Bölüm 2 - Bir Benzer

11.3K 504 25
                                    


Ben geldim... (Eğer ki benim hikayemi okumayı, yaşadıklarımı dinlemeyi seviyorsanız koyu kısmı okuyun, yoksa direk hikayeye geçebilirsiniz arkadaşlar.)

İçimde böyle koca bir boşluk oluştu. Hani hep size ölümden daha kötüsü umutsuzluktur derdim ya, umutsuz bir insanla karşı karşıya kaldım. Ölüme kendini alıştırmış, hayatındaki her şeyi bir kenara bırakıp 'Hissediyorum ölüyorum' diyebilen biri. 

Sakın psikolojik sanmayın. 

Bu gerçek. 

Yani gerçekten ölüyor, bunun farkında ama en kötüsü umutsuz. Her konuşmamda umut et dediğim bir insan, ki beni çoğu zaman 'sinirlendiriyorsun beni, düzel, toparlan artık, sen başarırsın, yeter kendine gel' diyen insan şuan kabloların onu boğmasına izin veriyor. Yanına gidememem berbat bir durum. 'Sana bunu yaşatmaya hakkım yok, mutlu ol' diyerek bana nerede, hangi hastanede olduğunu söylememesi ise daha da berbat. 

Bilirsiniz, ben her zaman umut vardır kafasında bir insanım. Eğer biri gerçekten içten umut ederse mutlaka düze çıkar diye düşünürüm, hala öyle düşünüyorum, hala onun o hastane odasından çıkıp eskisi gibi takım elbisesini üzerine çekip, kibirli görünen ama aslında en samimi gülümsemesiyle, omuzundaki proje çantasıyla ve gözlerindeki 'yeter bu kadar çalışma, kafa dinleme vakti' diye bağıran bakışlarıyla beni havaalanından alacağına inanıyorum. Hala damağımda hissettiğim o makarna sosunu yapabileceğini düşünüyorum. Onlarca düşüncemiz vardı, o koyu maviye açılacaktık, Kelebek Vadisini sinekli olsa da severdi karavanla orada kamp yapacaktık, kırmızı şarabı açıp saatlerce dağ başındaki ki size Şafak Sökerken'de anlattığım Vuslat'ın evinin aynısı olan o evde saatlerce muhabbet edecektik, ilk önce ingilizceme hep olduğu gibi laf edecekti daha sonra bildiği beş dille beni ezecek en sonunda da öğreneceksin diye diretecekti, Marina'da hep tek başına filtre kahvesini içtiği mekanda beraber kahve içecektik ama bu kez önünde anlaşmalar değil 'çenen kopsun ya da kopmasın ama çok konuşuyorsun, biraz susan da bende düşünerek yorulmasam' dediği ben olacaktım yanında, hiç kimsenin olmadığı bir yerde avazımız çıktığı kadar kaybettiklerimiz için bağıracaktık, iki oğlu bir kızı olacaktı. Çocukları için bile hazırlık yapmıştı... Hatta ona bir kere 'Oğulların kızına karışır sende arka çıkarsın' dediğimde 'Kızım oğullarımdan daha serbest olacak, eğer ki baskı kurarlarsa kırarım kafalarını.' demişti. Bu kadar hayat dolu, bu denli istediği gibi hayatını yaşayan, acılarını bir kenara bırakıp mutlu olmayı başaran biri o. Benim bütün bunlar için umudum var, benim umudum var ama onun umudu yok artık... 

Tedavi yüzünden haftada bir kez internet olasılığı oluyor, on veya on beş dakikalık süreler veriliyor, bana her yazdığında son cümlesi 'son dakikaları iyi değerlendir' oluyor ve bu beni daha fazla bitiriyor. Normalde sürekli didiştiğim insanla bu kelime sonrası normal bir muhabbete eğilimim oluyor. Ama son dakikalar kelimesi filmlerde olduğu gibi beynimde yankılanıyor resmen. O kelimeden böylesine nefret edebileceğimi düşünmezdim ama nefret ediyorum şimdilerde. Bu çok zor ama size anlatmazsam rahat edemezdim. İçimi dökmeseydim huzur bulmazdım. Hala inancım tam, son raddesinde olan bir hastalığın dahi yenilebileceğine dair umudum var. Hem ne demişler;

'Allah'tan umut kesilmez...' 


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Kalbi KorWhere stories live. Discover now