04. Telefon

145 12 0
                                    

Yeni bir bölüm daha. Az kaldı olaylara, daha yeni başlıyoruz.

~Dünya

Gözlerimi yavaşça açtığımda boş bir otel odasıyla karşılaştım. Usulca yatakta doğrulurken iyi hissediyordum. Önceki halimden eser yoktu. Yatağa nasıl geldiğimi ise hatırlamıyordum, aynı şekilde üstümdeki kuru kıyafetleri nasıl giydiğimi de. Aklıma gelen son anıyla gözlerimi açabildiğim kadar açmıştım. Ne yani, Taehyung mu giydirmişti beni? Hızla üzerimi gözden geçirdiğimde giydiğim her şeyin bana ait olduğunu fark etmiştim. Bunlar buraya nasıl gelmişti? Aklım binbir soruyla dolarken açılan bir kapının sesini duydum. Beni kontrole gelmiş olmalılardı.

Karşılaştığım manzara aklımın ucundan dahi geçmemişti. Açıldığını duyduğum kapı banyo kapısıydı, düşündüğümün aksine. Karşımda ise belinde havluyla, pürüzsüz üst bedeniyle ve saçlarını kurutmakta olduğu başka bir havluyla Taehyung duruyordu. Yüzünü kapatan havlu yüzünden beni görmemiş olmalıydı. Sesli bir nefesi dışarı verdiğinde ben de seslice yutkundum.

Uyandığım sırada oda gayet ideal sıcaklıktaydı ve ateşim de düşmüştü. Bu sıcaklık da neydi şimdi? Ellerimle kendime yelpaze yaparken başka taraflara bakıyordum.

"Huh? Uyandın mı?" Şaşkın sesiyle gözlerim gözlerini bulmuştu. Yavaşça bedenine inen bakışlarımı hızla yüzüne çıkardım yeniden.

"Üzgünüm. Senin de rahatını bozdum." dedim mahcup sesimle. Kim bilir kaç günlüğüne buraya gelmişlerdi ve bu kısıtlı zamanlarında benimle uğraşmak zorunda kalmışlardı.

"Hayır, öyle düşünme lütfen. Bak şöyle yapalım." Hızlı adımlarını dolaba yönlendirdi. Eline aldığı kıyafetlerle bana döndü. "Ben banyoya gidip bunları giyeyim." Yeniden dolaba uzandığında merakla onu izliyordum. Aldığı başka iki parça kıyafeti yatağın üstüne bırakınca benim olduğunu fark ettiğim kıyafetlere diktim bakışlarımı. "Sen de bunları giy. Sonra çıkıp bir şeyler yiyelim, acıkmışsındır."

Gözlerimi kıyafetlerden ayırıp kahvelerine baktım. Usulca salladığım başımı görünce gülümsemesi genişledi. Banyoya geri döndüğünde kıyafetlerimle bakışmayı bırakmıştım. Giyinirken bunların buraya nasıl geldiğini sorguluyordum. Açık kalan dolaba takıldı gözüm. Çantam dolapta öylece asılıyken uzanıp hızla almıştım. Dün düştüğümde çantam aklımdan çıkmıştı, görene dek aklıma da gelmemişti hiç. Zaten uyuyarak ve hastalanarak geçirdiğim saatlerde canımdan başka bir şey düşünmüyordum. Jimin düştüğüm yerden almış olmalıydı.

Telefonumu bulmak için içini karıştırdığımda cihazın yokluğuyla kaşlarımı çattım. Hayatta sahip olduğum tek kişiyi meraktan öldürmüş olmalıydım. Telefonumun nereye gitmiş olabileceğini düşünürken gözlerimin önünde sallanan elle kendime geldim.

"Ne yapıyorsun?" dedi Taehyung gülümseyerek. Oflayarak ayağa kalktım. Bakışlarım ikimizin kıyafetlerine takıldığında bilerek mi yapıyor diye düşünmüştüm. İkimizde de gri tişört ve kot pantolon vardı çünkü. Meraklı gözlerimi yüzüne çıkardım. Hala benden cevap bekliyordu.

"Telefonumu bulamıyorum." Kayıp cihaz şu anki kıyafet durumumuzdan daha önemliydi. Defne'ye haber verme derdindeydim, bana ulaşamayınca çıldırdığına emindim.

"Çantanda olmadığına emin misin?" Taehyung'a bariz bir şekilde göz devirdim. Susup düşünmeye başladı ve düşünürken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Gözleri birden kapandığında umutlandım. Aklına bir şey gelmiş olmalıydı. Tıslarcasına söylediği isimle kaşlarımı çatmıştım. "Jeon Jungkook!"

Bileğimi kavradığında peşinden resmen sürükleniyordum. Yatağın üzerinde kalan çantama üzgün bakışlar atarken kapı kapanmadan önce oda kartını takılı olduğu yerden çekip alabilmiştim. Koridorun öte ucuna doğru gidiyorduk ve asansörden inen tanıdık yüze denk gelince sesli bir nefes vermiştim. Bizi yavaşlatmayı zar zor başardığımda göz göze gelmiştik.

"Taehyung? Sorun ne?" dedi, gelip Taehyung'un elini nazikçe bileğimden ayırmıştı. Üçümüz de duruyorduk. Taehyung'un sesli nefeslerini duyabiliyordum. Bu sinir birdenbire nereden çıkmıştı ki?

"O küçük şeytan, Nisan'ın telefonunu almış." Bahsettiği küçük şeytanla Jeon Jungkook kavramını birleştiremiyordum. Dışarıdan bakınca öyle büyük bir baş belası gibi durmuyordu. Hatta bence dışarıdan en büyük baş belasının Taehyung olduğunu görüyordunuz.

"Nereden biliyorsun onun aldığını?" Taehyung yüksek sesli bir kahkaha atmıştı Jimin'in sorusuna karşılık. Bakışlarımı ona çevirdim. Ona baktığımı fark ettiğinde bileğimi kaldırıp tuttu, yine beni sürükleyeceğini düşünüyordum. Oysa yerinden hareket bile etmedi. Bileğimi inceliyor, hareket ettirmeye çalışıyordu. Arada bakışlarını yüzüme çevirmesi ne yaptığını merak etmeme sebep olmuştu.

"Acıyor mu?"

"Hı?" diyebildim gözlerim büzdüğü dudaklarında takılı kalırken. Bana ne oluyordu böyle?

"Bileğin acıyor mu? Çok sıktım galiba." İkinci cümleyi daha çok kendi kendine konuşur gibi mırıldanmıştı. Bileğimi hızla kendime çektiğimde elleri havada kalmıştı. Kendime gelmem gerekiyordu.

"Sorun değil, acımıyor. İyiyim bak." dedim bileğimi rahatça hareket ettirirken. Omuzları gevşerken gülümsedi.

"Şu telefonu alalım o zaman."

Üçümüz de koridorun sonuna doğru ilerledik. Şu ülkeye geldiğimden beri bir tane düzgün insanla karşılaşmamıştım. Ancak gel gör ki şu an bir yanımda pamuk şeker gibi kokan dünya tatlısı bir adam, diğer yanımdaysa nefret ettiğim naneye beni bağımlı edebilecek kadar etkileyici ve yakışıklı bir adam vardı. Jimin'in çok güvenilir biri olduğunu ilk karşılaştığımız an anlamıştım ancak Taehyung biraz farklıydı. Belki de gerçekten uzaydan geliyordu.

Bir soluma bir sağıma bakarak ilerlediğim koridorun bittiğini karnımda Taehyung'un elini hissetmemle anlamıştım. İşaret parmağını dudağına bastırarak bana döndü. Elinde ne ara belirdiğini anlamadığım kartı kapıya doğrultup yeşil ışığın yanmasını sağladı. Sessizce kapı kulpunu indirmişti.

Onların odasının bir kopyasındaydık. Balkon kapısından giren Min Yoongi bizi görünce duraksamış, Taehyung ona da susmasını işaret ettiğinde omuz silkerek yatağına yönelmişti. Odanın içine girince duvar kenarındaki yatakta oturmuş, sırtını duvara yaslamış ve elindeki telefonla selfie çeken bir velet gördüm. Velet diyordum çünkü o benim telefonumdu. Üzerine yönlenen adımlarım Jimin tarafından durdurulurken Taehyung çok rahat bir şekilde Jungkook'un yanına oturmuş, kadraja girip poz vermeye başlamıştı. Bu şart mıydı gerçekten? Birkaç pozdan sonra Taehyung bir anda telefonu kapmıştı.

"Hyung!" diye sızlanıp elini uzatan Jungkook'a işaret parmağını salladı.

"Başka insanların eşyalarını karıştırmamalıyız Kookie, bu Nisan olsa bile." Beni bir yabancı gibi görmeyip cümle sonuna eklemesi hafifçe gülümsememe sebep oldu. İçimden kendimi tokatlayıp telefonu bana uzatan Taehyung'a baktım.

"Teşekkür ederim." Bana göz kırptığında yutkunma ihtiyacı hissetmiştim.

"Neyse artık önemli değil zaten. Bu arada noona, arkadaşın çok tatlıymış." Çattığım kaşlarımla sırıtan Jungkook'a baktım. Ne saçmalıyordu bu?

"Ne demek o şimdi?" diye sorduğumda omuz silkti.

"Defne diyorum, çok tatlı." Kocaman olmuş gözlerimle kalakaldığımda Jungkook'un tavşan gülümsemesi genişlemişti. Ne demek tatlı? Ne karıştırmıştı bu? Ah, cidden küçük şeytandı.

Minik tavşanım, altın maknaem hoşgeldin.

Yorumlarınızı ve yıldızlarınızı esirgemeyin efenim.

Mint ScentWhere stories live. Discover now