05. Yemek

126 8 0
                                    


Hikayenin başlarında karakterlerin temel ihtiyaçlarını müthiş görmezden gelmişim. Olay örgüsünün güzelleştiği aşamaya geçmek için çok sabırsızım.

~Dünya


"Ne saçmalıyorsun sen?" İstemsizce yükselen sesimi güçlükle bastırmış, yine de telefonuyla oynayan Taehyung'un yerinden sıçramasına engel olamamıştım. Sinirlenmekte sonuna kadar haklıydım. Kardeşim gibi olan en yakın arkadaşım bana Jungkook'la görüştüğünü söylüyordu.

"Şimdilik sadece konuşuyoruz. Aramızda bir şey yok ki." Sinirle ellerimi saçlarımdan geçirdim. Şu an telefonda konuştuğumuz için şanslıydı. Karşımda olsa uzandığım saçlar benimki olmayacaktı.

"Bir de olsaydı Defne. Ne ara döndü tüm bunlar anlamıyorum ki." Grubu ben de tanıyordum ama Defne'nin onlara olan takıntısı beni şaşırtıyordu. Sevgisinin normal olmadığını daha önce dile getirdiğimde kavga etmiştik ve zaten onlarla tanışmayacağımız için üstelememiştim. Şimdiyse hayatımın en ilginç tesadüfüyle karşılaşmıştım ve o tesadüfün Defne'ye de değmesi beni korkutmuştu. Yine de kavgamızı hatırlayıp geri adım atmasını beklerdim.

"Sen aramalarıma cevap vermedin. Kaldığın oteli aradığımda da otelden ayrıldığını, Koreli bir adamın eşyalarını alıp gittiğini söylediler." Onu durdurdum.

"Bir dakika, ne demek ayrılmışım? Saçmalama, o otel burada bulabileceğim en ucuz otel. Neden ayrılayım?" Derin bir nefes verdiğini duydum.

"Ben de onu anlamadım zaten. Sonra seni bir kez daha görüntülü aramayı denedim ve telefon açıldı. Bil bakalım kiminle karşılaştım." Bıkkın bir nefes verdim.

"O küçük şeytanla." Şaşkın sesi kulaklarıma doldu.

"Nesi şeytan acaba? Ah, kalbim duracak sandım Nisan. Makyajsızdı ve çok yakışıklıydı. Dünyaya taş olarak gelmiş resmen. Bir süre öyle baktığında görüntü dondu sandım, tam kapatıyordum ki konuşmaya başladı. Korece bildiğimi öğrenince de olanları anlattı. Senin hastalandığını, Jimin ve Taehyung'un senin için olağanüstü bir çaba harcadığını, seninle tanışmayı çok istediğini çünkü seninle karşılaştıklarından beri sadece senden bahsettiklerini falan işte."

Benden bahsetmek mi? Ben onlara zahmet çıkardığımdan emindim oysa. Defne'nin telefonda daha fazla beklememesi için düşüncelerimi bir kenara itip konuştum.

"Başka ne anlattı sana?" Bir süre düşündü.

"Sadece bunları söyledi. Bir de otelden eşyalarını almaya giden kişiyi söyledi."

"Kim?" dedim merakla. Otelimi bilmelerine şaşırmayı bırakmıştım. Jimin'in otel anahtarımı çantamda bulduğuna emindim çünkü anahtar çantamda değildi. Muhtemelen hala hiçbirini görmediğim menajerlerden birini eşyalarımı almaya göndermişti.

"Jimin. Park Jimin." Ağzımın açık kalmasına engel olamadım. Jimin mi? Eşyalarımı bizzat mı gidip almıştı yani? Üstelik otel kaydımı da sildirmişti. Çok güzel.

"Ah, şimdi nerede kalacağım?"

"Burada kalacaksın tabi. Öyle bir otelde kalmana izin vereceğimi mi sanıyorsun?" Büyüyen gözlerimi Jimin'e çevirdim. Türkçe anlıyor olamazdı. Zaten Korece cevap vermişti. Defne konuşurken dikkatimi ona verdim.

"Neden Korece konuşuyorsun aptal? Duydu işte seni." Elimi alnıma vurup yeniden Türkçe konuştum.

"Arayacağım Defne." Ben kapatırken hala konuşmaya devam ediyordu.

Mint ScentWhere stories live. Discover now