Bölüm 35 - Kalbin Naz Makamı

13.3K 1.1K 73
                                    




" Hayır, niye bu kadar acele ediyorlar anlamıyorum ki?" diye söyleniyordu Elif, kahverengi zemine turkuaz desenli yorganı üzerine çekip yatağa yerleşirken.

" Hayırlı işlerde acele ediniz hadisine uygun hareket ediyorlar işte. Hayatım ne yapsın çocuklar on sene sözlü kalacak değiller herhalde." Mustafa kızını vermek istemeyen anne davranışları sergileyen karısının tatlı telaşını ve korkularını anlayabiliyordu ama bu kadar huysuzlanmasını da alaya almadan duramıyordu.

Elif kocasının sözlerini duymamış gibi yaparak söylenmeye devam ediyordu. " Esma yapamaz ki ama cancağzım. O daha çok küçük. Bir evi nasıl çekip çevirecek? Hem okulu var daha bitmedi ki okulla evliliği beraber götüremez o. Kırılgandır, narindir. Ev işi yapmayı bilmez, yemek pişirmeyi hiç bilmez. Gece üstüne yorganı ben örtüyorum hala."

Mustafa geniş ve usturuplu bir kahkaha atınca afallayan kadın bir iki saniye duraksayıp kocasına baktı azarlayan gözlerle. " Ne yaptın cancağzım? Kızcağızı gözümün önünde gömdün resmen. Canım helva istedi, o derece yani." Diye kendini savunana adam bir de üstüne iştahla dudaklarını yaladı. Canı gerçekten güzel bir helva istemişti adını anınca. Ve beraber kısık sesle tabiri caizse kıs kıs güldüler. Odaları aynı katta olmamasına rağmen gizlice konuşan çocuklar gibi seslerini dikkatli kullanmaya çalışıyorlardı gece yatak muhabbeti yaptıkları zamanlarda.

" Giderek çirkefleşiyorum değil mi ben? Bu evlilik fikrine bir türlü alışamıyorum." Diye yenilmiş bir asker gibi itiraf etti Elif, omuzlarını düşürmüş mahzun bir halde.

" Çirkefleşmek demeyelim de biz ona.." Mustafa alayla gülerek cevap vermeye başlayınca Elif adamın sert bir sütun gibi duran göğüs kısmına yumuşak ama huysuz yumruklar atmaya başladı. Mustafa karısının ellerini tutup koklayarak öptü ve sımsıkı sarılıp ciddiyetle konuşmasına devam etti. " Ama hayatım sen bu fikre alışana kadar torunları olacak çocukların. İçine sinme faslını bir geçemedik gitti." Bu sefer karısını ufak çaplı azarlamaya başlıyordu. Ama yetimi de artık hak etmeye başlamıştı bu sitemi. Gerçi Elif bunları pek kaale almadan kendince söylenmeye devam ediyordu.

" Fatih de her Allah'ın günü bizim evde zaten. Tamam amcamın oğlu, severim de kendisini ama buldumcuk oldu çocuk resmen. Ama ben onları yalnız bırakır mıyım? Bir an ayrılmıyorum yanlarından." Genç kadın çenesini hafifçe dikleştirmiş kendini beğenmişliğin tavan yaptığı bir duruş sergiliyordu.

" Aferin karıcığım iyi yapmışsın. Onlar da vakti zamanında bizi hiç yalnız bırakmamıştı ailemizin öcünü alıyorsun yavaş yavaş." Kadının gençleri yalnız bırakmamasının asıl nedeninin mahremiyet sınırları ile ilgili olduğunu ikisi de gayet iyi biliyordu. Kısa bir süre sessizlik oldu aralarında. Adam güzel karısının yaslandığı göğsünden nazlıca yayılan saçlarının yaydığı gül kokusunu doya doya çekiyordu içine. Cennetin kokusu da böyle olmalıydı muhakkak ki..

" Ne çabuk geçiyor zaman? Seni kollarıma alıp kokunla ciğerlerimi yıkamadığım günlere acıyorum şimdi." Karısının siyahtan bir ipek gibi serilen saçlarına koklaya koklaya öpücükler kondurdu adam. " Benim kalbime, evime, ömrüme seninle hayat geldi, can geldi. Bereket geldi, nefes geldi. Sen benim bu karanlık dünyadan cenneti seyrettiğim penceremsin. Tüm insanlardan kaçıp kollarına sığındığım bir nefeslik hira'msın. Bırak o çocuklar sa bu mutluluğu bu huzur fırsatları varken yaşasın. İkisinin temiz kalbi de bu nimetle doymayı bekliyor, buna engel olamayız. Onların kalpleri birbirlerine uçmak için can atan minik kuşlar gibidir şimdi. " Ah be Mustafa yine cızbız köfte gibi yaktın Elifciğin mangal yüreğini..

Adam sanki bırakırsa kaçacakmış, ellerinden kayan bir balığı tutar gibi sımsıkı sarmaladı sevdiğini. Kadın, dudaklarının artık yerini ezberlediği omzundaki yara izinden öptü adamın. Birbirlerinin yarasına merhem ruhuna huzur olmuşlardı artık.

" Zaman diye bir kavram yok aslında. İnsanlar uydurmuş ayları, günleri, seneleri ve hatta saatleri. İnsanın ömrü gözünü açtığında başlıyor ve bir daha açmamak üzere kapattığında bitiyor. Bir göz açıp kapama mesafesi yani hayat." Diye iç geçirdi Elif.

" Sen bana bu sene doğum günü hediyesi almayacaksın da şimdiden ona yol yapıyorsun değil mi hatunum?" dedi Mustafa. Biraz önce romantizm kapısını açan adam aynı hızla dağıtmıştı olası hüzün ve melankoli yüklü bulutları.

" Yok hayır.. Yani.. Aslında, evet hediye almayı düşünmüyordum ama ben onu demek istememiştim. Bazen kafamı çok karıştırıyorsun."

" Ben ne yaptım şimdi? Senin kafan zaten birbirine dolanmış kedinin oynadığı ip yumağına döndü karıcığım. İstersen çözelim bütün karışıklığı inceldiği yerden de bir kördüğüm atalım hepsine."

" Hayatımızın en inceldiği yerden birbirine bağlayıp kördüğüm attığımız gibi.." diyerek kocasının lafını tamamladı kadın.

Mustafa derin ve dertli bir nefes çekti içine. " Ben seni yanımdayken bile özlüyorum prenses. Üstad sohbetlerinde Hz. Hatice validemizi anlatırdı. Öyle bir aşk bize de nasip olur mu diye geçirirdim içimden ama buna pek de umudum yoktu ne yalan söyleyeyim. Şimdi insanların ve bu dünyanın bütün hengâmesinden kaçıp eve geliyorum ve hira dinginliğimi renklerin en alası olan o gözlerinde buluyorum. Sana baktıkça Rabbime şükrediyorum ki benim gibi fakire, benim gibi acize, benim gibi günahkara, ahir zamanda Hz. Hatice suretinde bir hediye ile ihsanda bulunduğu için. Bu kadar gönlüme göre olabilirdi herhalde. Ben arayıp kendim seçseydim bir yar bu kadar güzelini bulamazdım." Mustafa gençlerin evlilik telaşını düşünürken birden kendi iç telaşına dönüş yapmıştı. Yıllarca gurbetlik yaşadığı öz vatanını ulaşmış, hasret kaldığı gönül muhabbetine kavuşmuş, gönlünün naz makamına dokunan kadını bulmuştu.

" Ben seninle ilk görüşmemizde, bu ne kadar cıvık bir adam diye düşünmüştüm senin hakkında. Ne yalan söyleyeyim süperman ile ilgili sorunu unutmadım hala."

" Aslında haklısın. Şanlı tarihimizde mis gibi kahramanlar varken mesela Kara Murat, Battal Gazi, Ulubatlı Hasan ve Polat Alemdar gibi yerli malı, organik kahramanlarımız varken Suparman'e neden bu kadar takıntılıyız ben de anlamış değilim. İşte bunlar hep illuminati." Kadının sözünü kesmişti Mustafa farkında olmadan. Alay etmiyordu aslında sadece sesli düşünüyordu o kadar.

" Ve zaman gösterdi ki; pek de haksız değilmişim.." Elif dudaklarının germiş ve hain bir gülüş yerleştirmişti haince kıvrılan dudaklarının sahiplendiği yüzüne.

" Biz ona cıvık demeyelim de... Ne bileyim? Nüktedan diyelim mesela. Ya da keyifli biri olduğumu söyleyebiliriz. İdeal koca da olabilir. "

Beraber gülüştüler bu sözlere. Elif başını yasladığı sıcak tenden kaldırıp kocasına j-hayranlıkla baktı bir süre, kelimeleri aklında toparlamak için.

" Sonra zamanla, yani seni tanıdıkça, anladım ki; gerektiğinde iş adamı, gerektiğinde ağabey, gerektiğinde 'nüktedan' olacağın yeri biliyorsun. Yani Üstad'ın sohbetinde, o cemaati içinde mahcup, samimi ve naiftin. İş arkadaşların ya da çalışanların geldiğinde ağır, vakur, dik duran bir iş adamıydın. Kızların yanında sevecen bir ağabey olabiliyorsun. Ve ben ne zaman kendimi kötü hissetsem ilacım, ne zaman yalnız hissetsem arkadaşım, ne zaman öksüz hissetsem ailem ve ne zaman kendimi kaybetsem memleketim oluveriyorsun. Rabbime binlerce şükür, binlerce kere hamdolsun.. Ağzımı, dilimi ve hatta basiretimi bağlayıp da bizi birbirimize yar edene ne kadar şükretsem de bu nimetin ecrini ödeyemem sanırım."

Mustafa yetim prensesinin pamuk alnını sevgi dolu uzun bir buse ile taçlandırdı. Ve sonra en bilmiş en ukala hali ile dudaklarını kıvırarak karısına baktı. " O zaman ne diyoruz sevgili karıcığım?" diye sordu.

" Bu nimeti Esma ile Fatih'ten esirgemeye hakkımız yok. Hayırlı işlerde acele edecekmişiz, sevenlerin arasına girip köstek olmayacakmışız." Dedi Elif keyifsiz bir ses tonu ile, kendisine zorla tembih edilen nasihatleri ezberden okuyan bir çocuk gibiydi hali.

****

Elif'in Mim Durağı - Kitap Oldu Where stories live. Discover now