On Dört: İki Ucun Arasında

2.4K 237 12
                                    

"Partiden aldığın için teşekkürler," kemerimi bağlayıp arkama bakındım. "Lütfen sadece gidelim. Hemen."

"Ne? Sorun ne?"

Önce yüz ifademi sonra da kıyafetimi süzdü. Fakat bir şey demedi.

"Uzun hikaye. Tek istediğim buradan defolup gitmek."

"Tamam," dedi. Tam arabadan inmek üzereyken camım sertçe tıklanmaya başladı. Gözlerimi sımsıkı bastırdım. Hayır, şimdi olmaz.

Fakat gözlerimi açınca bana bakmakta olan Rupert ile karşılaştım.

Önce bana bakıyordu fakat gözleri yanıma kayınca çatık kaşlarının altından bakan Daniel ile garip bir göz teması yaşadılar.

Tekrar Rupert'a baktım. Hala camı açmamı bekliyordu. Midem kasıla kasıla zorla açtım. Soğuk hava yüzüme çarpınca birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Rupert'ın gözleri bir kartal gibi beni izliyordu.

"Konuşamaz mıyız?"

"Rupert, bir daha benimle konuşma cümlesinin tam olarak neresini anlamadığını bana anlatır mısın?"

Rupert'ın mavi gözleri karanlıktan başka bir renk değildi şu an. Kollarını hep yaptığı gibi camlara koydu. Bana bakarken yalvarıyor gibiydi.

"Lütfen, sadece birkaç dakika."

"Hayır," dedim kollarımı göğsümde birleştirip. Boğazımda yine o tanıdık tuzlu bir tat vardı. Gitmesi için bir okyanusu içsem yine de fayda etmeyecek gibiydi. Hala Rupert'a karşı hislerim olduğu falan yoktu. Yalnızca beni nasıl düşüncesizce kırdığını, yok saydığını hatırlamak acı veriyordu.

"Onun yüzünden mi?"

Kaşlarımı çatıp bir ona bir Daniel'a baktım. Daniel da en az benim kadar şaşkın görünüyordu.

"Ne? Hayır. Ayrıca o değil. Daniel. Onu tanıyorsun."

"O halde ne? Neden birkaç dakikaya izin vermiyorsun?"

Sessiz kaldım. Daniel'a baktım. Hiçbir şey söylemiyordu. Sadece o da bana bakıyordu. Ne söylersem beni o koltukta bekleyip, "şimdi gidebilir miyiz?" diyecek gibi hissediyordum.

Alt dudağımı sertçe ısırdım. "Tamam," dedim kemerimi çözüp arabadan yavaşça kalktım. Daniel'a dönüp mahçup bir ifade ile bakındım. Yeşil gözleri loş ışıkta baygın baygın bakıyordu. Onu uykusundan uyandırıp, sırf bu aptal partide Rupert'tan kaçmak için onu çağırmıştım. Tek bir şey söylemeden gelmişti.

Karnıma başka bir ağrı girdi. Ve bu sefer daha acıydı. Daniel'ın bana karşı bu kadar iyi olmasına dayanamıyordum.

"Birkaç dakika içinde dönerim," dedim.

Korkuyla beni beklemeyeceğini, tersleyeceğini ya da yine sarkastik bir şey söyleyeceğini sandım. Ama yavaşça tebessüm etti.

"Tamam," dedi sakince. "Bekliyorum."

Koltuktan kalkıp, dışarı çıktım. Rupert kolumu tutmaya çalıştı fakat elini geriye ittirdim. Rüzgar bacaklarımın arasından geçerken iyice beni titretti. Saat geç oluyordu. Olivia hala tatildeydi. İ

Dove ise beni arabayla evden alıp, partiye bırakmıştı. Yarım saat kadar kalmasına rağmen sarhoş olmuş, erkek arkadaşı onu evine bırakmıştı. Böylece partide öylesine biraz bira içip, etrafta dolanmaya karar vermiştim. Kendimi bu gibi durumlarda inanılmaz tuhaf, elini, kolunu nereye koyacağını bilemeyen biri gibi hissetsem de paniğe kapılmamayı başarmıştım. Yalnızca bedenim ve ruhuma özel bir randevuydu bu. En azından kendime söylediğim şey buydu.

Kötü bir fikirdi. Rupert ile göz göze geldiğimiz an oradan çok çok daha uzakta bir herhangi bir yerde olmak istediğimi biliyordum sadece. Bayılacak gibi olup, tüm dünyayı saniyeler içinde katledicek hıza aynı anda sahiptim sanki. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde hızla Daniel'ı aramıştım.

Hepsi buydu. Onunla konuşmak istemiyordum. Boş şeylerden bahsedeceğini biliyordum. Aptalca şeylerden. İnanmamı isteyeceği şeylerden...

"Hava biraz serin," dedi evin kenarında durup. Hala uzaktan Daniel'ı görebiliyordum. Arabanın içinde telefonuyla uğraşıyordu. Zorlukla yutkundum. Adeta onu sanki şöförümmüş gibi kullanıyordum. Sırf iyi biri olduğundan mı? Burada onu bekletmeye ne hakkım vardı?

"Evet," dedim kısaca kestirip attım. Bir an önce arabaya binmek istiyordum. Babam, kız arkadaşında kaldığı için evde kimse yoktu. Fakat yine de dışarıda olduğum için kendimi suçlu hissediyordum. Olmamam gereken bir yerde olduğumu iliklerime kadar hissediyordum.

"Cands," eliyle saçlarımı yüzümden çekti. Onu tekrar ittirdim. Yüzünü buruşturdu. "Böyle yapma."

"Beni aldattın. Naomi ile. Böyle yapacağım. Çok daha kötüsünü yapmam gerekirken."

"Biliyorum. Biliyorum. Aptalca davrandım. Çocukça. Kendimde değildim. Ama Naomi'nin bir önemi yoktu ki. Aylardır seni düşünüyorum. Seni özlüyorum, Candice. Erkek arkadaşınken yapamadığım her şey için pişmanlık yaşıyorum."

Köşeli, sert yüz hatlarının içindeki buruk umut dolu gözlerine baktım. Ona inanmıyordum. Daha doğrusu inanmak istemiyordum. Söyledikleri doğru ya da yanlış olsun önemli olmamalıydı değil mi? Beni aldatmıştı. Bunun affedilir bir tarafı yoktu.

"Hadi," dedi ayakkabılarıma çevirdiğim bakışlarımı çenemi kaldırıp kendine çevirdi. Mavi gözleri parlıyordu. Bana gerçekten bok gibi davrandıktan sonra onu affetmemi bekleyemezdi. Hadi ama yakışıklı bir çift gözden çok daha önemli şeylerle meşgul olmam gerekiyordu şimdi. Bir daha yapacaktı. "Sizde kaldığım geceleri, maç izlememizi ya da eğlenceli bar gecelerini özlemiyor musun?"

"Hayır." Dürüsttüm.

Başını yana eğip gülümsedi. Dişlerini karanlıkta dahi görebileceğim kadar parlaklardı. "Candy, bebeğim, tatlım, balım. Özür dilerim. Yemin ederim Whitney High'da senden daha güzel bir kızı bulabileceğimi sanmıyorum."

"Bu mu yani? Olay güzel olmak mı?"

"Candy, bebe--"

"Bak Daniel bekliyor. Gitmem gerekiyor."

Susup dik dik yüzüme baktı. Arabama kısa bir bakış atıp bana tekrar yaklaştı. "Yeni erkek arkadaşın o mu?"

"Seni hiç ilgilendirmez."

Tekrar arabama baktı. Bu sefer Daniel ile göz göze geldik. Yüzündeki ifadeyi anlamıyordum. Kızgın da olabilirdi, umursamıyor da, boş da... Karar vermek güçtü.

"Daniel ha? Şirin çocuk. Şimdi de ineklerden mi hoşlanıyorsun?"

"Git başımdan, Rupert."

"Seni geri kazanmak için savaşacağım."

Tabii. Elbette yaparsın, Rupert. Fakat başka kızlarla başka şeyler yaparken.

"Dramatik olma bu kadar."

If This Is LoveWhere stories live. Discover now