3.15.BÖLÜM-SAPAN

13 0 0
                                    

Yataktan kalkmama yasağımın 4.gününde hastalığım vücudumdan büyük ölçüde göç etmişti. Annemde iyileştiğime kanaat getirmiş olacak ki, yatağımı toplamama izin verdi. Kahvaltıdan sonra bahçemizde, kapımızın eşiğine oturdum. Kaç gündür yatakta kalmaktan bunalmıştım ama annem, bahçeden dışarı çıkmama izin vermiyordu. Olsun, bu da bir ilerlemeydi. Güneş sırtıma vuruyor, kuşlar şakıyordu. Huzurluydum. Biraz sonra da fırıldak geldi. Bir süre güneşin altında beraber oturduk ve sohbet ettik.

Bir ara konu sapanlardan açıldı. Daha önce hiç sapan görmediğimi söyleyince fırıldak sapan yapmak için ısrar etmeye başladı. Israrlarına dayanamadım ve kabul ettim. Annemin şartlı tahliyesinde, bahçe sınırlarının dışına çıkmam yasaktı. Bu sebepten bahçemizin son sınırını kadar ona eşlik ettim. Fırıldak bayırdan aşağı hızla indi ve ormanın içinde gözden kayboldu. Bende bayırın sınırında bir taşın üzerine oturdum ve onu bekledim ama beş dakika oldu olmadı fırıldak ormandan çıktı ve bayırdan tırmanmaya başladı.

Yanıma geldiğinde elinde iki tane kalın dal vardı. Bu dallardan bir tanesini elime aldım. İncelediğimde Y şeklinde, yamuk yumuk, kalın bir dal parçası olduğunu gördüm. Sonra kapının eşiğine oturduk ve Fırıldak cebinden çıkardığı kırmızı saplı, ufak bir çakı ile dalların kabuklarını, yamru yumru yerlerini düzeltmeye başladı. Yarım saat sonra Fırıldak son dokunuşlarını yaptı ve artık dal parçası olmaktan çıkan sanat eserlerini yere bıraktı. Sonra da lastik bulmak umudu ile okulun kömürlüğüne daldı. Çıktığında elinde bir parça bisiklet lastiği vardı.

Yanıma oturduktan sonra lastiği çakısıyla keserek iki parçaya ayırdı ve parçaları dallara bağladı. Cebinden çıkardığı kalın bir iple elimizle tutacağımız yerlerini de sardıktan sonra sapanlar hazırdı. Evden iki gazoz getirdim ve içtik. Boş şişleri de on adım ilerimizde, taşların üstüne koyduk ve fırıldak sapan ile nasıl nişan alınacağını göstermeye başladı. İlk atışında o şişenin bir tanesini parçaladı. Ben ise yirminci atışımda başarıya ulaşabildim. Sonra da fırıldak bir işi olduğunu söyledi ve gitti. Sapanları da bana bırakmıştı.

Akşam yemeğimizi, bahçemizdeki akasya ağacının altında yedik. Yemekten sonra da okul ile evimiz arasına uzun bir çamaşır ipi gerdik. Annem çamaşırları asarken, babam ve bende eşikte oturuyorduk. Bir ara babam sapanları fark etti:

"Aaa, bunlar sapan değil mi? Vay vay vay. Bunları kim yapmış ise bayağı bir emek harcamış. En son ilkokula giderken sapanım vardı. Baban bunlarla havadaki sineği indirirdi."

"Fırıldak yaptı. Şu taşın üstüne şişe diktik, tek atışta parçaladı."

"Güzel, nişanı da yerinde ama o şansına vurmuştur. Bak şimdi, usta nişancı nasıl olurmuş göstereyim." dedi ve yerden ufak bir taş alıp sapana yerleştirdi:

"Bak şimdi, anneni sol arka cebinden vuracağım." dedi.

Bu esnada annem, arkası bize dönük halde mırıldandığı türkü eşliğinde çamaşırları asıyordu. Babamı yapmaması konusunda uyardım ama dinlemedi. Lastiği gerdi ve sol gözünü kapatarak nişan aldı. Lastiği bıraktı ve annem hafiften zıpladı. Eli, sol arka cebine gitti. Hızla arkasına dönerken, babamda sapanları arkasına saklayarak benimle anlamsız bir muhabbet başlattı. Annemde çatık kaşları, düşünceli gözleri ile bir süre bize baktı. Sonra da omuz silkerek çamaşırlarına geri döndü.

Eliyle ağzını kapatan babamda kıkırdıyordu. Sonra arkasına uzandı ve sapanı yine aldı. Yerden aldığı ufak taşı yuvasına yerleştirdi ve lastiği gerdi. Sol gözünü kapayıp nişan aldıktan sonra da annemi iki kürek kemiği arasından vuracağını söyledi. Gözlerimi devirdim. Lastik serbest kalktı. AH. Bu ses annemden gelmişti. Eli, kürek kemiklerinin arasına uzanırken hızla döndü ama babam son anda sapanı arkasına saklamayı yine başardı. Şimdi de maç muhabbeti ediyordu. Bu defa annem, ilk seferden daha uzun baktı. Babam da laf arasında annemin kendisine baktığını fark etmiş gibi davranarak:

"Hayatım bir sorun mu var? Neye sinirlendin yine?" dedi. Çatık kaşları ile bakmaya devam eden annem:

"Sırtıma bir şey çarptı gibi geldi ama neyse boş ver." Dedi. Döndü ve çamaşırları asmaya devam etti. Bu defa babamın, iki eli birden ağzını kapatıyordu. Kahkahalarının ağzından fırlamaması için mosmor olmuş, anlındaki damarlar ortaya çıkmıştı. Çamaşır dolu leğene eğilen annem, benim kırmızı kazağımı eline aldı. Bu anda hızla arkasına döndü. Babam anında önünde zıplayan Fukara ile oynar gibi yaptı. Sanki Fukaranın yaramazlıklarına kıkırdıyor gibi görünüyordu. Bir süre şüpheli gözlerle babama bakan Annem önüne döndü ve belinde asılı torbadan bir tane mandal alarak kırmızı tişörtümü ipe astı.

Babam bu defa biraz daha uzun bekledikten sonra harekete geçti. Sapanı arkasından aldı ve yerden bir taş buldu. Yuvaya yerleştireceği anda kolunu tuttum ve şansını zorlamamasını söyledim ama omuz silkti. Gözünü kapadı. Nişanı aldı ve lastiği bıraktı. Küt. Ah. Tam söylediği yerden yani kafasından vurmuştu ama annem bu defa daha erken davrandı. Eli kafasına gitmeden önce arkasına döndü. Bu birkaç saniyelik fark ile babam, elindeki sapanı arkasına fırlatmak için yaptığı hamleyi yarıda kesmek zorunda kaldı. Yakalanmıştı. Kahkahalar, tazyikli su gibi ağzından fırladı ve:

"Hayatım. Ha haa haaa! Acımadı inşallah. Ha haa haaa!"

Annem her zaman olduğu gibi kızardı. Dişlerinin arasından:

"Birde gülüyor." dedi. Babam hızla ayağa kalktı. O da kızarmıştı ama sinirden değildi. Gülmemek için nefesini tutuyordu. Hort, hort kaçan kahkahaları arasında:

"Hayatım, ben gideyim de çay koyayım. Sen yorulmuşsundur, bir yorgunluk çayı iç bakalım." Dedi ve kahkahaları patladı. Eli karnında, iki büklüm halde gözlerinden yaşlar gelerek güldü. Taşı yedikçe annemin safça nasıl baktığının taklitini yaptı ve iyice koptu. Annem de yerden kaptığı sopa ile babamı kovaladı. Sonunda babam, kendini tuvalete atmayı başardı ama annem onu hortumla bir güzel ıslattı.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin