan bir parçanın öleceği kesindi. İstanbul'lu Ali'yi nasıl bilirdiniz? İyi bilirdik. Elim ile ağzımı kapadım. Çünkü yüksek sesle söylemiştim. Bizimkilerin duymasına ve aklımı yitirip yitirmediğimi görmek için odama gelmelerine lüzum yoktu.

Onlardan bahsetmişken, annem ve babam ne kadar kahkahalar ile gülseler de, gözlerine baktığım vakit mum ışığı titrekliğinde bir üzüntüyü de onlar da görebiliyordum.                                                                                                                                                                                                        

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang