6.2

2.2K 184 18
                                        

Minibüsten inip evimin bulunduğu sokağa doğru çıkmaya başladım. Azra'yı beş gündür görmüyordum; sözü geçen tüm bu beş gün boyunca üst üste sınava girip çıkmaktan fazla bilgi yüklediğim zavallı beynimin kıvrımları sızlıyordu artık. Eve geldiğimde karnım gurulduyordu. Çalışmaktan yemek yemeye zamanım kalmamıştı. Resmen hangi çekmeceyi açsam bir kitap fırlıyordu. Ortalamam yüksek olduğundan çift anadal yapma imkanım vardı ama bu seçeneği görmezden gelmesem herhalde robota dönüşebilirdim.

Aklıma geldikçe bitmeyen düşüncelerim midemden gelen sinyal sesiyle yarıda kaldı. "Ben geldim, anne!" diye seslendim içeri, aynı zamanda mutfaktan yemek kokusu alma ümidiyle. Ne var ki mutfak bomboştu ve annem -izlediği şu Amerikan dizilerinden edindiği alışkanlığı yüzünden- turuncu bir post-it üzerine not karalamış ve bunu buz dolabına yapıştırmıştı. Hemen okudum.

Kuzum ben Çiğdem Ablanlarla kahve içmeye çıkıyorum. Girişe para bıraktım. Evde yemek yok, internetten sipariş edersin. Öptüm seni ❤

Ah be anneciğim, ne düşüncelisin sen böyle, diye içimden söylenirken turuncu not kağıdını alıp çöpe attım ve girişte duran portmantonun üzerinden bıraktığı parayı aldığım gibi de odama ilerledim.

Diz üstü bilgisayarımı kucakladım ve ekranını açtım. Tam Yemek Sepeti'ne girecekken durdum; bir saat sonra vardiyam vardı ve oradan otlanabilirdim! Açlık kafama vurdu herhalde, iyice balık hafızalı oldum, diye düşünürken bilgisayarımı çalışma masama koydum ve çıkmadan önce üzerime ince bir hırka aldım. Neyse, en azından harçlığıma bir yüz lira daha eklenmişti.

Böylece on beş dakika içinde evden hızlıca ayrıldım ve metroya doğru yol aldım. Akbilimi cüzdanımdan çıkarıp hazır ederek yürüyen merdivenlerden inmeye başladım. Cumartesi olduğu için etraf bir hayli kalabalıktı. Şanslı günüm olsa gerekti ki metro hemen geldi ve içeri girdim. Yer yoktu, ben de mecburen ayakta beklemeye karar vererek direğe tutundum. Bir yandan tavana monte edilmiş ufak televizyonun ekranından geçen reklamlara bakınırken kulaklıklarımı taktım ve rastgele bir müzik açtım. Pek yapacak bir şeyim de yoktu. Kimisi oturmuş kitap ya da gazete okuyor, kimisi benim gibi müzik dinliyor, kimisi de boş boş dalmış metronun içine asılan reklamları inceliyordu. Metro içindeki bu sakinliğe nasıl adapte olmuştuk emin değildim; indiğimde beni bekleyen -fazla gürültülü- bir kalabalık olurdu daima.

Geçen bir on dakikanın ardından Göztepe durağında refleksle başımı kaldırarak gelenlere baktığımda gözlerim tanıdık mavi gözlerle buluştu. Aşk tesadüfleri sever diye avunurdum ama Azra'nın Göztepe'de işi neydi? Haber vermemişti de. Bakışlarımız buluştuğunda yüzüne minik bir gülümseme yayıldı.
"Kesin rastlaşırız diyordum ben de," dedi yanıma gelerek.

"Göztepe'de n'apıyordun ki?" diye sordum direkt; içim içimi yiyordu şimdiden.

"Hiç ya, mekan değiştirelim demiştik. Şimdi de Kadıköy'e seni görmeye geliyordum," deyip direğe tutundu.

"Haber verseydin, ben de Caddebostan'dasınız sandım," diye mırıldandım. Fazla da sıkmak istemiyordum ama ne yapayım? Benim aklım kalırdı böyle şeylerde!

"İnince verecektim canım, çekmiyor ya internet," deyip aramızda gerginlik oluşturmak istemezcesine masum masum gülümsemeye devam etti. O böyle yapınca ben de pek üzerinde durmamaya çalıştım. Sustuğumu fark ederek ekledi. "Ee o zaman sen işe başlamadan sana bir pizza ısmarlayayım da sizin patron laf yapmasın çalışanlarla müşteriler aynı masada oturamaz falan diye," beklentiyle bana baktı. "Valla itiraz mitiraz etme. Hiç anlamam, gider şikayetçi olurum ve Google'dan da Pizza Hut'ın Kadıköy şubesine bir yıldız veririm bak, söyleyeyim." Güldü.

Güldüm. "Sedat Bey yoktur zaten, yeni doğan kızıyla ilgilenmek için erkenden ayrılıyor bu aralar."

"İyi o halde, sen de erken ayrılırsın. Beraber patene gideriz; doyamadım ben hala."

Belli belirsiz kafamı salladım; şüphesiz Azra'nın müthiş bir ikna yeteneği vardı.

🍕Vegan Pizza ⚢Where stories live. Discover now