13.8

1.2K 102 32
                                        

Beyoğlu, Taksim Meydanı'na vardığımızda saat on ikiye geliyordu. Burası ne kadar geç olursa o kadar canlı ve bir o kadar da tekinsiz bir yere dönüşüyordu valla. Planı ortaya atan Ege, arabasını değiştirince bir havalara girmişti galiba; benzini sonuna kadar harcayıp petrol ofisinde çalışanlara hava atmak istiyor olsa gerekti. On altı kişiydik resmen ve savaşa gider gibi sürü halinde sıraya dizilmiş, yürüyorduk sokakta.

"Hangi mekana geçeceğiz?" diye sordu Dolunay; etrafı hakkında pek bir bilgisi yoktu tabi, Eskişehir daha sessiz ve sakindi İstanbul'a göre.

"Nevizade'ye gidelim mi?" dedi Enes, bir yandan Begüm'ün belini sıkıca tutarken. Azra'nın söylediğine göre Begüm buna bakmazdı falan ama görünen o ki son buluşmamızdan bu yana beraberlerdi hala.

"Aynen, topluca oturmalık yer vardır orada," derken başını salladı Burak da.

"Herkes okeyse gidiyoruz o zaman?" diyerek bize döndü Enes.

Kimse mırın kırın etmeyince İstiklal Caddesi'nde bulunan kalabalık ve ışıklı Nevizade Sokağı'na giriş yaptık, ardından çok düşünmeden Montreal Nevizade'de oturma kararı aldığımız gibi mavi ve yeşil neon ışıklarla kaplı teras katına çıkıp cam kenarına geçtik. Tahmin edersiniz ki yükseklikten pek az etmediğimden, Azra dışarıya bakan kısmında oturuyordu masanın. Ben de çantamı beyaz masaya bırakıp uzun bacaklı siyah tabureye yerleştim.

Garson yanımıza geldiğinde ortaya karışık shot servisi ile atıştırmalık kuru yemiş istediler. Begüm ve Dolunay katılmak istemediği için kendilerine birer şişe bira sipariş etti. "Yalnız şimdiden anlaşalım," diye sessizliği bozdu Özge, "alkollü olduğunuz için araba sürmeyeceksiniz. Gerekirse sabahlarız." Arda'ya döndü, "geçen sene olanları hatırlıyorsundur, Arda'cığım."

"Hayırdır, kardeşim?" dedi Ege, kaşlarını çatarak. Ayy bu erkekler de anında can ciğer kuzu sarması oluveriyordu be!

"Ya çok önemli değil," diye geveledi Arda utanıp sıkılırcasına. Beklentiyle ona baktığımızı fark edince ekledi. "Arkadaşlarla bira içip araba kullandım. Kaza yaptım, burnum kırıldı," deyip kemerli burnunu işaret etti. "Yamuldu lan bir de." Komikmiş gibi güldü.

Özge göz devirdi ve kendine gelmesini istercesine Arda'nın kıvırcık saçlarını çekiştirdi. "Resmen dalga geçiyor, aptal. Daha kötüsü olmadığına sevin!"

"Tamam be yavrum! Arabada bile uyuruz için rahat edecekse," derken bir eliyle saçlarını karıştırdı ve ötekiyle Özge'yi omzundan tutarak kendine çekti.

"İyi madem, öyle olsun kuzucan."

İçecekler masaya ulaştığında Azra elime, yuvarlak tepsiye dizili içkilerin arasından, üzerinde yarım dilimlenmiş bir parça limon olan tekila shot bardağını uzattı ve kendi de bir tane aldı. Herkes renkli içki bardaklarını pay edince masanın ortasında birbirlerine tokuşturduk ve hızlıca kafaya diktik. Hemen çarptığını bildiğim için fazla tekila içmeye yanaşmazdım normalde; aramın iyi olduğu tek tekila kedimdi herhalde. Ayy laf cambazlığı da yapmaya başladığıma göre gidiyordum ben şimdiden!

İkinci bardak, üçüncü bardak, dördüncü bardak derken önümüzdeki tepsi boş shotlıklarla dolduğunda etrafa yayılan neon ışıklar buğulanmış, dünyam yavaşlamış gibiydi. Tavanda asılı duran panel televizyona kaydı gözüm; odaklanamıyordum vallahi. Öte yandan, tüm bu bilinçsizliğin aksine, hoparlörden gelen sesli şarkı kulaklarımda patlıyordu sanki. 

"İyi misin?" Azra'nın ince sesi bile kulağıma öyle uzaktan duyuluyordu ki kötü olduğum daha bariz olamazdı yani! Boğazıma gelen yakıcı hisle zavallı organım da alarm verince iyice panikledim.

"Midem bulanıyor, kusacak gibiyim," diye mırıldandım sessizce. Bu halde olduğumu kimsenin görmesine ya da anlamasına gerek yoktu; keyif bozmayı istemiyordum hiç. 

"Gel, lavabo aşağıda," deyip beni kolumdan tuttu ve taburesinden indi, ardından çocuklara döndü, "ben Dilruba'nın yüzünü yıkamaya gidiyorum, biraz kötü olmuş."

Beni belimden yakaladı ve dikkatlice yönlendirerek ilerletti. Hemen bar taburesinin ötesinde, köşede kalan demir korkuluklu merdivenlerden yavaşça indim. Lavaboya girdiğimizde Azra'nın yardımıyla aynanın karşısında durdum ve şöyle bir kendime göz attım. Tövbe yarabbi, bu canavar da kimdi?

Rimelim gözlerimin altına bulaşmış, yetmezmiş gibi gözlerim kanlanmış ve saçlarım dağılmıştı. Halbuki tek yaptığım içki içmek ve şarkı söylemek, kısaca herkese ayak uydurmaktı. "Arkadaş sarhoş mu?" dedi bir kadın, Azra'ya.

Onlara dönüp 'hiç de bile, gayet iyiyim!' demek isterdim ancak üzerime binen ağırlık sayesinde iki küçük adımı zar zor atıyordum. "Evet, çarptı biraz," diye gülümsedi Azra.

"Limonlu soda ve ayranı karıştırıp içirebilirsiniz, hemen ayıltıyor," deyip nazikçe gülümsedi kadın, ardından ellerini kuruladı ve lavabodan ayrıldı. Iyy o da neydi öyle? 

Azra yüzüme biraz su çarparak bana ufak bir kalp krizi geçirttikten sonra yüzümü kağıt havluyla sildi ve kıkırdadı. "Çocuklardan ayrılıp biraz hava alalım mı seninle?" derken önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Ona belli belirsiz başımı sallamakla yetindim; konuşarak saçmalamak istemiyordum çünkü beynimi etkisi altına alan alkol sayesinde kelimeleri yaya yaya söyleyeceğimi ve rezil olacağımı biliyordum.

Hala bunu mu düşünüyorsun, tatlım?  Aranızda geçen onca şeyden sonra! diye benimle alay ederek kendini belli etti iç sesim. Ayy nerelerde kalmıştın ya? Seni bekledim tüm gece!

"Tamam, o zaman," dedi Azra sakince, tekrar belimden tutup, "Gezi Parkı'na gidelim, olur mu? Biraz otururuz orada." 

Omuz silktim yalnızca. Kulaklarımı ve gözlerimi yoran şu mekandan ayrılsam yeterdi benim için. 

🍕Vegan Pizza ⚢Where stories live. Discover now