Yirmi İki: Cehennem Ya Da Diğer Adıyla Lise

2.3K 251 45
                                    

"Gitmek istemiyorum," dedim karnımı tutup. Daniel gözlerini yoldan ayırmazken bir elini bacağıma koydu. İster istemez ürperdim.

"İyi olacaksın. Güzel geçecek."

"Dove ve Olivia, Naomi'yi görüp tekmeyi basmaz umarım."

Camı açıp kolumu dışarı çıkardım. Başımı ona yaslayıp gözlerimi kapattım. Tüm yazım, bugünü düşünerek mahvolmuştu.

Şimdiyse hayatımın diğer kısmı da mahvolacak mı görecektik.

"Cands, yanlış anlamanı istemem. Ama eğer seni bir anda böyle bırakacak kızlarsa onlarla arkadaş olmanın manası ne ki?"

"Evet, evet, biliyorum! Ama herkes senin kadar gururlu ya da altın kalpli değil."

Arabayı okula park etti. Neyseki fazla göze batan bir arabası yoktu. Güzel bir arabaydı elbette. Yalnızca... herkesin dönüp hayran hayran bakacağı türden değildi. Rupert'ın sürmekten hoşlandığı tarzda.

Daniel kolumdan çekip beni camdan uzaklaştırdı. "Olmadığın biri gibi davranmak zorunda değilsin. Bundan çok daha iyisin."

"Yalnızca okulda yalnız olmak istemiyorum."

"Ne? Neden bahsediyorsun? Olmayacaksın. Ben varım."

Başımı salladım. Bundan pek emin değildim. Elbette Daniel olacaktı. Hep olduğu gibi. Yani şu son üç aydır.

Ama Daniel ile arkadaş olma fikri okulda beni korkutuyordu. Drama istemiyordum. Dedikodu ya da diğer insanları üzmek. Zaten Olivia ve Dove ile hala arkadaş olup olmadığımızdan emin olamazken bir de üstüne erkek arkadaşım olmayan ama aramızda romantik bir ilişki olmadığını da söyleyemeyeceğim bu çocuğu ortaya atarak okulda zorbalık görmesine izin veremezdim.

"İnsanlara galiba hiçbir şey söylememek en iyisi."

"Ne?" Daniel kaşlarını çatınca hep düzeltmek istediğim iki kırışık kaşlarının arasında belirdi. "Ne demek bu?"

"Herkesin kafası zaten karışık. Naomi ve Rupert olayı nasıl bir etki yapacak bilmiyorum. Bir de üstüne eğer sen ortaya çıkarsan her şeyi nasıl toparlarım bilmiyorum."

Gözlerime bakındı. Bir şey arıyordu. Şaka yapmışım da gülmemi bekliyormuş gibiydi.

"Tamam," dedi sonunda sadece önüne döndü. Arabadan çıkmıyordu. İfadesi dağılmış gibiydi. Ve bunu görünce ben de kendimi berbat hissettim.

"Kızdın mı?"

Başını iki yana önemsiz bir şeymiş gibi salladı. İkimiz de arabadaydık hala. Çıkmıyorduk. Öğrenciler içeri giriyor, otopark gittikçe daha da boşalıyordu.

"Benden utanıyor musun?"

"Ne?"

Kemerini çözüp sertçe attı. "Benden utanıyor musun? Çünkü zaten odaklanmam gereken milyon şey var. Senin eğlence anlayış benimkine biraz ters, Candice."

Ağzım açık kalmış bir şekilde ona bakakaldım. Gerçekten düşündüğü bu muydu? Ondan utandığım falan yoktu. Neden utanacaktım ki? Sırf spor takımında değil, popüler bir çocuk değil, Rupert'ın arkadaşları gibi biri değil diye mi? Ondan utanmıyordum. Tam aksine o hayatımda gurur duyabildiğim tek şeydi. Ona hayatımda yer vermek belki de yaptığım tek doğru karardı. Onunla olmak hissettiğim en doğru şeydi.

"Ne saçmalıyorsun? Alakası yok bununla. Yalnızca... herkesi mutlu etmeye çalışıyorum. İnsanların dedik--"

"Bu mu? İnsanların dediklerini önemsediğin için mi şimdi gelmiş bana bunu söylüyorsun? 'Aman tanrım, Candice Rupert'dan sonra şu matematik takımındaki çocukla çıkıyor ıy' diyen insanlar mı umurunda olanlar? Böyle bir kız olmadığın için senden hoşlanmıştım."

"Hayır! Böyle değil. Yemin ederim değil. Yalnızca en azından şimdilik insanların kafasını karıştırmak istemiyorum. Daha neyiz, biz bile bilmiyoruz. Ne istediğimizi biz bile bilmezken nasıl insanların anlamasını bekleyebiliri--"

"Ben biliyorum! Ne istediğini bilmeyen tek kişi sensin, Candice. Kız arkadaşım olmak mı istiyorsun, harika! İstemiyor musun, bu da harika. Arkadaşlarını sevmiyor musun, tekmeyi bas! Onları geri mi istiyorsun? O halde savaş. Rupert'ı affedeceksen et, istemiyorsan hayır diye bağır. Babana kız arkadaşını sevmediğini söyle, onunla konuş. Küçük bir çocuk gibi ondan kaçma. Benden neden bu kadar korkuyorsun şimdi anlıyorum galiba. Sen hayatımda gördüğüm en büyük felaketsin!"

İkimizin bakışları da kilitlenmişti. O öfke içinde bana bakıyordu. Bende kırgın ve parçalanmış bir şekilde. Bunun nedeni de açıktı.

Söyledikleri sonuna kadar doğruydu.

"Söylediklerini yapabilecek kadar güçlü değilim."

Alt dudağını ısırıp başını sallarken bana bakmıyordu. Cevabı vereceğimi sanki biliyordu.

"Çok yazık," dedi. "Bu sadece yeterince istemediğini gösterir."

"Neyi?"

"Uğruna savaşmaktan korktuğun her şeyi," derin bir nefes alıp gözlerini sımsıkı kapattı. Sonra açtığında o bile söyleyeceği şey yüzünden üzgün görünüyordu. "Yani beni."

Göğsümden gelen çıt sesini o bile duyabilirdi. Şu an hissettiklerim Naomi ile Rupert'ı gördüğümden bile beterdi. Biri beni uçurumdan aşağı ittiriyordu. Bense karşı koyamıyordum.

"Daniel, bu doğru değil. Nasıl sana karşı hissettiklerimi bilmezsin?"

Gözlerini direksiyona dikti. Bana bakmıyordu. Bakmak mı istemiyordu yoksa sadece bu kadar acımasız konuşabilmesi için bana bakmaması mı gerekiyordu?

"Candice, belki de sıradan bir yaz heyecanıydı. Kafamızda büyütmemek gerek." Histerik bir şekilde gülüp kendi kendine konuştu. "Tanrım. Benim bir oyun, seninse bir oyuncu olduğunu nasıl unutabildim."

"Hayır. Bu--"

"Candice. Lütfen beni bir daha arama." Hala bana bakmıyordu. Çenesini sıkıyordu. Tam kuşağının altında olan o kemik çukurlaşmış, hareket ettikçe çenesini kıracakmış gibi bir görüntü veriyordu. Yumrukları direksiyonda sımsıkıydı. "Ne zaman ihtiyacım olursa arayabileceğimi söylemiştin."

Sesim cümlenin sonunda kırılınca Daniel gözlerini kapattı.

"Aramamalısın. Kendimde bir daha sana hayır diyebilmek için gereken cesareti bulabilir miyim, bilmiyorum. Ve şu an sana karşı böyle hissetmemem gerekiyor."

"Neden?" Nefes alabilmek için bu kısacık kelimeyi bile ikiye ayırmam gerekti.

"Çünkü sen, olduğunu sandığım kız değilsin. Ve ben gerçek olmayan birine karşı böyle şeyler hissedemem."

Ne diyebilirdim. Tek dileğim o kız olmaktı.

If This Is LoveOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz