Bölüm 54

4K 362 72
                                    

Hayırlı ramazanlaaarrr...

Son iki bölümde kafanız çok karıştı biliyorum ama her şeyin bir açıklaması var :) zamanla her şey tek tek açıklığa kavuşup bir düzene girecek inşallah. Bu bölümde çok duygulandım, üzüldüm gerçekten, keşke böyle olmasaydı bile dedim.

İlk yazmaya başladığım günden bu yana sürekli yanımda olup bana desteklerini esirgemeyen, en acımasız yorumları yapıp beni en çok eleştiren, sürekli yönlendirmeye çalışıp hikayeyi en iyi şekilde götürmemi sağlayan, ben vazgeçsem bile asla vazgeçmeyen, iki kişi var benim için çok değerli, ilki abim aduran523 ikincisi ise canım kankam ozlem1632 . İyi ki varlar iyi ki yanımdalar.

Birde siz varsınız, her bölüme yorum yapan oy veren değerli okuyucularım, sizlerde başımın tacısınız, sizlerde iyi ki burada benimle birliktesiniz hepinizi yüreğinizden kocaman öpüyorum.

Keyifli okumalar...

Suratıma ve duvara sıçrayan kanla irkildim. Meryem'in çığlığı tüm hastaneyi inletti. Ardından olduğu yere yığıldı. Sedat başından hala sızan kanla duvar dibinde öylece duruyordu. Meryem hala baygın yatıyordu bende kalktığım yatağa geri dönüp oturdum. Beş dakika geçmeden içeri doktor, hemşire, güvenlik, hatta hasta bakıcılar dahil kalabalık bir grup girdi.

Yerde kanlar içinde yatan Sedat'a, baygın Meryem'e ve bana hızlıca bakıp, şaşkın gözlerini üzerimizde gezdirdiler. En öndeki doktor bana dikkatle bakıp hemen Sedat'ın boynuna iki parmağını bastırdı. Başını sağa sola sallayıp diğer doktorlara baktı. Meryem'i kontrol ettiler baygın olduğunu anlayınca sedyeyle başka bir odaya aldılar.

Ben film izler gibi izliyordum tüm olanları. O ara hastane polisi de içeri girdi, yerde ki Sedat'a burnunu karıştırarak baktı. Tiksinmiş miydi? Oysa Sedat hala en yakışıklı ve karizma haliyle duruyordu duvar dibinde. Elim benden bağımsız karnımın üstünde öylece oturuyordum. Şok mu olmuştum? Hayır.

Yaptığım şeyin farkındaydım yıllarca bu tür şakalar hep yapmıştık Sedat'la birbirimize. Ama hiç birinde, hiç birimiz ölmemiştik. Sanki kar yağıyordu üstüme, sanki donmuştum o karın altında. Neler olacaktı bundan sonra? Nasıl dayanacaktım canını aldığım canımın yokluğuna.

Omzuma dokunan bir elle kendime geldim. Oda dolusu polis vardı içerde. Sedat gitmişti duvar dibinden, sadece kanı kalmıştı geriye. Ben hala oturduğum yerdeydim. Polisler bana bir şeyler anlatıyordu ama tek bir kelimesini bile algılayamıyordum. Biri ayağa kaldırdı beni, çelik kelepçeyi taktı bileğime, daha önce de defalarca kelepçe takmışlardı bileğime ama hiç biri bu kadar acıtmamıştı.

Çünkü daha önce hiç canımın canını almamıştım ben. Odadan çıkartıldım, bir grup polis önde, bir grup polis arkada, ikisi kolumdan tutmuşlar yanımda, tüm insanlar bize bakıyor. Kimisi acıyarak, kimisi kızarak, kimisi tiksinerek. O ara bir ses duydum arkamdan bağıran, durdum, polislerle aynı anda döndük arkamızı. Meryem'di

"Melek, Meleeeekk, lanet olsun sana, neden yaptın? Nasıl yaptın bunu?"

Ben sadece sustum.

Ne diyecektim ki, o senin sevgilin ama benim abim, ben senden daha çok üzülüyorum mu diyecektim?

Ben sadece sustum.

Meryem polislerin ardına kadar gelip yine bağırdı

"Dilerim Allah'tan, seninde canın yansın, en sevdiğini alsın senden"

Ben sadece sustum.

Ne diyecektim ben zaten yangın yeriyim mi diyecektim, en sevdiğimi aldı zaten mi diyecektim?

Ben sadece sustum.

Polisler acelemiz var gibi geri çevirip koşar adım hastaneden çıkartılar beni. Başıma baskı uygulayarak bindirdiler polis arabasına. Bilinmeze mi gidiyordum? Hayır. Başıma gelecek her şeyi biliyordum. Alev alevdi içim, ne tek kelime ettim, ne de tek damla gözyaşı döktüm. İçim yangın yeri, dışım buz kütlesi.

Yol bitti, geldiğim yer emniyet müdürlüğüydü, direk sorgu odasına girdik. Oturdum siyah odanın, siyah masasının ardında ki siyah sandalyeye. Kelepçenin bir tarafını açıp masaya kelepçelediler tek elimi. Kaçmayacaktım zaten, kaçamayacak kadar donmuştu bedenim. Kısa bir süre sonra içeri iki kişi girdi, biri ayaktayken, öbürü tam karşıma oturdu. Karşımda ki ters oturduğu sandalyeye kollarını dayayıp, bana doğru eğildi, ilk sorusunu sordu

"Neden yaptın?"

Sonrası boşluktu benim için, sahi neden yapmıştım, sinir anımıydı, şakalaşıyor muyduk, korkutmak mı istedim, yada mecbur mu kaldım. Ne diyecektim? Canımın canını aldım ama pişman değilim mi diyecektim? Sustum, sadece sustum. Sonrası yoktu zaten zihnimde ne sordular, ne söylediler bilmiyorum. Sandalye mi sarsan adamın kulağımın dibinde ki sesiyle irkildim.

"Anlatsana be kadın" diyordu.

Başımı sağa sola sallayıp yine cevap vermedim. Adam hırsla elini masaya vurduğunda odanın telefonu çaldı. Ayakta ki cevap verdi telefona ve oturan adama dışarıyı işaret etti. Masada ki bana işaret parmağını sallayarak "daha bitmedi, görüşeceğiz" dedi ve oturduğu sandalyeden kalkıp odadan çıktılar.

Biliyorum, sağ tarafımda ki ayna gibi görünen camdan beni izliyorlar. Başımı hiç o tarafa çevirmedim. Kısa bir süre sonra sorgu odasının kapısı açıldı loş ışıklı odada başımı kaldırıp gelene baktım. Nejla Amir'di, karşımda ki sandalyeye o oturdu bu sefer. Hiç konuşmadan önce elini masada kelepçeli olan elimin üzerine koydu. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda merhamet ve sevgiyi birbirine harmanlanmış halde gördüm.

Ama onun sevgisine de merhametine de ihtiyacım yoktu. Zaten her şeyin sebebi de o değil miydi. Boşta ki elimle elini elimin üzerinden ittim. Başımı ona doğru uzatıp sessizce "bana acımayı kes" dedim. Elini kendine doğru çekip başını salladı. Sonra ki sorusu daha acınasıydı "Nasılsın?".

Önüme eğdiğim başımı tekrar kaldırıp öfkeyle baktım yüzüne "sence, sence nasılım?"dedim. Şefkat dolu bir sesle "Anlıyorum" dedi. Bu kadın beni delirtmek için gelmiş olmalı. Yüzümde alaycı bir gülümsemeyle "Sen hiç en sevdiğini öldürdün mü?" diye sordum. Oda aynı benim gibi yukarı kıvrılmış dudağıyla, alay eder gibi "öldürmedim ama çok kaybettim" dedi.

Şu an suratı aynı bana benziyordu, ne kadar inkar etsem de biz birbirimize benziyorduk. Suratına odaklanmış baktığımı fark etmiş olmalı ki tek kaşı havaya kalktı, tam ağzını açacağı sırada boşta ki elimi havaya kaldırıp susturdum "beni buradan çıkar" dedim. Olumsuz anlamda başını sağa sola sallayıp "yapamam" dedi. Masanın üzerinden iyice eğilip "çıkarmak zorundasın, hamileyim" dedim.

Şaşkınca yüzüme baktı, ben geri çekildiğimde uzun uzun ve yine şefkat dolu bir yüzle bana baktı. "Daha fazla sorgulanmayacaksın, bu gece nezarette kalacaksın, sabah mahkemeye çıkacaksın, duruşmada suçunu kabul edeceksin, vatan hainlerinin yattığı bir hapishaneye gönderileceksin, çünkü sen devlete çalışan bir ajanı öldürdün " dedi ve ayağa kalktı.

Başka hiçbir şey konuşmadan odadan çıkıp gitti. Son emrini de vermiş oldu. Ben öylece kaldım karanlık odada. Hayatım, hayallerim gibi karanlıktı artık geleceğim. Ben, ben en sevdiğimin canını almıştım. Nasıl oldu? Nasıl yaptım bunu? Hala aklım almıyor. Almayacakta. Bunu ömrüm boyunca atlatamayacağım, bu üstesinden gelinebilecek bir şey değil. Ben artık her şeyden vazgeçtim, her şeyden.

Uzun sayılacak bir süre daha orada tek başıma oturdum sonra iki kişi daha girdi odaya az öncekiler değildi. O iki kişi beni çuval kaldırır gibi kaldırdı ayağa, kelepçe mi çözüp diğer elimle geri taktılar. Kapıdan çıktığımızda az önce ki sorguya giren adamlardan biriyle karşılaştık, ayakta olandı bu, sandalyemi sarsıp bana bağıran ve masayı yumruklayan. Öfkeyle baktım yüzüne, aynı öfkeyle karşılık verdi bakışları ve dikkatimi çeken dudağının kenarında kurumuş olan kandı...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :)

BAZI GİZLİ SIRLAR (Hayatımın Kazası)(tamamlandı)Where stories live. Discover now