Bölüm 9 - İlk İmtihan

23.5K 1.5K 68
                                    

" Günaydın sol yanım.. Güneşi sana yolluyorum." Sabah namazından sonra Elife mesaj yazmak Mustafa için alışkanlık haline gelmişti son haftalarda. Böylece günü beraber karşılamış gibi hissediyordu. Başını omzuna gömüp beraberce güne başladıkları sonra güneşi alıp gül kokulusunun karanlık ve soğuk yüreğine asacağı günleri sabırsızlıkla bekliyordu. Bunca zamanlık uğraşına rağmen Elifin ürkek, çekingen ve biraz da temkinli ufak bir delik dahi açamasa da Mustafa ikisinin yerine de yaşıyordu bu duyguyu. Ve bundan pek şikayet ettiği de söylenemezdi aslında. Elifin bu halleriydi onu kendisine bağlayan biraz da. En azından ters bir tepkiyle karşılaşmamıştı şimdiye kadar, bu da Mustafaya cesaret veren başka bir durumdu.
Gün içinde işlerinin yoğunluğundan fazla vakit ayıramasa da akşam olduğunda yarım kalmışlığı düşüyordu aklına. Sessiz, soğuk ve boş bir eve girmek bu kadar koymazdı eskiden olsa. Ama şimdi içeri girmek için evinin kapısını her açısında yalnızlığı bir tokat gibi çarpıyordu yüzüne.
" Günün hayrı ve bereketi üzerine olsun. dualarımı sana yolluyorum." diye karşılık verdi Elif mesaja. Başkalarının yanındayken ağır ve vakur ve hatta heybetli bir dağ gibi olan kendi yanında ise çocuk gibi şımaran bu 'deli' adama gittikçe daha çok alışıyordu. Adam farkında değildi belki ama Elif onun yanında küçük tavizler veriyor, yavaş yavaş düğümlerinden kurtuluyordu ve her defasında buz tutan kalbinin köşeleri eriyordu biraz daha. Şimdilik bu durumu kendi içinde yaşamayı tercih ediyor adamın yanında hareketlerini ve duygularını dizginlemeye çalışıyordu. Kendisinin aşk oyunlarına çok fazla kaptırmış bir genç kız gibi gösterecek davranışlardan kaçıyor, utanılacak bir duruma düşmekten korkuyordu. En çok da içinde bulundukları güzel anların büyüsünü bozmaktan korkuyordu. Ne çok korktuğu şey vardı, artık kendisinden bile korkar olmuştu.
Kızlar bu dönemde vize ve final sınavlarının telaşesinde oldukları için ayak altında değillerdi pek. İşin eğlencesi ve alışverişi varsa ortaya çıkıyor diğer zamanlarda ders çalışıyorlardı. Bu durum Elifin hoşuna gidiyordu zaten on beş gün sonraya aldıkları nikah tarihinin heyecanından geceleri uyuyamayacak hale gelmişti. Mustafanın çocuksu telaşının da etkisi vardı huzursuzluğunda. Büyük ve şaşıalı bir düğün yapmayı teklifetmişti önce 'deli' adam. Elif uzun ikna mesajları sonunda sade bir nikah isteğini kabul ettirmişti. Fazla gösteriş ya da abartı olmadan, sakince girmek istiyordu ömrünün kalanını geçireceği -manevi- dünya evine. Evlenmek fikri başlı başına bir sıkıntı verirken kalbine bir de o günün heyecanını kaldıramazdı bedeni ve ruhu, hem dünyada o kadar aç insan varken bir gün için su gibi para harcamak Elifin mantığının almadığı bir durumdu. " Yemekli düğün sünnettir bari yemekli olsun" diyerek yüzünü düşüren Mustafaya " O gün için kuru erzak dağıtabiliriz ya da bir yardım kuruluşuna denk miktarda para yatırabiliriz. Eminim sünnet sevabı alırız böyle de. Zaten tok gelecek insanların burun kıvırıp tabakta bırakacağı yemeklerin vebalini ödemekten iyidir sanırım." diyerek her zamanki gibi mantığıyla onu yenmişti. Bir tek gelinlik fikrinden vazgeçirememişti adamı. " Sonradan pişman olacağın bir kararın parçası olamam. Gelinlik her genç kızın hakkı ve hayalidir. Sen farkında olmayabilirsin ama bu senin için de geçerli küçük hanım. İleride gelinlik giyen kızları gördükçe senin canın yanar, ben üzülürüm. Hem nikahtan sonra durumu olmayan genç bir çifte veririz gelinlği zekatını da vermiş oluruz böylece." demiş ve devam ettirdiği inadı ve ısrarı ile bu haklı mücadelesini kazanmıştı. Tabi kızlar bu durumdan da faydalanmış ve terzide kendilerine nikah için elbise diktirmişlerdi enişte sponsorluğunda.
Davetiye için vakit kısıtlı diye gazeteye ilan vermeyi teklif etmişti Mustafa. Bütün ülkeyi düğününe çağırmak gibi bir niyeti vardı belli ki. Adamın bu çırpınışlarındaki en önemli neden yetiminin feri sönmüş gözleribe ışıltı getirmek, onun mutlu olduğunu görmekti aslında. Ömrü boyunca para sıkıntısı yaşamadığı için işin maddi boyutunu düşünmek aklına gelmiyordu genelde. Elif kıt kanaat geçinerek büyümüştü. Onu büyüten ailesi gezmeyi, eğlenmeyi ve içmeyi çok severdi, bu yüzden resmiyette nüfuslarında kızları görünen ama gerçekte dahançok bakmakla yükümlü oldukları bir yetim gibi gördükleri Elife kendisine yetecek kadar para ayırırlar gerisini zevkleri için harcarlardı. Elif kan baının olmadığı gerçeğinin her fırsatta içini hançerlediği bu insanlara karşı yabancılık hissi ile dolu olduğu için fazlasını isteyemez payına razı olurdu. Ailesini treafik kazasında kaybettikten sonra kreşten gelen maaşı ve ailesinden kalan emekli maaşı ile biraz daha rahatlasa da kızlar hayatına girdikten sonra yokluğu beraber yaşayarak tecrübe etmişlerdi. Tutumlu olmak ruhunda vardı Elifin, duygularını bile israf etmemek için çabalaması da bundandı belki de.
Kızların son sınavları da o gün itibari ile bitmiş, nikaha on günden az kalmıştı. Bunu kutlama amaçlı olarak güzel bir çay demlenmiş yanına pasta, börek ve salata yapılmıştı. Bilgisayarı televizyona bağlayıp film izleyen kızlar kendi çaplarında eğleniyorlardı. Kapının çalması ile irkilip birbirlerine ters bakış atmışlardı. Enişteleri sağ olsun, son zamanlarda kargocularla " TC ye gerek yok abla, biz doldururuz" diyecek kadar ahbaplık seviyesibe kadar ilerlemişlerdi. Elife gelen hediyelerin yanında kızların da gönlünü alacak jestler gönderiyordu Allahtan. Yıllardır Fatihin dışında pek ziyaretçileri olmayan ev hanesi için artık kapının çalması olağan bir hal almış, kapıyı açmak için üşenme rahatlığına geçmişlerdi son günlerde. Elif "Bu şafakla bir de kapıyı ben mi açacağım!" mahiyetindeki serzenişleri ile birlikte kapıyı açtı. Karşısında özenle bukle yapılmış sarı saçları, yüz hatlarını belirginleştiren ağır makyacı ile alımlı bir kadın bulunca şaşırdı. Kadın giydiği kısa, sarı elbisesi ile kombinlediği siyah beyaz çizgili ceketi, tasarım ürünü olduğu şeklinden belli olan siyah topuklu ayakkabıları ve iddialı fiziği ile moda defilesine giderken yanlışlıkla kapılarını çalışmış bir manken gibiydi. Tek elini havaya kaldırıp yüzünü buruşturarak " Elif küçük' ü arıyorum" dedi, sesinde gömülü küstahlık soğuk rüzgar gibi esti evin içine. " Buyrun Elif Küçük benim" diyebildi ancak. Kadın gözlerini kısarak, iğrenir gibi bir yüz ifadesi ile Elifi süzdü baştan aşağıya. " Unbeliavable!" dedi ve davet beklemeden içeri doğru yöneldi. Salona geçerken eşyalara değmemek için özenir bir halde vücudunu sağa sola doğru büküyordu. İçeri girince eşyaları incelemek için kapıda birkaç dakika kadar durdu ve histerik bir kahkaha attı. Kızlar ne olduğunu anlayamamışlardı. Sesin geldiği yöne doğru çevirdiler başlarını istemsizce. Kadın kendisini şaşkınca takip eden Elife döndü " Mustafanın seninle evleneceğine inanmak imkansız şekerim. Ben seni evime hizmetli diye bile almazdım. Anlamıyorum senin gibi alalade,pejmurde bir bir kızda ne buluyor. Hayır biraz güzel olsan belki anlayacağım ama.. Bu çocuğa ne yapıyorsunuz? Büyü mü?" Konuşmasına aşağılama ile başlayıp hesap sorar gibi bitirmişti.
Elif şok anlarındaki durguluğunu üzerinden atamıyordu. Zaten bu tür küstahlıklara verecek cevabı yoktu heybesinde. Şaşkınlıktan yüzü gerilmişti. Tam ağzını açacaktı ki kızların kadına doğru ayaklandığını görünce onları sakinleştirmek için işaret etti sadece. Kadın küçük bir duraksamadan sonraElifin konuşmasına da fırsat vermeden devam etti. " Bak şekerim. Sen Mustafanın dengi değilsin o-la-maz-sın da. Yol yakınken vazgeç, kendini kurtar. Seni kendime rakip olarak görmesem bile, sana acıdığım için uyarıyorum. Bu sınıf atlama sevdasından vazgeç. Sen Mustafamın evinin hizmetçisi bile olamazsın. Ne diyorlardı avam dilde..?" dedi ve tek elini kaldırıp havada asılı bir şeyi yyakalamaj ister gibi bir hareket yaptı. " Hıh! Onu sana yar etmem. Ben Hancıoğullarının kızı Feyza Hancıoğluyum, bugüne kadar her istediğimi elde ettim. Ve inan bana senin gibi.." diyerek Elife doğru dudak bükerek baktı ve devam etti " Bir kezbanı ezmekten de hiç çekinmeyeceğim. Aklın varsa ayağımın altından çekilirsin." dedi ve konuşmasını bir anda bitirdi.
Feyza Mustafayla bazı konularda iş ortaklıkları olan aile dostlarının kızıydı. Onu gençlik yıllarından beri tanırdı. Hiç igisini çekemese de içten içe ondan hoşlanırdı. Denizle evnlenince ümidini yitirip bir kaç kez başka erkeklerle evlenmiş ama kalbindeki boşluğu dolduramamıştı. Deniz vefat ettiği sırada üçüncü eşi ile evliydi. O sıralar Mustafayı arkadaşça teselli etmeye çalışırken içindeki karşılıksız aşk tekrar canlanmıştı. Birkaç sene içinde eşinden boşanmış ve tüm ilgisini Mustafaya yoğunlaştırmıştı. Fakat bu sırada adamın dine döneceği tutmuştu. Elinden geldiğince yakınında kalıp dikkatini çekmek için babasından işleri bile devralmıştı ama henüz bir ilerleme kaydedebildiği söylenemezdi. Ama yine de bir ümidi vardı. Şimdi bu Elif denen pejmurde kasaba kızıyla evlenirse tekrar başa saracak, onca çabası heba olacaktı. İşte buna izin vermeye hiç niyeti yoktu!
Kadın konuşması bitince içeri girdiği gibi bir anda evin çıkışına yöneldi. Elif donup kalmışsa da kızlar hiddetlenerek kadının arkasından koştular. Kapıda hazır bekleyen korumanın belindeki silahı kibarca işaret etmesi üzerine bir adım geri çekilip arkasından bağırmakla yetindiler. Kadın onlara hiç aldırmadan şöföre ; " Arabayı çalıştır çabuk daha fazla burada kalmak istemiyorum" dedi ve son model arabasının arka koltuğuna geçti.
Kızlar sinirle ve söylenerek içeri geri döndüklerinde Elif lavaboda abdest alıyordu. Kızlar bağıra çağıra durum tartışması yaparken Elif sessizce odasına geçmiş, Kur'anını açmıştı. Yanağından süzülen ılık gözyaşları sayfaları ıslatırken o da derdini en yakınına Rabbine iletiyordu. Böyle bir olay yaşayacağını hissediyordu, uçtuğu semalardan kendisini dünyaya geri getirecek bir deprem bekliyordu aslında. Ama bu kadar canının yanacağını düşünmüyordu. Her olasılığı düşünen ihtiyatlı Elif, çok büyük bir hata yapmıştı; kendisini bu prenses masalına hesap ettiğinden çok daha fazla kaptırmıştı. Ve şimdi uçurumun kenarında durmuş, avucunun içinde kıvranan kaygan bir balığı tutmaya çalışıyormuş gibi hissediyordu.
Kızlar karavana bir şekilde boşluğa söverken aralarında en mantıklı ve aynı zamanda agrasif karaktere sahip olan Betül çoktan Mustafayı aramıştı. İş yerinin adresini öğrenmiş ve müsaitse yarım saat içinde oraada olacaklarını söyleyip onay alınca da detaya girmeden kapatmıştı.
....................
Sessiz sedasız hazırlanıp evden çıkmıştı kızlar. Yarım saat içinde Mustafanın sekreteerinin olduğu kısma kadar gelebilmişlerdi. İçerde başka bir görüşme olduğu için bekleme kısmında kuzu gibi oturuyorlardı. İş yerinin gösterişli ve devasa bir yer oluşu içlerinde köpüren hırsı hayretle örtmüştü, biraz da bu yüzden en masum halleri ile bekliyorlardı sıralarını. Sekreteer kendilerine odaya geçebileceklerini haber verdiğinde gelme sebeplerini hatırlamış ve tekrar öfkelenmişlerdi.
Zehra sağ elini yumruk yapmış kendisini zor tutuyordu. Esmanın gözleri dolmuş ağlamaya meyilli bir hal içindeydi. Aralarında kendine az da olsa hakim olan tek kişi Betüldü ve konuşmaya o başladı.
" Sizi bunca işinizin gücünüzün arasında bu şekilde aniden rahatsız etmek istemezdik ama kusurumuza bakmayın artık."
" Ne demek kızlar, size her zaman açık bu kapı. Fakat bu kadar ani ve acil olan ziyaretinizin bir sebebi var mı merak ettim doğrusu." Mustafa bu sırada eline iş telefonunu almış kızlara , ne içersiniz, diye sormuştu. Kızların bir şey isteyemen sert tepkilerini görünce, "kızım sen bize dört şekerli kahve getiryanında ikramlık çikolatalardan bol koysunlar" dedi Zehraya doğru gülümseyerek. Normalde bu hareketi oldukça sevimli bulacak olan Zehranın yumuşamaya hiç niyeti yoktu. Soluk alışı bile olağandan sık ve kesikti. Betül fırsat beklemeden konuşmasına devam etti:
" Bugün evimizi Feyza Hancıoğlu ziyaret etti." dedi ve durdu. Hakaret ya da argo kelime içermeden durumu nasıl anlatacağını düşündü. " Elif ablama hakaretler yağdırdı. Mustafa seni değil koynuna evine hizmetçi diye bile almaz dedi, yol yakınken bu sevdadan vazgeç dedş ve daha bir sürü hakaret ve aşağılayıcı cümleler kurdu. Elif ablam kendisini odasına kapattı ve biz de bu durumdan endişelendiğimiz için buraya gelip olayı sana anlatmayı uygun bulduk."
Mustafa şaşırmıştı hem de çok şaşırmıştı. Feyza ailedostları, iş ortaklarıydı. Ama neden Elife gitsin ki? Neden hakaret etsin? Onu nerden ilgilendiriyor bu konu? Mustafanın damarlarındaki kan beynine kızgın lav misali akın ediyor sinir sistemi hararet yapıyordu o an.
" Ciddi misiniz siz? Yoksa bana şaka mı yapıyorsunuz?Aklım mantığım almıyor böyle bir şeyi.." Kendi kendine söyleniyorduaslında. Kızlara değildi tepkisi, içinde bulunduğu duruma inanamamasındandı. Vücudunun kasıldığını, kaslarının gerildiğini hissetti.
Kızlar sepetlerindeki zehiri ve öfketi akıttılar yirmi dakika boyunca. Mustafa gereğini yapacağını söyleyerek uğurladı onları. Aklında deli tilkiler tavşan görmüşcesine dört nala koşuyordu. Kızlar ofisin kapısından çıkar çıkmaz sekreterini çağırdı.
" Feyza Hancıoğlu ile bir saat içinde bir görüşme ayarlıyorsun. Bugünlük bütün görüşmelerimi iptal et. Ve beni en kısa zamanda bilgilendir."
Ne düşüneceğini bilemiyordu. Feyza kimdi? Onun eş olarak seçtiği kişiye karışma hakkını kendinde nasıl bulmuştu? Peki ya Elif.. O ne hissediyordu şimdi? Feyza ile görüşüp konuşmadan Elifi aramamaya karar vermişti. Durumu net bir şekilde anlaması gerekiyordu. Sekreteri FEyza Hanımın yarım saat içinde geleceğini bildirdi. O gelene kadar ofisin penceresinden dışarı bakıp debdebeli şehir hayatı manzarası eşliğinde düşüncelere daldı.
İzin isteyen sekreterinin sesiyle kendşine geldi. Beklediği konuk gelmişti. " içeri al" dedi, öfkeesini dizginlemeye çalışıyordu. Feyza içeri alımlı ve şuh adımlarla girdi. Üzerinde göğüslerini ön plana çıkartacak kadar dar, dizlerinden yukarda biten kısa bir elbise vardı. Yüzündeki ağır makyaj ve özenle yaptığı saçları ile küçük kızların oynadığı oyuncak barbie bebeklere benziyordu.o kadar yapmacık.. Mustafa yıllardır kafasını kaldırıp da bu kadına karşı cins gözüyle bakmadığını farketti, iyiki de bakmamıştı.
Feyzanın tedirgin hali şaşkın ve meraklı bakışlarından anlaşılıyordu.
" Hayırdır Mustafacığım bir sorun mu var?" dedi, deri koltuğa yumuşak ve asil bir şekilde otururken.
" Hayır mı ben de merak ediyorum FEyza.Bugün nişanlımın evini ziyaret ettğini öğrendim. Maksadın neydi anlamak istiyorum." Mustafa kendini kontrol etmeye çalışsa da irileşen gözleri, şişen burun delikleri, yumruk yaptığı eli ve ses tonu duygularını ele veriyordu.
" Hemen de yetiştirdi mi o sümsük?"
" Dikkat et!Sümsük diye nitelendirdiğin kişi benim evleneceğim insan!"
" Pardon ağzımdan kaçtı. Ben sadece tebrik etmek istemiştim. Ama Mustafacığım kabul et o kız pek de sana göre değil."
" Ben kırk yaşımı devirmiş bir insanım FEyza. Evleneceğim kızı seçerken senden fikir alacak değilim. Hem sen benim hayatımda hangi konumda olduğunu sanıyorsun, bu özgüvenin nerden geliyor?" Mustafanın hiddeti kontrolden çıkmak üzereydi. Feyza yıllardır tanıdığı bu adamın ilk defa bu kadar gözü kara ve öfkeli haline tanıklık ediyordu.
"Tamam Mustafa sakin ol. Biliyorsunki ben seni yıllardır tanırım, aile dostuyuz biz. Seni dün tanıştığın bir kızdan daha iyi bilirim haliyle. Ben.. Senin üzülmeni istemiyorum. Son yıllarda iyice hayattan koptun kafan karışık. Yanlış bir kararla kendine zarar vermeni istemiyorum, o kadar."
" Şimdi de benim akıl sağlığımı mı küçümsüyorsun, anlamıyorum? Neyin kafasındasın sen? " Feyza ağzını açacak gibi olduysa da elinin hareketiyle onu susturdu. Her kelimesinden leş kokulu kibir yayılan cümlelere daha fazla tahammül edemeyecekti.
" Şirketinizle olan ortaklık anlaşmalarımızın hepsini fesh ediyorum. Anlaşmalardan doğacak tüm zararlar benim şirketim tarafından ödenecektir. Maksadım sizi mağdur etmek değil. Eşim olacak hanıma tahammülü olmayan, verdiğim kararlara saygı duymayan insanlara gösterecek gram müsamaham yok bu saatten sonra." dedi ve artık çıkma vakti geldiğini belli eder gibi masasından kalktı ve yüzünü pencereye çevirdi.
" Nasıl olur Mustafa, saçmalıyorsun. Onca yılın da mı hatırı yok? Bir kezban için değer mi bu yaptıklarına? Babama ne diyeceğim ben?" Mustafa sert bir hareketle Feyzaya doğru döndü ve bir adım atarak ona doğru yaklaştı. İşaret parmağını kadına doğru uzatıp kafasını hafifçe eğdi.
" Hala hakaret ediyorsun. Ben o kezban dediğin kızın gözlerinden akacak bir damla yaş için dünyayı yakarım, saçının bir teline ömrümü veririm anlıyor musun beni? Babana durumu izah edemezsen gerekli açıklamayı ben yapabilirim ama bunun pek hoşuna gideceğini sanmıyorum. Şimdi müsadenle işlerim var." dedi ve kadına kapıyı işaret etti.
Feyza hayatı boyunca bu kadar aşağılandığını hatırlamıyordu. Hem de sıradan, basit ve çirkin bir kız için. İş anlaşmaları Mustafa ile kalan son bağlantısıydı ve bunu kaybetmişti. Bütün öfkesi Elife kanalize olmuş bir şekilde daha fazla konuşmadan hışımla odayı terk etti. Yenilgiyi kabul ettiğinden değildi suskunluğu, güç toplamak ve plan yapmak içindi sadece.
...........
Mustafa o gün akşama kadar Elife ulaşmaya çalıştı. Ama Telefonlarını açmıyor, mesajlarına cevap vermiyordu. Kızları aradığında odadan çıkmadığını söylediler. Evine gidip konuşmayı düşünse de vazgeçti. Bunun dinen caiz olmadığını biliyordu ama onu engelleyen asıl duygu yesrib kokulu yetimini üzgün bir halde görmeye dayanamayacak olmasıydı.
" Elif lam mim.. İşte böyle anlatılmaz haldeyim. Ömrümün ikindi vaktindeyim. Kendimden hicret ettim de sana doğru gelmekteyim. Ne olur bırakma beni yalnızlığımın ellerine. Sen ensarım ol ben senin muhacirin.."
Elif bu mesajı defalarca okudu, sonra aldı telefonu kalbine bastırdı, kelimeler kalbine iyice batsın diye. Güzel bir kız değildi. Kendine bakım yapmak kırk yıl düşünse bile aklına gelmezdi. Giydiği kıyafetler kendisi kadar iddiasızdı. Ama Mustafa yakışıklıydı, Maddi durumu iyiydi, bir kadını -kalbi taştan bile olsa- etkileyecek kadar kadın ruhundan anlıyordu. Bir dağ gibi heybetli, bir çınar gibi güven verici,bir elmas gibi ışıltılı ve güzeldi. O kız haklıydı, Elif ona hiç bir zaman yetmezdi. Biraz da bu yüzden belki de, hiç inandırıcı gelmiyordu yaşadıkları. Mustafanın ona olan sevgisinin sonu, önce yağıp gürleyen sonra birden kaybolan yaz yağmurları gibi olacaktı, şüphesiz. Keşke sol yanı bu kadar acımasaydı. Keşke kendini bu kadar kaptırmasaydı. Keşke en başından.. Ama iyi ki'lerle başlayan cümleleri de vardı terazinin diğer kefesinde. Kalbine sokarcasına bastırdığı telefonu şahitti iyikilerine, parmağındaki yüzük şahitti. Elif kendi elleriyle kazıdığı arafta nefessiz kalmıştı yine.
" Lütfen beden kendini esirgeme. Sen böyle yapınca ben nefes alamıyorum, dünya kararıyor önümü göremiyorum. Her şey kayıp gidiyorellerimden sanki tutamıyorum. Seni anlıyorum ve hak veriyorum ama ne olur bu mim 'in Elifi ol yine bana ses ver.."
Elif derin bir nefes aldı. Seccadesinden kalkıp yatağına oturdu ve telefonunun ekranına dokundu.
" Beni anlaman için benim ayağımı acıtan ayakkabıları giymen lazım, geçtiğim yollardaki dikenlere basa basa yürümen lazım. Ama ne yazıkki ne benim ayakkabılarım sana olur ne seninkiler bana.."
Mustafanın içi rahatlamıştı. En azından bir hayat belirtisi göstermişti kendisini hala kum tanesi zanneden siyah incisi.

Elif'in Mim Durağı - Kitap Oldu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin