01.Ayakkabı

1K 32 61
                                    

Herkese merhaba. Hep okuyorken bir noktada kendim de bir hayran kurgu yazmak istediğimi fark ettim. İki senedir bunu yazıyorum, elimde çok fazla bölüm varken yayınlamamak hikayeye haksızlık olur diye düşündüm. Umarım seversiniz.

~Dünya



Adımımı attığım yerin dev bir su birikintisinden ibaret olması tamamen benim şansımdı. Gözlerimi sinirle kapattığım an dengemi kaybedip dizime kadar suya batmam da. Ne vardı yani? Tam da kendi başıma huzuru yakalayacağım gün olmalı mıydı bu?

"Huh?" diye bir ses duydum kapalı gözlerimin ardında. Sonrasında gelen Korece bir "İyi misin?" olmuştu.

Korece'yi sırf merakımdan öğrenmiş konuşabilecek duruma gelmiştim. İyi olduğumu söyleyebilirdim, eğer güne dair umutlarım tükenmeseydi.

"Ya, o kadar iyiyim ki daha ne kadar iyi olabilirim derken bunu sordun." İmalı cümlemi tamamlayıp gözlerimi açtım ve cümle bittiğinde açmış olduğuma şükrettim. Park Jimin tam karşımda durmuş, şaşkınlıkla bana elini uzatıyordu. Bense bir şeye şaşırınca ne yapacağını bilemeyen biri olarak dizlerimin üstüne çöktüm şok içerisinde, göğsüme kadar suya battığımı fazlasıyla geç fark etmiştim.

"Hey, neler oluyor?" diye panikle bağırdı. Üzerime eğildiğinde çapı oldukça küçük çukurda gerilemiştim. Sırt üstü düşmemden hemen önce belimden çekip beni kaldırdı ve titremeye de o an başladım.

Yaz mevsimindeydik, içine düştüğüm suyun beni serinletmesi gerekirdi ama güçsüz bünyem üşümeyi seçmiş gibi duruyordu. Bakışlarımı üzerime çevirdim. Yarısı ıslanmış beyaz tişörtüm karnımı gösteriyordu ve kot şort giydiğim için şanslı sayılırdım. Bu sıcakta üzerime yapışan ıslak bir pantolonla gezmek tam bir çile olurdu. Ayakkabılarım ise...

"Ayakkabılarım!" diye bağırdığımda Park Jimin irkildi. Bakışlarının üzerimde gezindiğini yeni fark etmiştim. Gözlerini devirdi.

"Gerçekten mi? Titriyorsun ama tek derdin şu aptal ayakkabılar mı?" Aşağılayan konuşmasına yüzümü buruşturdum.

"Aptal mı? Sensin aptal! Sen bu ayakkabıların benim için değerini bilmiyorsun tabi! Ben bunları Kore'den getirtmek için neler çektim, biliyor musun?" Çemkirmem doğru değildi belki ancak kendimi tutamamıştım. Az önceki surat ifademi onun yüzünde gördüm.

"Ne özelliği var ki? Bildiğimiz spor ayakkabı işte. Bunun için mi Kore'yle uğraş... Bir dakika, bunlar tasarım mı yoksa?" Tasarımdı. Ancak benim için özel tasarlanmış değildi ki. Ne demeliydim?

"Yani ona benzer bir şey." dedim mırıldanırken. O önümde eğilip ayağımı ayakkabının topuğunu görmek için hafifçe çevirirken irkildim. Topuk kısmında gördüğü simgeyle parlayan gözleri beni buldu.

"Tanrım, sen bir ARMY misin?"

"Hayır." Dedim sakin bir ses tonuyla. Az önce çemkiriyordum, şimdiyse parlayan gözleri içinde bulunduğum duruma sinirlenmeme engel olmuştu. "ARMY değilim. Sadece ayakkabılar çok güzeldi."

"Sırf güzeller diye onları Kore'den mi getirttin? Neden böyle bir şey yaptın ki?" Omuz silktim.

"Çünkü güzellerdi."

Sonunda ayağa kalktığında varlığını unuttuğum titremem yeniden vücudumu esir almıştı. Bakışları telaşlı bir hal aldı ve kollarımı tuttu.

"Evin yakınlarda mı? Böyle gezmemelisin, üşüteceksin." Başımı iki yana sallarken konuştum, en azından konuşmayı denedim.

"Ha-hava 40 de-derece." Kekelememe sıcak gülümsemesiyle karşılık verdi.

"Kutuplardaymış gibi konuşuyorsun. Ciddiyim, evin yakınlarda mı? Seni oraya kadar götürebilirim."

Amerika'daydık ve benim evim Türkiye'deydi. Sadece iki ay için geldiğim bu ülkede önceki kaldığım yerden ayrılıp daha yeni yerleştiğim otelin ne tarafta kaldığını bile hatırlamıyordum. Gerçekten yön duygum sıfırdı.

"Ben bilmiyorum." diyebildim güçlükle. Kaybolmuşluk hissiyle sarmalanmıştım ve bu gözlerimin dolmasına sebep olurken engellemek için kendimi sıktım. Az sonra gidecekti. Tanımadığı ve nerede kaldığını bile hatırlayamayan bir kızla uğraşmayacaktı. Şaşkınlık, umursamazlık ya da öfke görmeyi bekleyerek gözlerine baktığımda şefkatle karşılaşmayı beklemiyordum. Tabi ya, Park Jimin'di o.

"Pekala. Sen hatırlayana dek bizim kaldığımız otele gelmeye ne dersin? Burada kalmana göz yumamam. Hem otel de hemen şurada." Normalde asla gelmeyecek bir teklifti bu, gelse bile böyle kibar bir şekilde gelmeyecek. Bense asla kabul etmeyeceğim cümlesine başımı usulca sallayarak cevap vermiştim.

Hala kollarımda olan ellerini çekip birini omzumun etrafından dolaştırdığında biraz da olsa ısındığımı hissetmiştim. Hala titriyordum, orası ayrı konu. Benim kaldığım otelin bir tabelası bile yokken lüks olduğu daha girişinden belli olan otele geldik. Döner kapıdan geçerken beni önüne alan Jimin'le içim rahatlamıştı çünkü döner kapıda sıkışmaktan inanılmaz derecede korkuyordum.

Kulaklıklı, takım elbiseli, iri yarı güvenlik bana doğru bir adım attığında tam bir rezalet gibi göründüğümün farkındaydım. Adamın bakışları perişan halimden arkama doğru döndüğünde attığı adımı geri almıştı. Baktığı yöne bakmam gerekmiyordu, orada Jimin'in olduğunu biliyordum.

"Gel, bu taraftan." Diyen Jimin'le yürümeye devam ettim. Asansöre bindik, dokuzuncu katın düğmesine basarken konuşmaya başladı.

"Adın ne? Kabalık ettiğimi biliyorum ancak sen öyle titrerken sormak aklıma gelmedi." Titrememin azaldığını fark etmiştim.

"Nisan." dedim mahcup haline gülümserken. Çekingen bir ifadeyle elini uzattı.

"Jimin." Biliyorum dercesine başımı sallayıp elini sıktım. Asansörün durduğunu bildiren sesle ellerimiz ayrıldı. Cebinden çıkardığı oda kartındaki 977 sayısıyla odalara bakınmaya başladım.

"Nerelisin Nisan?" diyerek konuşmasını devam ettirdiğinde oda kapılarına baktığım için duraksamıştım.

"Türkiye. Buraya hem çalışıp hem tatil yapmak için geldim ancak bazı şeyler oldu." Soran bakışları beni bulurken başını şişirmek istemediğimi fark ettim. Geçiştirircesine elimi salladım. "Ben de tatilime devam ediyorum işte."

Üstelemek istememiş olmalı ki bir baş sallamasının ardından kartı önüne geldiğimiz oda kapısına doğrulttu. Oda standart bir otel odasıydı. Sağ tarafta banyoya açılan bir kapı, birkaç adım ileride de odanın iki geniş yatak, bir dolap, bir televizyon, mini bar ve komodinlerden oluşan düzeniyle karşılaştım. İçine daldığımız klima serinliği yeniden irkilmeme sebep olmuştu bile.

"TaeTae?" diye seslenen Jimin'e çevirdim odayı inceleyen bakışlarımı. Başını banyo kapısından içeri uzatıp derin bir nefes verdi. Adımlarını odanın içerisine ilerletip komodinlerden birine yöneldi. Eline aldığı kumandayla klimayı kapatmış, balkon kapısını sıcağı içeri sokmak adına aralamıştı. Bakışları bana döndüğünde kapının önünde onu izliyordum.

"Bir duş almak ister misin? Ah, bir de soruyorum değil mi? Tabi istersin." Hızla dolabı açtı. Çıkardığı havluyla boxerı alıp bana doğru ilerledi. Benimse bakışlarım etiketi hala üzerinde sallanan boxerdaydı. Baktığım yeri fark edince boğazını temizledi mahcubiyetle.

"Üzgünüm. Elimde başka bir iç çamaşırı yok ve içinin de ıslandığına eminim. Hasta olmanı istemiyorum. Hem, inan bunu daha kimse giymedi." Telaşla konuşmasına gülümsedim. Elindekileri alıp banyoya girerken hala bana bakan Jimin'e döndüm.

"Teşekkür ederim Jimin."


Buradan hayran kurgu bir hikaye yazmama ilham olan @notthatbad Baddie'me ve bu hikayeyi yayınlamak için beni yüreklendiren cağnım @vindemiera 'ya kocaman teşekkür ve uzaktan öpücük göndermek istiyorum. Siz olmasanız yapmazdım muhtemelen.

Mint ScentHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin