1 - ANI DEFTERİ

380 14 3
                                    

Odanın ortasında duran dökme soba gürül gürül yanıyordu ve ben eski zaman yapıları tarzında olan büyük penceremin önünde bağdaşımı kurmuş rahatça oturuyordum. Bu eski kerpiç köy evinde üstünde oturduğum ve üzerinde geyiklerin cirit attığı bu minderleri çok severdim. Bu minderler koyun yünleri ile doluydu ve yumuşacıktı. Biliyordum çünkü minderleri kendi ellerim ile ben doldurmuştum. Bizim arsız -kendisi koyun olur- bu yaz kırpılmıştı ve onun tüyleri ile kocaman iki minder yapmıştım. Kırmızı yanaklı, hayat dolu olan komşum Ayşe ana da minderlerin bezlerini kendi elleri ile dikmişti.

Soğuk olmalıydı. Hemen üzerimdeki kazağı çıkardım. Tabi ki kazağı soğuk olduğu için çıkarmamıştım. Soğuk dışarıdaydı. İçeride soba vardı ve şimdi hamamları hatırlatan bir sıcağın içinde alnımda terler birikiyordu. Dışarıda harika bir kar manzarası ve tipi vardı ama ben evimin içinde sıcakla sarmaş dolaş oturduğum için manzaranın tadını çıkartıyordum.

Fokurtularda duyuldu. Sobanın üzerinde duran çayım hazırım diye bağırıyordu. Bardağımı, kaşığımı, şekerimi çoktan hazırlamış önüme koymuştum. Bunlarla birlikte Ayşe ananın nefis kurabiyelerinden bir tabak dolusu da önümde duruyordu. Ona boşuna ana demiyordum. Ülkemizin bir ucunda, unutulmuş bu küçük köy yerinde bir ana gibi bana yardımcı olur sevgisiyle yüreğimi ısıtırdı.

Burası A... şehrimize bağlı küçük bir köydü ve bu köy atalarımın yıllar, asırlar boyu yaşayıp köklerini saldığı ya da akrabalarımın yurt edindiği yer değildi. Aksine o yerden kilometrelerce uzakta olan bir memleketti. Bu küçük köye geldiğim vakit ne bir ahbabım ne de bir dostum vardı. Yani burası benim için tamamen yabancı bir yerdi ama yine de gelmiştim. Peki ama ben burada ne arıyordum?

Çünkü ben bir öğretmendim. Köyün öğretmensiz kalan okulunda görev almak için ülkemin bir ucundaki bu memlekete kadar gelmiştim ve iki koca sene geride kalmıştı. Şimdi tüm köy ile koca bir aile gibi olmuştuk.

Tıs. Tıs. Tısss. Yılan sesi değildi. Demliğimden taşan suyun sesiydi ve kaynar olmasına rağmen, sobanın sıcak sacına değdiği anda su hemen buharlaşıyordu. Sıcak adeta naylon gibi beni erittiği için mindere yapışıp kalmıştım. Hala yerimden kalkasım yoktu ama çayın ağzımda oluşan hayali ile kalkmaya kudret bulabildim ve çaydanlığı sobanın üzerinden aldım.

Bu anlattıklarım yani çayın demlenmesi filan yaklaşık 10 dakika önce meydana gelen olaylardı. Şuanda demliğin yarısı boşalmıştı ve tabakta ki kurabiyelerden eser kalmamıştı. Yazıyordum ve hala da yazmaya devam ediyorum. Dışarıda tipi, tek göz bir evde yalnız başına kalınca, geçmişe dönüp tekrar yaşamak için yanıp tutuştuğum anılarım aklıma hücum etmişlerdi ve bende boş durmaktansa yazmaya, anılarımı bu şekilde yeniden yaşamaya karar verdim.

Aslında yazmadan, sadece hayal ederek de anılarımı yaşayabilirdim ama anılarım biran için bana o kadar kıymetli göründü ki evhamlı oldum çıktım. Bu evhamı tetikleyende bir olay oldu ama benim başımdan geçmedi. Başkasının başına gülmek iyi olmaz, senin de başına gelir derler ama insan bazen kendisini tutamıyordu.

Az önce çayımdan ilk yudumları aldığım anda duyduğum çığlık ile gözlerim pencereme kaymıştı ve kat kat elbiselerinden, kafasına sarındığı çaputlardan tanıyamadığım bir köylüyü çığlıklar atarak kayarken görmüştüm ama pek öyle eğlence amaçlı kayan birine de hiç benzemiyordu. Çok geçmeden de kuşlar gibi çırpınmaya başlamış ve yere düşmüştü.

Bu sahne ile çayımdan aldığım ikinci yudum, kahkahalarımla birlikte ağzımdan burnumdan fışkırmıştı. Adamsa bir süre sırt üstü karların üstünde yatmıştı. Bende poposunun fena zonkluyor olduğunu düşünmüştüm. Ayağa kalktıktan sonra da üzerini silkelemiş ve bir gören olup olmadığını anlamak için sağına soluna bakındıktan sonrada tipinin içinde kaybolup gitmişti.

BİR ŞEHRİN HİKAYESİ(Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin