Tahmin edin, ne olmuştu?
İnternet paketim bitmeye karar vermişti! Ben de vardiyam sonlanır sonlanmaz kendimi dışarı atmıştım -aslında yarım saat erken kaçmıştım- ve Altıyol'dan aşağıya yürümeye başlamıştım. Saat on bire geliyordu. Rıhtım'a ulaşınca Starbucks'a girdim. Kapanmasına yarım saat kalmasına rağmen hala içeride bilgisayarıyla oturan birkaç üniversite öğrencisi vardı. Yorgunluktan ayakta uyumak üzere olduğum için önce kendime filtre kahve siparişi verdim.
"Dilara Hanım!"
Ay, evet evet. Adımı asla anlamayacaklardı. Kahvemi aldım ve oturmak için yukarı çıktım. Garsondan öğrendiğim şifreyle telefonumdan mekanın internet ağına bağlandım. Çantamdan çıkardığım sufleyi masaya koydum. Bu Pizza Hut'tan düzenli olarak yürüttüğüm şeylerden biriydi. Tatlının kapağını açtım ve plastik kaşığı içine daldırdım. Bir yandan ise telefonumdan Instagram hesabıma girdim ve arama kısmına artık neredeyse ezberlediğim ismi yazıp arattım. Çıkan on altı sonuca da teker teker baktım. Ne yani bir Instagram hesabı yok muydu? Eh, hesapların çoğu gizliydi ama profil fotoğraflarından birkaç sonuç çıkarmaya çalışıyordum. Belki de vardı ama adını kullanmıyordu. Google arama motoruna bağlandım ve adını yazdım. Google beni yarı yolda bırakmazdı!
Önüme bir sürü link geldi. Ask.fm hesapları, Twitter hesapları, Tumblr hesapları ve Facebook hesapları... Bir dakika, Facebook!
Yani, kimin Facebook hesabı yoktu ki canım? Kullanmasanız bile telefon oyunları yüzünden kapatmaya cesaret edemiyordunuz resmen! Facebook'a bağlandım. Buraya girmeyeli öyle fazla olmuştu ki hesabım arkadaşlık istekleriyle ve oyun bildirimleriyle dolup taşmıştı. Onlarla uğraşmak yerine arama kısmına ismini yazdım ve arattım. İşte bu sefer tam bir siber takipçi gibi hissediyordum. Eğer Starbucks kapanmadan başarılı olursam kendimi havuçlu kek ile ödüllendirecektim.
Sonuçları teker teker inceledim. Sarışın Canseller, menapozlu Canseller ve liseli Canseller'in sonunda bir profil gözüme takıldı. İsmi sadece Azra Sezgin'di. Hemen üzerine dokundum ve profil fotoğrafını açtım. Oydu! Yani, sanırım lise resmiydi çünkü piercingleri yoktu ve üzerinde okul üniforması vardı. Dur, yoksa liseli falan mıydı? Profil bilgilerine tıkladım. Açılan sayfada sadece cinsiyeti ve... ah, işte doğum tarihi!
26 Temmuz 1996.
Üniversiteye gidiyor olmalıydı; yani tahmin ettiğim gibi eski bir fotoğraftı. Şimdi ne yapacaktım? Gidip fotoğraf albümüne girdim. Sadece üç fotoğraf yüklüydü ve ikisinden biri profil fotoğrafı, öteki de kapak resmiydi. Kapağında beyaz kedi yavruları illüstrasyonları vardı. Kalan son fotoğrafa dokundum. Sahilde boydan çekilmiş bir fotoğraftı ve ayaklarında patenler vardı. Etraf tanıdık geliyordu; Caddebostan sahili olabilirdi.
Güzel bir fiziğe sahipti. Ne çok zayıftı, ne de balık etliydi. Boyu ortalama olsa da uzun bacakları vardı. Beyaz tenine yakışan kumral saçları bu resimde kıvırcıktı ancak onu Pizza Hut'ta gördüğümde düzdü. Sanırım bu doğal haliydi ve çok güzeldi. Profil fotoğrafına baktım. Piercingleri olmadığı için gamzeleri daha belirgin çıkmıştı. Üç sene önceye ait bir fotoğraftı fakat minik dudaklarında oluşan gülümsemesi değişmemişti. Kalın kaşlarının hemen altında kısılan mavi çekik gözlerini inceledim. Fotoğrafın altında birkaç yorum vardı ama yalnızca Çok güzelsin, maşallah kızıma!😘 gibi yanıtsız akraba yorumlarından oluşuyordu. Daha fazla beklemedim ve çok da düşünmeden arkadaşlık isteği gönderdim. Belki de görmeyecekti ama denemeye değerdi, değil mi?
Saat on bire geliyordu. Yine kızı seyretmeye dalıp bu sefer de tatlımı soğutmuştum. Onu masada bırakmaya karar verdim, ayaklandım ve aşağı indim. Starbucks'tan ayrılmadan önce, hazır kasalar hala açıkken, kendimi ödüllendirmek için gidip bir dilim havuçlu kek aldım ve yüzümde oluşan memnuniyet dolu gülümsemeyle, bir yandan plastik kutudaki lezzetli keki yerken metroya doğru ilerledim.

YOU ARE READING
🍕Vegan Pizza ⚢
Teen FictionYüzümde oluşan sırıtışla arkamı döndüğüm esnada gözüme karşımdaki masada oturan kumral saçlı kız ilişti. Hemen elime sipariş defterini alarak kızın masasına doğru yürüdüm. Bu saatte Pizza Hut'ta tek başına yemek yiyecek kadar ne yaşamıştı acaba? "Ho...