On Yedi: Kelimeler İçinde Boğulmak

2.5K 256 22
                                    

Pazartesi sabahı ellerim titreyerek mesaj yazıyordum.

Sabaha kadar uyuyamamıştım.

İki gündür öpüşmemiz dışında bir şey düşünemiyordum. Dudaklarının yumuşaklığı, ağzının tadı, çenesi aralandığında hissettiğim volkan patlaması gibi his...

Tanrım.

Mahvolmuş haldeydim. Günde yüz kez aynaya bakıp hala kızarık olup olmadığımı kontrol etmeye çalışıyordum. Bir ara yüzümü pudranın içine daldırmayı düşünmüştüm ama sonra bunun ne kadar gerizekalıca bir hareket olduğunu anlayıp kendimden uzaklaştırdım kutuyu.

Şimdi Daniel'ın gelmesine sekiz dakika vardı. Her gün tam olarak saat 08:30'da- bir dakika bile geçtiğini görmemiştim- kapımda oluyordu. Böylece işten önce hep 10 dakikamız oluyordu. Bazen arabada sohbet ederek- ki genelde sadece sarkastik yorumlarıyla başa çıkmaya çalışmamdan oluşuyordu- ya da bir sabah kahvesi içmekten ibaret geçip gidiyordu.

Şimdi nasıl davranmam gerekiyordu? Hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyordum. Üstelik sık kaygı duyan biriydim. Hayatımdaki en güzel dokuz saniyeyi- tam emin değildim ama bu kadar güzel bir öpüşme düşündükçe bir saat ya da bir saniye oluyordu bu yüzden ne uzun ne de kısa sayılacak bir saniyeyi seçmiştim- yaşatan birinin yanında nasıl davranmam gerekiyordu? Her an daha güzelini yaşatma umudunu içimde bulduğumdan beri elim ayağıma dolanıyordu.

Karnım düğüm düğümdü. Sanki bir fırıncı karnım için ah, bundan güzel bir baget simit yaparım diyip tüm her şeyi birbirine bağlamıştı. Ellerim buz gibiydi ancak içimde havai fişekler patlıyordu.

Diğer yandansa Daniel'ın dediklerini düşünmeden edemiyordum. Ona kendini kullanılmış gibi hissettirmek istememiştim. Asla. Böyle bir şeyi yapmazdım da.

Fakat onun gördüğü buydu ve benim suçlayabilmek adına hiçbir hakkım yoktu.

Kimden: Ben
Kime: Olivia

Hey, işten çıktıktan sonra kahve içmek ister misin? Tatilin nasıl geçtiğini anlatırsın?

Boy aynamın önüne oturmuş kendime bakıyordum. Her zamanki gibi içimde sporcu mayom vardı. Düz, lacivert yazlık bir elbise giyiyordum. Kestane renkli saçlarım güneş ve su yüzünden karamel renklerinde açılarak belime dalgalar halinde iniyordu. Yüzümde en nefret ettiğim yer olan burnum- bana kalırsa fazla açısı derindi- yine kıpkırmızıydı. Yanaklarımın üstü de öyle. Gözlerim far görmüş tavşan gibi kocaman açılmıştı. Hala rimel sürmediğim- elim titrediği için suya dayanıklı rimelimi yüzüme bulaştırıp geç kalmak istememiştim- kirpiklerim koyu renkli kaşlarıma yapışmış gibi göz kapaklarımı kapatamıyordum.

Dudaklarımı ısırdım. Parlatıcı mı sürmeli miydim? Bir yerde erkeklerin rujlar yerine parlatıcılardan daha çok hoşlandığını okumuştum.

Neden umurunda? Herkese sadece kendin için giyinip, makyaj yaptığını söylemiyor musun? Daniel için değişecek değil bu! İstiyorsan sürer, istemiyorsan sürmezsin kızım. Bu bu kadar basit.

İstiyordum. Tanrım gerçekten Daniel'ın beni güzel bulmasını istiyordum.

Beni güzel buluyor muydu? İnsanların öyle bulduğunu söylemişti ama asla kendisi bundan bahsetmemişti. Daniel sadece... kendi olmuştu. Zeki, sarkastik, komik ve olgun.

Bu yüzden onu düşünürken bu ağustos sıcağında deli gibi titriyordum sanırım.

Dudaklarıma parlatıcımı sürerken aynanın dibine girdim. Acaba kalın dudaklı kızları mı seviyor muydu? Bir tipi var mıydı? Esmerlerden mi, sarışınlardan mı hoşlanırdı?

Kapa çeneni, Candice. Cidden.

Ayağa kalkıp ayakkabılarımı bağlamak için yatağıma oturdum. Havlumun, güneş kremimin, güneş gözlüğümün, yedek mayomun ve kulaklığımla öğle yemeğimin olduğu sırt çantasını kaptım.

Kimden: Olivia
Kime: Ben

Harika bir fikir! Seni özledim.

Telefonumun ekranındaki mesajı görünce bu bana en azından güne başlamak için güzel bir sebep gibi görünmüştü. Telefonu çantamın ön gözüne koyduğum an başka bir mesaj sesi ile telefonum titredi.

Kimden: Daniel
Kime: Ben

Aşağıdayım.

Gösteri başlasın.

***

Kapıyı açıp içeri girdim. Kemerimi bağlarken ona bakmıyordum. Sakin durmaya çalışıyordum.

"Günaydın," dedim. Ancak sesim düşündüğümden daha güçsüz çıkmıştı.

"Günaydın," dedi ses tonu gayet sakin bir şekilde. Fakat havada bir süre asılı kaldı.

Arabayı çalıştırdı. Yol boyunca sessiz gidecek gibiydik. Sonunda genzini temizleyip direksiyonda bir ritim tuttu. "Ee," dedi. "Haftasonun nasıldı?"

"Ee," ona kaçamak bir bakış attım. Hala yola bakıyordu. Bugün bukleleri düzgün, belirgindi. Buradan bile ipek gibi yumuşacık görünüyorlardı. "Epey sıkıcıydı aslında. Ee... babamın kız arkadaşıyla kahvaltıya gittik. Garipti. Dove ile alışverişe çıktık. Üstümdekini aldım. Kapitalizme yenildiğim bir andı."

Üstüme kısa bir bakış attı. Yola döndü.

"Hoş duruyor."

Bayılacağım sandım.

If This Is LoveWhere stories live. Discover now