İki: On Yedi Olmak Biraz Gözde Büyütülüyor

4.6K 307 32
                                    

Durakta bağcıklarımı gerginlikten yüzüncü kez bağladım. Gerçekten hava çok sıcaktı. Saçımdaki lastik tokayı sinirle çıkarıp yere attım. Sürekli saçımdan kaymaya çalışıyordu.

Üstüne basıp onu çiğnerken arkamı dönünce durakta beklemeye başlamış farklı bir çocuğu gördüm. Gözleri koskocaman açılmış ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Eh, onu biraz anlıyordum. Çünkü delirmek üzereydim ve o da buna şahit olmak üzereydi.

"Otobüs ne zaman geliyor haberin var mı?"

Çocuk başını iPod'undan kaldırdı. Tek kulaklığı takılı, diğeri ise aşağı sarkıyordu. Sanki onunla konuştuğumdan pek emin değilmiş gibi kaşlarını çattı. Su yeşili bir polo giyiyordu. Durağın içinde ayakta duramayacak kadar uzundu.

"Ee..." cebinden telefonunu çıkarıp gözlerini kısarak ekrana baktı. "Burada yedi ya da yirmi dakika içinde yazıyor."

Siktiğimin Rupert'ı. Onun yüzünden şu anda işime geç kalmak üzereydim. Ehliyetime el konmuştu. Sahil evimden biraz uzakta sayılırdı. Bu da başına bela almak istemeyen birinin ehliyetsiz bir yere araba süremeyeceği anlamına geliyordu.

Durağın direğini tekmeleyince çocuk güldü. "Pek iyi bir gün değil galiba."

"Hayır," dedim kıvırcık, kum rengi saçlarının nasıl o açıyla kafasında durduğuna hayretler içinde bakarken. Yanaklarını ve burnu neredeyse cildine zarar verecek şekilde yanmıştı. Bunun dışında beyaz teni yazın ortasında soru işareti oluşturacak şekildeydi.

Gerçi bir insan bu saatte, yazın ortasında neden bu durakta beklesindi ki?

Ayakkabılarıma bakarken birden tekrar başımı kaldırıp çocuğa baktım. "Hey sen... aynı okula gidiyoruz değil mi?"

Gözleri bu sefer biraz kızgın gibiydi. Ama yine de pembe dudaklarında alaycı bir sırıtma vardı. "Vay canına Candice. Üç yıldır aynı dersleri alıyoruz ama sen bunu şu an mı fark ettin?"

"Hayır! Yani... şu an fark ettim ama sen Dylan'sın."

"Daniel."

Bir süre sessizlik oldu ama gergince güldüm. "Evet, ben de öyle dedim."

Gözlerini devirdi. Benden pek hoşlanmamıştı anlaşılan. Onu hatırlıyordum. Gerçekten seçmeli derslerde onu gördüğümü şimdi hatırlıyordum. Fakat buralarda oturduğunu bilmiyordum. Biraz... kendi halinde biriydi. Galiba. Pek emin değildim. Yoksa gördüğümü sandığım çocuk o değil miydi? Elbette oydu! Bu boy ile yer kalmadığında öne oturmak zorunda kalırdı. Sonra sinir bozucu çocuklar kafasına kağıt atarak saç traş olması gerektiğini ya da daha az basketbol oynamasını tavsiye ediyordu.

Basketbol oynadığını pek sanmıyordum.

Vücudu pek atletik birinin sahip olabileceği kadar kaslı değildi.

Kimseyi aşağıladığım yoktu! Sonuçta gecenin üçünde bir kilo çikolatalı dondurma yiyen biriydim. Eminim benden çok daha fit sayılabilirdi.

"Hey, üzgünüm Daniel. Sadece... biliyorsun. İsimler birbirine benziyor."

Bana yandan yandan baktı. Sanki bana iyi biri gibi davranmaya karar vermekle, görmezden gelmek arasında kalmış gibiydi. Sonunda pes ederek dingin belirsiz bir tebessüm etti. "Sıkıntı değil. Popüler çocukların beni hatırlayıp hatırlamaması ile ilgilenmiyorum."

"Bu kabaydı."

Önce ağzını açtı fakat gözleri kısılınca çabucak başka bir şey düşünmekte olduğunu fark ettim. "İnsanlar genellikle ismimi karıştırır."

"Pekala, Daniel."

Başını salladı. İkimiz de garipçe birbirimize baktık. Şu an konuşuyor olduğumuza ikimiz de şaşırmıştık anlaşılan. Vay canına. Üç yıldır ha? Gerçekten arkadaşlarımı kaybedip, kaybetmeyeceğime bu kadar takmak yerine biraz dünyaya bakmalıydım.

Daniel'ın kendini kötü hissetmesini istememiştim. Sadece... isimler gerçekten kulağa benzer geliyordu. Ve sadece ona değil, tamamen dünyaya ilgi alanımı kapatmıştım.

Otobüs birkaç dakika sonra geldi ancak hiç konuşmadık.

If This Is LoveWhere stories live. Discover now