Bölüm 8 - Tuzlu Kahve

25.7K 1.6K 63
                                    


Bu bölümü tabletten Yazdığım için Yazım hataları çok olabilir Hakkınızı helal edin.
..............

Evde tatlı bir telaş vardı. Kız istemeye gelinecek diye ev dip köşe temizlenmiş, ikramlık yiyecekler hazırlanmıştı. Kızların her biri ayrı uğraş içinde evde dört dönüyordu. Bu telaşenin ortasında kapı çalınca herkes birbirine 'bu kim şimdi?' dercesine bakışlar atmaya başladı. İkindi saatinde de kız istemeye gelinmezdi heralde. O şaşkınlıkla kızlar oldukları yerde donakalınca kapıyı Elif açmak zorunda kaldı. Kapıda birkurye vardı ve elinde büyük bir kutu taşıyordu. " Elif Küçük siz misiniz?" diye sorarken sıcaktan bunaldığı halinden belli olan genç kurye, alnında biriken terleri elindeki nemli mendille silmeye çalıştı. "Evet, benim." dedi Elif şaşkınlığının yüzüne yansımasına engel olamayarak. " Şuraya TC Kimlik Numaranızı ve imzanızı atarsanız" diye elindeki kağıdı uzatıp ilgili yeri parmağıyla işaret etti kurye. Şok anlarında donup kalmak gibi bir huyu olan Elif, usulca imzasını attı ve kutuyu kendisine geldiğine inanmamış bir halde içeri aldı. Kurye işinin verdiği bezginlikten mi yoksa artık hareketleri otomatikleştiğinden midir bilinmez, hiç bir şey söylemeden hızlıca merdivenlere yöneldi. Bu sırada kızlar da Elifin başına toplanmış hayret ifadesi bürünmüş suretleri ile kutuya bakıyorlardı alık alık. Elif açmak için eğildiğinde Zehra; " Dur! Açma ! bombadır belki." diyerek kulağını kutuya dayadı. " Tik tak sesi gelmiyor, içinde kımıldayan bir şey yok" dedi kutuyu ileri geri iteklerken ve " Temiz, açabiliriz sanırım" diyerek Elife -bomba teknikeri edasıyla- tek eliyle işaret verdi. Esma mutfaktan küçük bir bıçak getirip Elife uzattı. Kutuyu açtıklarında gördükleri pofuduk bir hediye paketi ve üzerine iliştirilmiş bir nottu. "Bu gece bu kıyafeti giyersen beni çok mutlu etmiş olursun. -Mustafa-". Kızlar tek bir ağızdan çıkmışcasına senfonik seslerle şaşkınlık nidaları atıyorlardı. Elif şaşırmıştı, böyle bir hediye beklemiyordu. Gerçi Mustafadan her an herşey beklemeye alışması gerektiğini de anlıyordu yavaş yavaş ama böyle jestlerle şımartılmaya alışık değildi. Ne kadar hoşuna gitse de kendini çok kaptırmaktan ya da bir anda boşluğa düşmekten ve bu günlerin bir heyecandan ibaret kalmasından korkuyordu. Aslında korktuğu o kadar çok şey vardı ki, Mustafanın korkusuz ve düşüncesiz tavrına inat o her olasılığı düşünüyor ve olmayan -ya da olmayacak- şeyler için bile endişe duyarak geçiriyordu günlerini. Yine de kendine engel olamadığı kıpırtılar vardı içinde. Heyecanla, elleri titreyerek hediye paketini açtı. İçinden pudra renginde parlak bir kumaştan yapılmış -muhtemelen tafta- abiye bir kıyafet çıktı. Elbisenin etek uçlarında başlayan taşlarla süslenmiş borda çiçek desenleri dağılarak ve azalarak beline kadar çıkıyordu. Belinde üç kat kıvrımlı, kalın, bordo bir kuşak vardı. Üst kısmı sade, desensiz ve düzdü. Paketten bir de bordo bir ipek şal ve topuklu ayakkabı çıkmıştı. Ayakkabı numarasını nerden biliyor ki diye düşündü Elif, Mustafanın Esmaya günler önce laf arasında sorduğunu hiç farketmemişti bile. Kızlar kıyafete hayran kalmıştı, Elif fazla abartılı bulduğunu söyledi fakat onun da içi gitmişti elbiseye, şüphesiz. Elifin zevkine ve tarzına uygun seçilmiş, abartısız ama çok şık bir kıyafetti.
" Ay ne romantik." diyerek dudağını büzdü Esma.
" Çok güzel elbise yalnız ben eniştenin zevkine bayıldım tam senlik bir kıyafet seçmiş Elif abla" . Gözlerini elbiseden ayırmadan konuşuyordu Betül.
" Hayır, insan bize de bir şeyler gönderir. bu ne görgüsüzlüktür böyle. Bu evde giyinecek üç kızın daha olduğunu bilmiyor mu acaba bu adam?!". Zehra gerçekten sinirlenmiş biraz da kıskanmıştı ablasını. Masumane bir kıskançlıktı onunkisi. Elif ablasını prensesler gibi giydirip yakışıklı beyaz prensine teslim etmek hiç içinden gelmiyordu. Son zamanlarında sırtını dayadığı en sağlam en güvenilir en dayanıklı ağaçtı Elif onun için. Ve onu kaybederse diye yüreğinde oluşacak boşluğun hüznü çöküyordu ruhunun tepesine. Zehra üzüntüsünü hırçınlık olarak dışa vurabiliyordu ancak, başka türlü kendini ifade etmeyi bilmiyordu.
" Haydi kızlar, herkes işinin başına. Şamata bitti." diyerek ellerini çırptı Elif. Zaten bu kız isteme muhabbeti oldukça germişti onu bir de bu kıyafet eklenince heyecanı kat kat artmıştı şimdi.
Akşam ezanına doğru bekledikleri ilk misafirleri gelmişti. Elifin üvey amcası Hakan Bey, eşi Melek hanım ve oğulları Fatih. Elif Mustafanın kendisine bir anda uzattığı yüzüğü -tufaya gelip- parmağına taktıktan sonra ertesi gün Fatihi arayıp durumu anlatma gereği hissetmişti. Anne babası trafik kazasında vefat ettikten sonra ve Elif daha mutaassıp bir hayatı yaşamayı seçtikten sonra kendisi ile irtibatı kesmeyen ve ona sahip çıkan tek kişi amcası olmuştu. Hakan bey çok dindar sayılmazdı. İslamın kurallarını kendi ihtiyaçlarına göre esneten müslümanlardandı ama gerçekten islamı yaşayanlara büyük saygı duyardı. Elifi de ayrı severdi. Yetimliğinin de bunda etkisi vardı tabi. Amcası onu olmayan kızının yerine koyardı daha çok. Kuzeni Fatih askere gitmeden önce sık sık ziyaretlerine gelir, gelirken eli kolu erzak ve hediye dolu olurdu. Kızlara birer kırmızı gül Zehraya özel ekstra çikolatalı pasta getirirdi her gelişinde. Bu yüzden kızlar da onu ayrı bir sever abi gibi görürlerdi. Esma hariç. Üç yıl kadar önce Esmayı bir gece ara sokakta üzerine yürüyen serserilerden kurtardığından beri Fatihe farklı gözle bakar olmuştu. Önce hayranlıkla başlayan bu duygu değişimi zamanla platonik bir aşka dönüşmüştü. kendi ürkek bakışlarına hapsettiği ve tek başına yaşadığı içe dönük, sessiz ve beklentisiz bir aşktı Esmanınkisi. Bir ara Fatihin sevgilisi olduğunu öğrendiğinde günlerce yatağından çıkartamamıştı kızlar onu. Askere gittiğinde altı ay boyunca her gece, su gibi gözyaları akıtmıştı seccadesine, sırf o sağ salim dönsün diyeydi bütün duaları. Karşılık beklemedi hiç. Fatih fit bir vücudu olan, kaliteli ve şık giyinen yakışıklı bir erkekti. 1.80 boyuyla heybetli bir görüntüsü vardı. mizacı sert gibi görünse de kızlarla şakalaşmayı seven sıcak kanlı ve alaycı bir yapısı vardı. Gökyüzü mavisi gözlerine baktığında Esma kuş olup uçmak isterdi. Her gelişinde Fatihe çaktırmadan kokusunu doya doya içine çekerdi. Özgürlük kokardı, aşk kokardı ve hatta baba kokusu vardı üzerinde. Bazen heybetli bir çınar ağacı gibi devleşir bazen de kristal bir vazo gibi kırılgan ve narin gelirdi Fatihin halleri Esmaya. Askerden döndükten sonra bir hukuk bürosunda çalışmaya başlamış işlerinin yoğunluğunu da bahane ederek ziyaretlerinin arasını iyice açmaya başlamıştı.
Hakan amca ve Melek yenge içeri girince Elif ellerini öpüp salona buyur etti. Arkadan ağır aksak gelen Fatihin eli kolu doluydu yine. Kızlar yardım için koştuğunda onlara sevimli bir selam verip elindekileri uzattı bezgince. Ve oflaya puflaya içeri girip kendini en yakın koltuğa -deyim yerindeyse- atıverdi. Melek yenge soluk bile almadan mutfağa geçip hazırlıkları kontrol etti. Fatihin taşıdığı poşetlerden kendi hazırladığı ikramlıkları çıkardı özenle. Sonra Elifi bir odaya çekip kısık sesle konuşmaya başladı. " Hayırlı olsun güzel kızım. Amcanla inan çok sevindik senin de mürüvvetini görmek nasip olacak bize .." Sanki kimsenin bilmediği ve ülkelerin peşinde koştuğu çok gizli bir sırrı veriyormuş gibi tedirgin ve huzursuzdu. Konuşmasını toparlayamayacakmış gibi bir hisle devam ediyordu. "Amcan seni ne çok sever bilirsin. Ben de severim tabi ki, elimizde büyüdün. Önce Allahın sonra da Sinanla Burcunun bize emanetisin kızım sen.". Gözleri nemlenmiş sesi hafiften titremeye başlamıştı. Elinde sıkı sıkı tuttuğu para destesini Elifin avucuna sıkıştırdı hızlıca. " Amcan düğün hazırlıkların için bunu almanı istiyor. Gönül daha çok destek olalım isterdi, kusurumuza bakma sen. ama yine de eksiğin varsa ne zaman sıkışırsan sen beni çekinmeden ara biz arkadayız bunu unutma tamam mı yavrum". Konuşmanın bu kısmına kadar kendini tutmayı başarmışsa da artık hıçkırıklarını boşaltmaya başlamıştı. Melek yenge duygusal, yardımsever ve sevecen bir kadındı. İçinde Allah korkusu ağır basar yaratılmışlara zulmetmekten çok çekinirdi. Kendisi de öksüz büyüdüğü için Elifin yetimliğinden de ayrıca etkilenirdi. Ama onunla ne zaman iletişim kurmaya çalışsa içindeki ağlama istediğini bastıramıyordu nedense. Elif parayı kabul etmemek için çabalasa da yengesi bunu hakaret olarak algılayacaklarını -ısrarla- belirttiği için uysalca kendisine denileni yaptı. Elif için ne güzel tevafuktu ki Zehra o sırada odanın kapısını tıklatıp " Gelin kızımız müsaitsen artık şu kıyafetini giydirelim de prensin gelmeden hazırlayalım seni" diye dalga geçer gibi bir ses tonuyla seslenmişti. Elife alenen şakalaşma yetkisi bir tek Zehraya atti şimdiye kadar ve şimdi yanına Mustafa da eklenecek gibi gözüküyırdu.
Yatsı ezanından yarım saat kadar sonra Mustafa " hazırsanız, biz geliyoruz" diye mesaj yazdı Elife. Eli ayağına dolanan, kalbi bedeninden taşan Elif " bekliyoruz" yazabildi zangır zangır titreyen eliyle. on dakika içinde kapı çalındı. Elif sıtmaya tutukmuş ateşli bir hasta gibi titremeye başladı bir anda. Esma bir bardak su getirerek sakinleştirmeye çalıştı onu. Betül kapıyı açtı. Zehra mutfakta böreklerden götürüyordu mideye, kapının çalmasına aldırmamıştı bile.
Önce Hamza girdi içeri çekinik hareketlerle selam vererek. elindeki, içi çeşitli çikotalarla doldurulmuş dev gümüş tepsiyi ilk önüne gelene uzattı, kurtulmak istediği iğreti bir yük gibi. Ardından Sümeyye abla girdi aceleyle. Onun elinde renkli alışveriş çantaları vardı. Çantaları elinden alan Betüle tembihler gibi bir ses tonuyla "Bunları Mustafa size almış kızlar" dedi ve çantaların bir kısmını uzattı. Elinde kalan diğer çantaları da uzatırken " Bunlar da Elif içinmiş" dedi gayet gereksiz bulduğunu belli eden bir yüz ifadesi takınarak. En son Mustafa girdi içeri. Sünnet çocuğu gibi heyecan ve telaş karışımı bir hal vardı üzerinde. Yüzüne yapışan saçma bir gülümseme ve nereye koyacağını bilemediği eli kolu ile ağır iş adamı imajına derin çizikler atıyordu adeta. Elinde kocaman bir çiçek demeti ve yanında üç küçük çiçek demeti daha vardı. Önce küçük demetleri Esmaya uzatıp " Bunlar sizin için" dedi. Heyecandan nefes nefese kısık bir sesle konuşuyordu. Daha sonra büyük demeti uzattı, bunun için açıklama yapmaya gerek duymadı. Tam esma içeri gidecekken Mustafa ona cebinden çıkardığı bir mücevher kutusunu uzattı. Şaşkınlıkla bakakalan Esmaya " Bunu da uygun zamanda ortaya çıkarmak üzere sana verebilirmiyim? Ben kesin unuturum şimdi" En masum haliyle sormuştu. Esma merak dürtüsüne engel olamayarak kutuyu açtı ve " çok güzelmiş" diye mırıldandı. Mustafa içeri geçerken onları salonun kapısından izleyen Fatih Esmanın yanına gelip " Ne oldu bir sorun mu var?" diye sordu agrasiflikle karışmış merak duygusu ile.
" Bir şey yok Mustafa enişte Elif ablaya hediye almış yine. Bence bu adam dünyalı değil ya da pek ayak uyduramamış erkek bedenine."
" Nasıl yani? Erkek bedeninin nesi varmış anlamadım ben?" Anlamamazlığa verip Esmanın ağzından laf almaya çalışıyordu, aslında gayet iyi anlamıştı Fatih onun ne demek istediğini.
" Güzel hediyeler alıyor, romantik mesajlar çekiyor ve ilgisiyle Elif ablayı şımartıyor sürekli. Kadın ruhunun bir erkek vücudunda tezahürü gibi. Elif ablam bunu haketti ama çok daha güzel günler görürler inşaAllah" diyerek dertli bir nefes çekti içine.
"Sen erkek ruhunu tanıyor musun ki?" Alaycı bir tavırla sormuştu Fatih. Tam Esma cevap verecekti ki Zehra aralarına usulca sokulup " Birşey kaçırdım mı?" diye sordu kedi gibi gözlerini büyüterek, daha bitmemiş olan lokmasını ağzında gevelerken. "Neyse ben bunları içeri götüreyim" dedi fırsattan istifade eden Esma ve kaçar gibi Elifin odasına doğru süzüldü koridorda.
Elif odasında heyecanla sırasını beklerken içeriye kızlar giriyordu bir bir. Önce Betül elinde zor taşıdığı dev çikolata tepsisi ve parmaklarına sapları sıkıştırılmış hediye çantalarıyla geldi. Hemen ardından içeri giren Esma bir çiçek bahçesini kucağında getirmişti sanki. Son olarak eli boş olarak sinsice Zehra girdi odaya. Girer girmez çikolata öbeğine daldı ama elif onu -kibarca- geri püskürttü. Betül elindeki hediye çantalarının kendilerine ait olanlarını açmaya çalışıyor bir yandan da " Benim enişteye giderek kanım ısınıyor sanırım, kızlar bunlar bizeymiş" diye kızlara hitaben konuşuyordu. hediye paketilerinden yeşil, turkuaz ve pudra renkte üç adet ipek şal çıkınca kızlar sevinçten diğer hediyeleri hatta içerdeki misafirleri bile unutmuşlardı biran. Fatihin kapıyı çalmasıyla dünyaya döndüler. "Artık kahveleri hazırlasanız iyi olacak. Hayır kahve pişirmesini bilsem ben yapacaktım ama artık kusuruma bakmayın kızlar" diye söylendi Fatih tarzı alaycı bir tavırla. Kızlar kahveleri yapmak için odadan söylenerek çıkınca Elifin yanına doğru bir iki adım attı. Bir süre elbisesinin içinde heyecanla kıvranan Elifi süzdü sessizce. " Çok güzel olmuşsun kuzen." Kapıyı açık bırakarak Elife doğru bir adım daha yaklaştı. " Bu günlerin geleceğini hiç düşünmemiştim ben aslında. Seni severim bilirsin. Kan bağım olan çoğu insandan daha çok sevdiğimi bile söyleyebilirim. Kalp bağı kan bağından üstün oluyor bazen." Bir iç çekti ve Elifin odasındaki sandalyeye oturdu aklındaki düşüncelerin ağırlığını taşıyamamıştı sanki o an. " Senin mutlu olmanı herkesten çok isterim. Ama eğer o adam seni olur da üzerse -ki bu hayatının hatası olur- ilk bana geleceksin kuzen ben hep yanındayım bunu bil" Sesinde ve yüz ifadesinde beliren ciddiyet ve hüzün duygusunu hissetti Elif. Kendini biraz daha tutmasa omzunda hüngür hüngür ağlayacaktı nerdeyse. Fatih ağlamaktan son anda kendini kurtarmış gibi burnunu çekip "Neyse bu kadar duygusallaşmak yeter prenses. Bugün senin günün. ben gideyim de kahveleri kontrol edeyim bu kızların bir işi doğru yapacağı yok bu arada sen kızları merak etme onlar bana emanet artık" dedi ve telaşla odada döne döne dışarı çıktı.
Mutfağa geçen Fatih, Betülün kahve pişirdiğini Esmanın tepsiye bardakları koyduğunu Zehranınsa her zamanki gibi saçma espriler yaparak onları deli ettiğini gördü. Usulca Esmanın kulağına eğilip " Bana seccade verir misin? İçerdekiler konuya geçmeden namazımı kılayım hazır abdestim varken" dedi kısık bir sesle. O anda Esmanın kalbi hararet yapmış kulaklarından duman çıkacaktı nerdeyse. " Ben hemen içerideki odaya sereyim seccadeyi" dedi ve telaşla bardakları tepsiye koydu, Zehraya devam etmesini söyledi ve yan odaya geçti.
Namaz kılıyor! Neden bunu yapıyor ki? Neden Esmayı kendine bağlayacak hareketler yapıyordu her zaman, neden bu kadar tatlıydı, neden bu kadar yakışıklıydı ve neden bu kadar güzel kokuyordu.. Ve neden bunların farkında değildi? Esmanın hem canını yakıyordu hem de yaralarını sarıyordu aynı anda. Karşılıksız aşk böyle birşeydi işte. Tavşan dağa aşık olmuştu da dağ habersizce heybetini sergiliyordu. Esma üzgün ve mutluydu, çaresiz ve umutluydu, kalbinde dizginlemeye çalıştığı aşkı şaha kalkmıştı yine. Namaz kılıyor, dedi içinden, namaz kılan erkek ne güzel baba olur..
Fatih Esmanın düşünceli bir halde seccadeyi serişini izliyordu odanın girişinde durmuş. " Rahatsız mı ettim seni yoksa?" diye sordu. Esma yüzündeki endişe ve ciddiyetten habersizdi. " Yok, hayır. Neden rahatsız olayım ki?" dedi yapmacık bir gülümseme ile. " Namaz kıldığını bilmiyordum, şaşırdım..biraz..sanırım.."
" Yeni sayılır. birkaç senedir ağır aksak kılmaya çalışıyordum zaten. son bir senedir rayına oturttum, düzene soktum. Bende o tipi görmediğin için mi şaşırdın yoksa?" Yine alaycı bir tavırla bitirmişti cümlesini Fatih, yapısı böyleydi.
" Ne münasebet canım. Allah muvaffak etsin, huzurundan ayırmasın" dedi Esma. Başını öne eğip Fatihe bakmamaya çalışarak odanın çıkışına yöneldi. tam çıkacakken Fatih önemsiz bir şey söyler gbi konuşmaya başladı.
" Biizim şirketle görüştüm staj için.Benim asistanım olabileceğini söylediler. Tabi sana uyarsa..". Uyarsa mı? Ben sırf sen okuduğun için, sırf sana yakın olmak için, sırf senin soluduğun dersliklerde nefes almak için bu bölümü yazdım, haberin var mı senin? Demek istedi Esma o an. Onun yerine Fatihin ilgisiz konuşmasına inat, hiç haberi olmayan bir mevzu açılmışcasına " Staj?" dedi. "Elif arayıp söylemişti. Haberin var sanıyordum"
" Ah evet aklımdan çıkmış, telaşe çok olunca tabi, özür dilerim."
" Farklı br planın varsa benim için sorun olmaz" Gururundan ödün vermese de içten içe kırılmıştı Fatih de Esmanın tavrına.
" Yok..hayır.. İstiyorum.. yani,şey.. Teşekkür ederim." Esma kızarmıştı, kelimeleri toparlayamadı bir türlü. Aynı anda ruhuna bir o kadar uzak ama kalbinin içresini dolduran bu adamın karşısında konuşabilmek çok zordu onun için. Fatihle aynı yerde çalışacak olmanın heyecanı da eklenince dünyadan kopmuş bulutların üzerinde geziyor ve yukardan ikisine bakıyordu sanki. Bu bir rüya mı yoksa kurduğum hayallerden birinde miyim acaba diye düşündü. Çok fazla lafı uzatmadan, koridorda kuş gibi seke seke kızların yanına geçti ve Zehradan kendisine bir çimdik atmasını istedi. Bu tür durumları fırsat bilen Zehra ne için olduğunu bile sormadan tırnaklarını batıra batıra çimdikledi Esmayı. Fatih duymasın diye dişlerini sıkarak sessiz bir "ah" çeken Esma Zehrayı acıdan kaynaklı istemsiz bir hareketle kendinden uzağa itti. " Keşke Betüle söyleseydim kızım ne hainmişsin sen de. Hıncın mı var bana?" dedi kolunu ovuştururken.
Bu sırada içeridekiler tanışma faslını geçmiş ve günlük muhabbetlerini tüketmiş kahvelerini bekliyorlardı. Ara ara oluşan sessizliği bazen Hakan amca bozuyor bazen Hamza bir şeyler atıyordu ortaya. Kadınlar sessizce koltuklarında oturuyor sadece konuşulanları dinliyordu. Mustafanın gözü kapıdaydı geldiğinden beri. Elifi henüz görmemişti ve merak ediyordu. Bu geceyi kazasız belasız atlatmak için içinden dualar ediyor aynı zamanda da ağır iş adamı karakterine uygun olarak ciddiyetini koruyan bir yüz ifadesi ile bekliyordu.
Ürkek ve acemi adımlarla girdi içeri Elif. Heyecanı elinde titreyen tepsiden belli oluyordu. Pudra elbisenin içinde prenses gibi görünüyordu. Elbise bir beden büyük olmuştu ama bu bile güzel görünmesine engel olamamıştı. Kızlar başörtüsünü özenle yapmıştı. Yüzünde makyaj olmamasına rağmen pamuk gibi pürüzsüz beyaz teni ve zeytin karası gözleri iyice belirginleşmişti bordo ve pudra uyumlu kıyafetiyle. Elifi topuklu ayakkabıyla ve uzun bir elbiseyle görmemiş olan Mustafa, hayranlıkla izliyordu yesrib kokulu yetimini. Elif, sırayla kahveleri dağıtıp dikkatli adımlarla tekrar içeri geçti, ayağındaki topuklularla yürümeye alışık olmadığı dengesini kaybetmeye meyilli adımlarından belli oluyordu. Herkes kahvesinden bir yudum aldı höpürdeterek, Mustafanın kahvesinin tadı bir değişikti. İçinde tuz ve acı pul biber tadı vardı. Kızlar kapıda hainliklerinin sonucunu merakla bekliyorlardı gülüşerek, Elif kızlar kahve tepsisini eline tutturana kadar odasından çıkmadığı için birşeyden haberi yoktu. Mustafa ağzına gelen acı,tatlı ve tuzlu tatlara aldırmadan bir dikişte içti kahvesini. Seninle hayatın tüm tatlarına razıyım der gibi. Zehra bu durumu Elife " Abla çok şanslısın. Eniştenin damak tadı berbat anlaşılan. Sen buna ne versen yer valla" diyerek yetiştirmişti.
"Neyse efendim gelişimizin sebebi belli, kahvelerimiz de geldiğine göre çok fazla lafı uzatmadan konuya girelim en iyisi. Allahın emri Peygamberin kavli ile Elif kızımızı Mustafa Bey oğlumuza istiyoruz" diye söze başladı Hamza. Elifin amcası lafı biraz uzatıp, mırın kırın ederek kızı veremeyecek gibi olduysa da sonunda " Gençler aralarında anlaşmış bize de hayırlısı olsun demek düşer bu saatten sonra Allah bir yastıkta kocamayı nasip etsin" dedi mütebessim bir edayla. Kızlar özenle süsledikleri gümüş tepsinin içinde birbirine kırmızı kurdela ile bağlı söz yüzüklerini getirdiler. Tepsinin içinde bir de kapağı açılmış içinden pırlanta olduğu belli olan taşlı bir kolye gözüken mücevher kutusu vardı. Kurdelayı Hakan amca besmele ile kesmesi ile resmen sözlenmiş oldular. ve amca dayanamayarak, ömründe ilk ve son defa Elifi alnından şefkatle öptü. Sırayla büyüklerin ellerini öptüler. Mustafa Esmaya kolyeyi Elife takması için rica etti. Hangisi daha ışıltılıydı Elifin gözleri mi pırlanta kolye mi bilemiyordu. Elif porselen bir oyuncak bebek gibi güzel ve kırılgan görünüyordu o akşam Mustafaya. Keşke seni omzuma yatırıp başını göğsüme gömebilseydim şu an, mim durağında olduğundan habersiz Elifim , diye geçirdi içinden.
Elif ise her karşılaşmalarında çocuklaşan bu deli adamı ilk defa bu kadar ciddi ve ağır başlı haliyle görmüş ve içinde kor halinde kalan son heyecan kalıntıları da alev almıştı. Bu adamın her haline aşık olabilme potansiyeline sahipti, her gördüğünde tekrar ve takrar aynı heyecanla çırpınıyordu içindeki kuşlar. Elifin topuklu ayakkabı giydiği haliyle omzuna ancak yetiştiği yapılı adam, siyah takım elbisesinin içindeki ağır ve vakur hali ile oldukça yakışıklı görünüyordu Elifin gözüne. Bir ömür, diye geçirdi içinden, ben bu adama bir ömür doymam..
Elif ve Mustafa çevrelerinde dönen olayların farkında bile değillerdi aslında. Sadece aynı ortamda bulunuyor olmanın tadını çıkartıyorlardı o an. Kaçamak bakışları ve düşünceleri birbirlerine kenetlenmişti. Kurşunla vurulan bir yaralının ilk anki acıya olan hissizliği misali sevinç sarhoşu olmuşlardı. Hayatlarının dönüm noktasında olduklarının farkında değillerdi ya da bundan o kadar memnunlardı ki umursamıyorlardı.

Elif'in Mim Durağı - Kitap Oldu Kde žijí příběhy. Začni objevovat