5.4

2.3K 195 2
                                    

Saat on ikiye yaklaşırken yola çıktık. Yaklaşık kırk dakika süren araba yolculuğu ile İkinci İsmetinönü Caddesi üzerinden Tepebaşı Cami'ye vardığımızda avluda toplanmış bir sürü insan vardı. Cami kapısının girişinde yeşil bir mezar arabası duruyordu. Azra arabadan inmeden önce teyzesinin uzattığı beyaz baş örtüsü ile saçlarını kapattı, sonra babasını görür görmez yanımdan ayrılınca ben de Dolunay ile beraber Serap Ablaların ardına takıldım. Aslı Abla bana da başımı örtmem için bir eşarp uzattı.

Kalabalığın arasında bir yere geçtim. Cami imamı cenazenin yanına ilerleyerek herkese baş sağlığı diledi. Ardından helallik istendi ve niyet edildi. Cenaze töreni için yapılan uğurlama duası ile namaza başlanınca ben de ellerimi bağlayarak içimden Fatiha Suresini okudum.

Babam öldüğünde küçüktüm; bu yüzden annem cenaze törenine beni götürmek istememişti. İlk defa uzak bir akrabamın cenaze törenine gittiğimde insanların dalgın suratları ve yaşlı gözleri içimi ürpertmişti. Şimdi de Azra ile babası Levent Abi'ye uzaktan bakarken aynı şeyi hissediyordum.

Cenaze namazının dört tekbiri de bittiğinde imam selam vererek töreni sonlandırdı. Cenaze defnedilmek için cemaat yardımıyla mezar arabasına yüklenirken Azra burada daha fazla bulunmak istemezcesine hızla yanıma yaklaştı ve beni elimden tutarak camiden dışarı çıkardı; o esnada Dolunay da hemen arkamızdan yürüyordu.

"Babamlar mezarlığa gelmememi istedi. Biraz fenalaştım zaten," dedi kaldırımda adımlamaya başladığında. Sesi kısıktı ve ağlamamak için dişlerini sıkıyordu.
"Su ister misin?" diyerek çantamdan çıkardığım minik pet şişeyi uzattığımda beklemeden şişeyi elimden kaptı.
Suyu yavaş yavaş yudumladı ve derin bir nefes aldı. "Akşama da çok var," deyip telefonunun ekranından saati yokladı. "Bir şeyler yemeye gidelim bari."

Böylece İkinci İsmetinönü Caddesi'nden birkaç metre ilerideki Petek Pastanesi'ne doğru yürüdük. İçeri geçip kafenin açık kısmına girdik. Aslı Abla'nın sabah hazırladığı zengin kahvaltısı sayesinde fazla aç değildim; bu yüzden iki top dondurma sipariş ettim. Azra da kendine kepekli maydanozlu sandviç istedi. Dolunay ise -benimle aynı şeyi düşünüyor olsa gerek- sadece elmalı meyve suyu söyledi.

Garson masadan ayrılınca Azra cebinden sigara paketini çıkardı ve kapağını açtıktan sonra bize de ikram etti. Hiç sigara içesim yoktu; zaten Azra kadar sık tüketmiyordum. Bu yüzden gülümseyip başımı 'yok, sağ ol' dercesine sallayarak teklifini geri çevirdim. "Şu ileride bir park var," dedi Azra dudağına sıkıştırdığı sigarasını ateşlemeden önce. "Bisiklet falan kiralanıyordu en son. Oraya gideriz buradan, vakit falan geçer."

Dur dur, bir dakika! Çok utanç vericiydi ama ben bisiklet sürmeyi bilmiyordum ki!

"Eee, şey, başka bir şey de yapabilirdik," diye gevelemeye başladım stresli bir şekilde, "yürüyüş falan."
"Yaa, bence harika fikir," dedi Dolunay araya girerek Azra'nın fikrine bayılmış gibi. "Hem hava da çok güzel, tam gezmelik."
"Evet, biraz da olsa kafamı dağıtmam gerek." Azra keyifsiz bir sesle iç çekti. Ne diyeceğimi bilemedim. İtiraz edersem yanlış anlaşılabilirdim; şu hiçbir plana uyum sağlamayan uyuz arkadaş modeline giresim hiç yoktu. Yani, bisiklet kullanmayı bilmediğimi söyleyesim de gelmiyordu şimdi. En iyisi fikre uymak ve düşmeyi göze almaktı. En kötü dizimi yaralardım.
"Peki o zaman," diye zar zor gülümsemeye çalıştım.

İki teker üzerinde denge sağlamak o kadar zor olmamalı, dedim kendi kendime moral vermek için. Off, daha kendi hayatımı düzene sokamazken dediğim şeye bak hele! İki gün sonra finalim vardı ve kitap açacak vaktim olmamıştı daha. Azra bu haldeyken hayatıma dair her şeyi ikinci plana bırakmıştım.

🍕Vegan Pizza ⚢Where stories live. Discover now