3.21.BÖLÜM-GÖTE

12 0 0
                                    

Yeryüzüne taarruza geçen yağmur ordusunun kalkan kılıç seslerinden başka ses duyulmuyordu. Sonunda yıldırım korkusu, ıslanma korkusuna baskın çıkmıştı ve ağacın altında çıkmış koşuyorduk. Rahmete basamamak için diyeceğim ama yalan söyleyip ilahi güç tarafından çarpılmaktan korkuyordum. Zaten 4 bir yanımıza yıldırım, şimşek düşüp dururken şansımı zorlamaya gerek yoktu. Islanmak istemiyorduk ama çoktan ıslanmıştık. İşin doğrusu artık kurumak için koşuyorduk. Çünkü her taraf ağaçtı. Sığınacak bir yer arıyorduk. Bu arada yağmur da bulmuş bizim gibi garibanları suratlarımızı, göğsümüzü adeta kırbaçlıyordu. Toprak da yağmur ile işbirliği yapmıştı. Bastığımız her yer, bizi yavaşlatan çamura dönmüştü. Pantolonlarımızı geçtim. Yüzümüze kadar çamur sıçramıştı. Bunun sorumlusu da ayaklarımızdı. Bir an onlarında, yağmur ve toprak bloğuna katıldığını düşündüm.

Yol aniden sağa kıvrıldı. Virajı aldık. Çok hızlı koşuyorduk. Sanki arkamızdan bir ti-rex bizi kovalıyordu. Aha gördüm. Yoksa serap mıydı? Bunu düşünmeme neden olan titremeydi. Hani çöllerdeki seraplarda olur ya, onun gibi bir şeydi. Bunu yapanda yağmurdu. Görüntüyü titretiyordu. Bu bizim az kala yakacağımız Almancı Hayri'nin eviydi. Bu arada elinden kaçacağımızı, bir sığınak bulduğumuzu anlayan gökyüzü, toplarını ateşledi. Nohut büyüklüğündeki dolu taneleri ağaç yapraklarını parçalıyordu. Kollarımız kalktı. Kafamıza siper oldular. Ayaklarımız tempoyu artırdı. On adım ve sonra kurtuluyorduk.

Evin verandasına kendimizi attı ve ön cephesin de sırtımızı duvara vermiş halde yan yana sıralandık. Dolu hala devam ediyordu ve ağaç yapraklarını, çiçekleri falan hep parçalıyordu. Ortalıkta ne bir hayvan, ne de bir böcek kalmıştı. Doğanın gücü karşısında, tüm mahlûk çaresiz kalıyordu. Beklemeye başladık. Soluklarımız sakinleşmeye, vücutlarımız titremeye başlıyordu. Üşüyorduk. Dolu taneleri bir anda durdular. Yerini incecik, bir ip gibi yağan yağmura bıraktı. Birazdan tamamen duracak gibiydi. Demek ki gökyüzünün derdi bizleymiş. Korunaklı bir yere sığındığımız anda saldırıyı kesmisti.

Kimse konuşmuyordu. Yorgunduk ve üşüyorduk. Eğer yağmur durmazsa, burada daha fazla duramazdık. Açıktaydık ve üşüyorduk. Köye de gidemezdik. Çünkü yol uzundu. Islak halimiz ile yürürsek hasta olurduk. Kısacası her türlü hasta oluyorduk. Eğer fırıldağın yanında maymuncuğu varsa, Almancı Hayri'nin evine girebilirdik. Ben bunları düşünürken, fırıldağında aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Çünkü eli cebine gitmişti. Şimdi maymuncuğu çıkaracak diye beklerken, sigara çıkardı ve aynı şeyleri düşünmediğimizi anladım.

Bu anda bir şey oldu. Bir çıtırtı duydum ve Maho çığlık attı:

"Allah'ım sana geliyorum." dedi ve gözden kayboldu. Çünkü Maho sırtını kapıya vermişti. Kapı açılınca da, sırt üstü evin içine düşmüştü. Meğer Maho çığlık atmadan önce duyduğum çıtırtı, kapı açılmasından geliyormuş. Bu arada Maho, yere düşmemişti. Tanımadığım birisi tarafından, koltuk altlarından yakalanmıştı. Benim aklıma ilk gelen Almancı Hayri oldu ama o değilmiş.

Kapıyı açan bu genç insanın saçları, kirpileri hatırlatıyordu. Bu saçların yarısı mavi, diğer yarısı da kırmızıya boyanmıştı. Gözler kalın sürmeden, kapkaraydı. Kulakları küpeler ile doluydu. Düşük belli pantolonu, siyah baksırı sergiliyordu. Üzerinde siyah atletten başka bir şey yoktu. Kolları da tuval olarak kullanılmıştı ve dövmeleri oldukça ürkütücüydü Yerde hemen yanında, kocaman bir teyp vardı.

Bu acayip genç insan, Maho'nun ayakları üstüne basmasına yardım etti. Yerdeki teybi aldı ve düğmesine bastı. Müzik çalmaya başladı. Hızlı ve yabancı bir rap şarkıydı. Genç insan, yaylanmaya başladı. Boştaki eli de, acayip hareketler yapıyordu. Bizlerde şaşkınca bakıyorduk. Bu arada teypte çalan parçanın bazı bölümlerine, insanın kulağına hoş gelir halde eşlik ediyordu. Konuştu:

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Where stories live. Discover now