34 - " Ada Sipahi "

17.4K 938 123
                                    

Babam bizi terk ettikten sonra annem bir kaç gün odasından çıkmamıştı ama yine de sesimi çıkarmamıştım. Çünkü çok küçüktüm. Neler olduğunu anlayamasam da evdeki eksikliği hissediyordum. Babam yoktu. Annem odasından çıkmıyordu. Beni terk ettiğini sanıp korkmuştum. Sadece yemeğimi yediriyor, banyomu yaptırıyor, giysilerimi değiştirip yatırıyordu. Hayal meyal hatırlıyordum. Bunları yapmasına rağmen tek kelime etmiyor ardından odasına kapanıyordu. Beni terk edeceğini düşünmüştüm çocuk halimle. Bu yüzden babama delice bir öfke duymuştum. Onun yüzünden annem beni terk edecek sanmıştım. Ama daha sonra her şey rayına oturmuştu. Annem gülmese de eskisi gibi kendisini odaya kapamıyor ve benimle daha çok ilgileniyordu. Aslında ilk defa annemin beni terk edeceğini o zaman düşünmüştüm. İlk kez o zaman korkmuştum. Bir daha böyle bir şeyi düşünmeme neden olacak bir olay olmamıştı. Ölüm... Aklıma hiç gelmemişti ki. Oysa her an ensemizde olan bir gerçekti. Ama yine de... anneme yakıştıramamıştım işte. O ölemezdi ki. Anneler ölür müydü?  Ölmemeliydi. Belki de hayatta ölümsüzlük en çok annelere yakışırdı. İmkanım olsaydı kalan hayatımı seve seve anneme verirdim. Şimdi yok muydu yani ? Nefes almıyor muydu ? Kalbi atmıyor muydu ? Yani hayatta kimsem kalmamış mıydı şimdi?

Oysa... benimle gelmeliydi!  Ona gelmesini söylemiştim ama bana bir kere güvenseydi böyle olmazdı belki de hiç bir şey. Sadece biraz daha paraya ihtiyacım vardı. Onu yanıma alacaktım. Onunla konuşmamıştım bile. Sesini bir kere duysaydım hiç değilse.

Ellerimde kelepçeler polis arabasına yerleşirken Çağan'ın boğuk sesini duyuyordum ama ne söylediğini anlayamıyordum. Sanki tüm dünya sessizleşmiş ben iç sesimle baş başa kalmıştım. Yapabildiklerim ve yapamadıklarım zihnimi akın etmişti bile. Gözlerimin yandığını hissediyordum. Aynı zamanda canım da yanıyordu. Bir eksiklik vardı. Sanki büyük bir parçam kesilip alınmıştı bedenimden. Kan akıyordu. Kan hiç durmuyordu. Her yer kırmızıydı. Canım yanıyordu ama aynı zamanda hissedemiyordum. Ölüyordum ama aynı zamanda yaşıyordum da. Tabi buna yaşamak denirse.

Karakola nasıl ve ne zaman geldiğim hakkında bir fikrim yoktu. Duvar kenarında sarhoşa benzeyen bir adam polis memuruyla tartışırken koridorun sonunda hayat kadını olduğunu düşündüğüm 2 kadın başka bir polis memuruna bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Biri sarışın biri kızıl saçlıydı ve memurun yüz ifadesinden bıktığını anlıyordum.

Kolumu tutan memur beni bir kukla gibi bir kapının önünde durdurdu. Kapıyı boştaki eliyle tıklattıktan sonra  içeriden gelen bir 'girin' komutuyla kapıyı araladı ve kendiyle birlikte beni de içeriye soktu. Bense sadece komutlarına uyuyordum. Yanaklarımdaki ıslaklığın nedenini tahmin edebiliyordum.

Dikdörtgen masann ardında oturan adam bakışlarını kaldırarak yüzüme baktı. Saçları hafif kırlaşmıştı ve bakışları oldukça sertti. Burnunun ucundaki gözlüğü alarak kenara bırakıp arkasına yaslanınca kolumu tutan memur "Ada Deniz Akşit. Sevda Akşit cinayetindeki şüphelilerden amirim."

Amir olduğunu öğrendiğim adam başıyla onayladıktan sonra burnunun ucuyla masanın önündeki sandalyelerden birini işaret etti. Ruhsuz bakışlarımı üzerinde gezdirdiğimde kaşlarını çattı. Kolumu tutan memur hareket etmediğimi fark ettiğinde sertçe beni sandalyeye oturtup kolumu bıraktı. Kolumda tuttuğu yer sızlıyordu ama bu en son düşüneceğim bir konuydu.

"Sevda Akşit'in kızı olduğunu duydum."

Aynı ruhsuz bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Derin bir nefes aldı bıkkınlıkla.

"Bak kızım. Yaşın çok büyük değil anladığım kadarıyla. Normalde cinayet büro seninle ilgilenecek ama onlardan önce ben seni görmek istedim. Bir evlat annesini neden öldürür önce ben sana sormak istedim."

DENİZ KIZI  Where stories live. Discover now