Bölüm 69

3.7K 316 56
                                    



Herkese merhaba :)

Son zamanlarda gelen yoğun talep nedeniyle kendimi size karşı sorumlu hissediyorum ve bulduğum her fırsatta iki cümle de olsa yazmaya çalışıyorum. Çok güzel tepkiler alıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. El birliğiyle inşallah çok daha güzel yerlerde olacağız. Hepinizi kocaman öpüyorum, yorum yapmadan, oy vermeden geçmeyin olur mu? :)

Keyifli okumalar...


Sedat, Sedat yaşıyordu ve aynı muzurlukla sesleniyordu bana. Günlerdir beklediğim çözemediğim her şeyi unutmuştum. Bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeleri yan yana getirmek dünyanın en zor şeyiymiş gibi geliyordu. Üstüne üstlük akan gözyaşlarım da etrafımı görmemi zorlaştırıyordu. Benim cevap vermemem üzerine Sedat "canım, gözümün nuru, kıvırcığım hadi nerede olduğunu söyle de yanına geleyim, yetti artık bu hasretlik" dedi.

Titreyen sesimle adresi verdim, onun güzel kelimelerine karşılık tek bir söz söyleyemedim. Ben susunca Sedat "ben en geç yarın yanındayım, gelince her şeyi konuşacağız, bu it soylarına da gerekeni yapacağız, şimdi sen her nerdeysen evine dön, kimseye bir şey söyleme ve beni bekle olur mu kıvırcığım" dedi.

Sanki o görüyormuş gibi başımı salladım. "Tamam" diyebildim zar zor. Telefonu benden önce o kapattı başka bir şey söylemeden. Tutamadığım gözyaşlarımı, sildikçe sanki daha çok geliyorlardı. Postane den çıktım karşıda ki sahile doğru yürüdüm. Bulduğum en yakın banka oturup sesli sesli ağladım, ağladım, ağladım. Benim içli ağlayışıma etraftan bir kaç kişi dikkatle bakmaya başlayınca, daha fazla dikkat çekmenin manası yok deyip kalktım ve evin yolunu tuttum.

Eve vardığımda henüz kimse gelmemişti. Kapıyı açan Berna dikkatle suratıma bakıp telaşla "ne oldu sana, buldular mı yoksa seni" dedi. Aslında boynuna sarılıp Sedat ölmemiş diyerek sevincimi paylaşmak istiyorum ama Sedat şimdilik kimseye bir şey söyleme demişti. Sadece "iyiyim, temiz hava çarptı sanırım" dedim gülümseyerek. Salona bakıp "kimse gelmemiş" diyerek konuyu değiştirdim.

Hala laptop başında oturan Berna başını sallayıp "birazdan gelirler" dedi kendinden emin bir şekilde. Yalnızlıktan istifade "Berna prensin yanına geri dönecek misin?" diye sordum. Dudaklarını kıvırıp "prensi seviyorum" dedi. Aslında bu kaçamak bir cevaptı döneceğim dememişti. Konuşmak istemediğini anlayınca "bir şeyler bulabildin mi?" dedim laptopu işaret ederek.

Bıkkınlıkla başını sallayıp "her şey o kadar karışık ki, adamlar neredeyse bin yıldır içimizdeymiş, bu dosya da gördüklerimiz sadece bir kaçı, tüm Türkiye'nin içinde ki yapılanmayı hayal bile edemezsin, işin en kötü tarafı ise hepsi iyi eğitim almış, önemli mevkide ki insanlar. Bunların aslında hain olduğunu kime nasıl anlatacağız, ömrümüz yetmez" dedi.

Bende Sedat'ın varlığından aldığımı düşündüğüm cesaretle, " biz bize düşen görevi yapalım, en azından elimizdekileri temizleyelim, gerisini de devletimiz halleder" dedim. Berna alaylı bir gülüşle sen önce devlete kendini anlat, kendini bir temize çıkar bakalım" dedi. Ben ondan daha alayla güldüm "bakalım zaman ne gösterecek" dedim.

O ara kapı çaldı ben koşup delikten baktım gelen Yusuf'tu hemen kapıyı açtım elinde bir küçük poşetle içeri girdi. Poşeti bana uzatıp "yenge sen şunu al ben bir elimi yüzümü yıkayayım" dedi. O banyoya gitti ben salona geçtim, elimde ki poşete bakan Berna başını sağa sola sallayıp "git gide ümidim azalıyor" dedi.

Salona dönen Yusuf sesli bir nefes verip oturdu. Poşette sadece iki silah ve bir patlayıcı vardı. "Bu kadar, sadece bu kadar bulabildim" dedi. Öfkeli sesiyle "o kadar çabuk hain olduğumuza inanmışlar ki, en yakınımdakiler bile benden kaçıyor" dedi. Açılan kapıyla hepimiz o tarafa baktık Seyda ve Feyza birlikte döndüler.

Salona kendilerini atıp oflayıp poflayarak oturdular, Feyza "Meryem hanım çoğunlukla evdeydi, sadece bir kez kiliseye gitti ama orada da çok kalmadı" dedi. Seyda ulaşabildiğim tek rütbeli devletin muhalefeti" dedi. Herkeste bir pes etmişlik vardı. Haklılardı, çünkü samanlıkta iğne arıyorduk ve bunu samana çaktırmadan yapmaya çalışıyorduk.

Ferit henüz eve dönmemişti. Akşam olmak üzereydi, merakım korkuya dönmeye başlamıştı bile. Ulaşabileceğim telefonda yoktu. Mutfakta Yusuf ve Feyza'nın yiyecek bir şeyler hazırlarken çıkarttığı gürültüden başka içeride ses yoktu herkes sus pus oturuyordu. Biz yemeğimizi yedik, hatta üstüne kahve bile içtik ama hala Ferit ten ses seda yoktu.

Zaman geçtikce huzursuz olmaya başladım, herkes normal davranıyordu ama onların da merak etmeye başladıkları belliydi. Yusuf sık sık perdeyi aralayıp dışarı bakıyordu. Neredeyse sabah olacak, Ferit'ten hala ses yok, kalbim sıkışıyor, nefesim daralıyor, gün doğmadan kapının çalmasıyla kapıya koştum, diğerlerinin benimle birlikte koşuşturması onların da ne kadar endişelendiklerinin en büyük kanıtıydı.

Kapıyı açınca karşımda şapkalı, iri gözlüklü bir kadın ve yanında aynı onun gibi şapkalı gözlüklü sakallı bir adam vardı. Yüreğim ağzıma geldi, ben önde diğerleri arkamda öylece kapıdakilere bakıyorduk. Gözlüğünü çıkaran adam "şaşkın, yine dondu kaldı, hadi kızım alsana bizi içeri böyle kapıda mı bekleyeceğiz" dedi, ben boynuna atladım.

Allah'ım bu nasıl bir mutluluktu, "Sedat, hoş geldin, hoş geldin, iyi ki geldin, çok özledim seni, çok şükür yaşıyorsun" diye diye adamı öpücüklere boğmaya başladım. Beni iterek "tamam kıvırcık yeter yaaa" diyerek içeri girdi, yanında ki kadında beraber. Diğerleri Sedat'a hoş geldin faslı yaparken, ben yanında öylece dikilen kadına bakmaya başladım.

Önce gülümseyen kadın, gözlüğünü ve şapkasını çıkardı ben bir şok daha yaşadım, bu kadın Nejla amir'di. Aman Allah'ım o da yaşıyor. O bana baktı, ben ona baktım, ne o sarılmak için bir hamle yaptı ne de ben. Sedat gelip kulağıma "sadece sarılacaksın, dünyayı kurtarmayacaksın" dedi sırıtarak.

Belki haklıydı sadece sarılacaktık ama gururum ve kırgınlığım buna izin vermiyor. "hoş geldiniz" diyerek ardım sıra geri döndüm ve koltuğa Sedat'ın yanına yerleştim. Sedat'ın "Ferit'i göremedim" demesiyle içimde ki huzursuzluk geri geldi, "bilmiyorum, para bulayım diye çıktı, neredeyse yirmi dört saat olacak ama hala dönmedi" dedim sıkıntıyla. Sakallarını kaşıyan Sedat "başına bir şey gelmiş olabilir mi acaba" dedi ama bunu söylerken sakin olmaya çalıştığı her halinden belliydi, sanırım beni korkutmak istemiyordu. Benim korkum hat safadaydı oysa ki.

Aç olmadıklarını söyledikleri için kahve içiyorduk ve sabah çoktan olmuştu. Sedat ve ben hariç herkes bir yerlere kıvrılmış dinlenmeye çalışıyordu. Aklımı kurcalayan ilk soruyu sordum, "ben o gün seni vurmadım, silah boştu, nasıl oldu da duvar kan oldu, sen yere yığıldın, seni alıp gittiler, öldü dediler, nasıl kurtuldun, bu güne kadar neredeydin, neden ortaya çıkmadın?" sesli bir kahkaha atan Sedat "bir sakin ol bakalım sen, hepsini anlatacağım, ama önce sen benim soruma cevap ver, bebek nasıl, sen nasılsın?" dedi.

Başımı gülerek sallarken "ben iyiyim, yani iyi olmaya çalışıyorum ama bebek için net bir cevap veremem, çünkü daha doktora bile gidemedim, bebeğimin durumu nasıl bilemiyorum" diyerek cevap verdim. Sırıtan Sedat "inşallah ikizdir, çifter çifter severiz artık" dedi, gözlerimi devirerek "sağ salim doğsun da, ben tekine de razıyım" dedim.

Birbirimize en içten gülümsememizi sunarken Sedat'ın "neden Nejla Amir'e sarılmadın, kadın senin hasretinle yanıp tutuşuyor, o senin annen, sen bu kadar gaddar değilsin be kıvırcık" demesiyle yüzüm soldu. Haklıydı ama hiç yanımda olmamış bir kadına, hiç bir şey olmamış gibi yaklaşamazdım, "sen benim sorumu geçiştiriyor musun acaba" diyerek ben Sedat'ın sorusunu geçiştirdim.

Sedat yine o güzel kahkahasını atarak "seni çakaaalll" dedi, bende onun gibi sesli gülünce çakma bir ciddiyete bürünüp "şimdi sana anlatacağım, sonra Ferit gelecek, bir de ona anlatmak zorunda kalacağım, en iyisi Ferit gelsin ikinize birden anlatırım" dedi, bak yaa Ferit dedi yine içim sıkıldı nerede kaldı bu adam.

"Tamam tamam haklısın" dedim ama aklım, hem merak ettiğim sorularda hem de Ferit'te takılıp kaldı. Oflayıp "ben bir çay mı koysam" dedim. Sedat cevap verecekti tam ama o sıra kapı çaldı. Koşar adım kapıya gittim, arkamdan da Sedat geliyordu. Kapıyı açtım ve gözlerime inanamadım, Ferit gelmişti. Bir eli kolunu, diğer eli ensesini sıkı sıkı tutmuş, yanında getirdiği şahsa bakarken, burnundan soluyordu...


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :)

BAZI GİZLİ SIRLAR (Hayatımın Kazası)(tamamlandı)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang