Yetmiş: Köprüleri Yakıyoruz

1.5K 187 24
                                    

Daniel'ı son kez görmemin üstünde tamı tamına dört ay geçmişti.

Artık onu aramaya çalışmaktan vazgeçmiştim. Çünkü ne olursa olsun ona ulaşamıyordum. O beni arıyordu ve genelde derste, metroda ya da bir köşede uyuyor halde oluyordum. Benim aksime Daniel pes etmemişti. Üç dört günde bir kez aramaları tesadüfen boş bir anıma gelse bile aramaya devam ediyordu. Onu müsait olduğum zaman aramamı söyleyen mesajları bırakıyor, aradığımda kapatmak üzere olduğum an açıyordu. Bana hiçbir işinin olmadığını söylüyordu fakat o an her ne yapıyorsa apar topar bırakıp telefona koştuğunu biliyordum.

Ve bu artık canımı yakıyordu.

Daniel'a zorluk çıkartan bir fazlalık olduğumu hissediyordum. Şu an kulağa acınası geliyor olabilirdi. Onun kız arkadaşı olduğumu da biliyordum. Ve beni sevdiğini de öyle.

Fakat bu yürümüyordu.

İkimiz de görüyorduk.

Bir şeyler yavaş yavaş kopuyordu ve tekrar mantık, duygularımızın önüne geçmeye başlıyordu. Daniel'a yüzmeyi öğrettiğim o gün farkına vardığım hisler artık kendilerini eskisi kadar göstermeye hevesli olmuyorlardı. Çünkü Daniel'ı göremiyordum. Yeşil gözlerine bakmaktan kendimi alamadığım dakikalar, farkında bile olmadan daldığım dudaklar, her birini tek tek öpmekten zevk aldığım çiller... Onlar olmadan artık hisleri de hatırlayamıyordum. Teninin verdiği histen her geçen gün uzaklaşıyordum. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum.

Annem ve Olivia ara ara daireme uğruyorlardı. Onlarla olmak beni çok mutlu ediyordu. Üstelik rahatlatıyordu da. Aynı bölümde olduğum birkaç tane anlaşması kolay insan da vardı. Fakat Daniel ile olduğu gibi değildi her şey.

Bir şeyler eksikti.

Hayır.

Her şey eksikti. Ben eksiktim. En iyi arkadaşımı, erkek arkadaşımı, dert ortağımı, beni hep kucaklayan kişiyi kaybetmiş gibiydim. Geceleri bir anda rüyalarımdan uyanıp sabaha kadar onu özlediğim için ağlamaktan yorulmaya başlamıştım. Hayatım boyunca özlem duygusunu tattığımı sanmıştım. Fakat bu hepsinden farklıydı. Daniel'a karşı duyduğum özlem susuzluğa benziyordu. İnsana kendisini unutturuyor, vahşi bir açlıkla kaybettiriyordu her şeyi. Onu istiyordum. Bencilce. Hemen, şimdi, yanımda.

Fakat olmuyordu.

Televizyondaki filmi durdurdum. Her şey lisedeyken çok daha kolaydı. Sıcak kumların üstünde güneşin batışını izlerken elini tutmak, beni götürdüğü açık hava sinemalarında öpüşmek ve hamakta birlikte uzanmak çok daha basitti. Her şey o zaman daha imkanlı görünüyordu. Daniel o zamanlar hiç benden uzakta olmayacakmış gibi geliyordu.

Bazı günler kendimi, Daniel ile hiç tanışmamış olmayı dilerken buluyordum. En azından bu kadar acı çekmeyeceğimi biliyordum. Her şey daha basit ve düz olabilirdi. California'dan tamamen koparsam burada bir hayata sahip olabilirdim. Ama işin kötü kısmı şu an California'da dahi bulunmayan bir şeye tutunuyordum.

Daniel'ın şu an ne yaptığını tahmin etmek zor değildi. Saat akşam altıyı gösteriyordu. Muhtemelen okuldan çıkmış, oradaki havuçlu keklerini çok sevdiği kafede oturmuştu. Bir yandan kocaman kalın mı kalın kitaplarını karıştırırken diğer yandan da birazdan dilini fazla sıcak olan kahvesinden dolayı yakacak ama fazla kibar biri olduğu için küfretmeden yarım yamalak bir cümle kuracaktı kendi kendine.

Elim tekrar telefona gitti. Uzun süre ekrandaki ismine ve yanındaki kalplere baktım. Daniel onu telefonuma nasıl kaydettiğimi ilk kez gördüğünde en az şu kalp emojileri kadar çok kızarmıştı.

Araya basıp telefonu kulağıma tuttum.

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.

If This Is LoveWhere stories live. Discover now