Otuz Beş: Kıyamet Koparken Bile Arayabileceğiniz Tek Kişi

2K 233 8
                                    

"Alo?"

"Hey," dedim gergince tişörtümü sıkıp bıraktım. Annemle telefonda konuşmak hep beni geriyordu.

"Merhaba, bebeğim! Nasılsın? Neredeyse konuşmayalı günler oldu."

"Ah... iyiyim," dedim. Haftada normalde en az dört beş kez konuşurduk. Ama hepsi yalnızca nasıl olduğumdan, ne yaptığımdan, okulun nasıl gittiğinden ibaretti. En uzun telefon konuşmamız on dakikaydı. Bu yüzden bunlarda özel bir şey olduğunu düşünmüyordum. Şimdiyse... gerçekten onu aramak istiyordum.

"Bir sorun mu var? Normalde beni bu saatte aramazdın."

"Evet, şey, ee... Üzgünüm. Saat farkı tamamen aklımdan çıkmış."

"Sorun değil. Ee, neler oluyor? Nasılsın?"

"İyiyim," dedim aynanın karşısında oyalanmak için durdum. Saçlarım kabarmış, dalgaları kalınlaşmıştı. Açık kahverengi gözlerim boynumda asılı olan kolyenin altın ucuyla aynı renk gözüküyordu bu ışıkta. Kısaca biraz ürpertici. "Sen nasılsın?"

"Ah, iyiyim. Oldukça. Aslında yeni bir kitaba başladım ve editörüm bundan çok umutlu olduğunu söyledi."

Gülmeye çalıştım. "Harika, ee... yeni başarılar geliyor desene."

"Evet ama... senin bir problemin mi var? Skype açmamı ister misin? Ya da FaceTime?"

"Yo, hayır, hayır. Sadece seni aramak istedim. Seni çok özledim. Görüşmeyeli oldukça zaman oldu."

Annemin saniyeler içinde duygusallaştığını, titrek iç çekişinden anlamıştım. Onun beni, benim özlediğinden bile daha çok özlediğini biliyordum. Bu yüzden ona bunu çok sık söylemezdim. Sonunda ağlamasından korkardım. Fakat bu sefer gerçekten söylemeye ihtiyacım vardı.

"Biliyorum, Candy'm. Annen de seni çok özledi. Buraya gelebileceğin yakın bir tarih var mı? Çünkü kitap turum bitti. Gerçi olsa bile gelebilirsin elbette! Sadece pek oradan oraya yolculuk etmekten hoşlanmadığını biliyorum."

"Biliyorum, anne... fakat hayır. Belki Şükran Günü?"

"Sanırım o zamana kadar bekleyebilirim."

"Evet," dedim iç çekip. Ben bekleyebilir miyim pek emin değilim. "Anne?"

"Evet?"

Alt dudağımı iz bırakıncaya kadar ısırdım. "Aslında seni... bir şey sormak için aramıştım."

"Tamam, seni dinliyorum."

"Küçükken doktor olmak istediğimi söylediğimi hatırlıyor musun?"

Hatta gülmeye başladı. "Evet, hatırlıyorum. Sonra astronot olmak istediğini de öyle. Sonra da veteriner. Sonra model."

"Evet, ee... bil bakalım ne oldu." Derin bir nefes aldım. Nedense bunu söylemek bana kendimi kötü hissettiriyordu. Korkutuyordu. Sanki plansız, sorumsuz biriymişim gibi. "Neredeyse on sekiz olacağım ve ne olacağım hakkında hiçbir fikrim yok."

Annemin tepkisini hiçbir şekilde kestiremiyordum. Hiçbir şekilde. Bu yüzden cevap vermesini beklerken geçen saniyelerde neredeyse bayılabilirdim. Anneniz oldukça ünlü bir yazar olup babanız başarılı bir avukat olunca size de birazcık sorumluluk binebiliyordu.

"Neden New York'a gelmiyorsun? Sadece haftasonu için? Beraber küçük bir tur yapabiliriz. Üstelik burada ciddi firmalarla çalışma imkanın olabilir. Elbette New York'ta bir üniversite seç demiyorum. Brown'ı istediğini de biliyorum. Yani, en azından babanın. Ama belki de istediğin çok daha farklı bir şeydir. Üstelik..." derin bir nefes aldı. Bunu söyleyip söylememek konusunda çok kararsız gibiydi. "İki yıldır babanla kalıyorsun. Bence biraz New Yorklu olabilirsin. Elbette istersen. Sadece... seni çok özlüyorum. Gelip gitmek çok zor. Ülkenin bir ucunda yaşıyorsun. Çoğu zaman her şeyi bırakıp, yanına gelmek istiyorum ama sonra zaten senin de bir yetişkin olacağın aklıma geliyor."

Ağlamamak için gözlerimi sımsıkı kapattım. Annemi düşündüğümden de çok özlemiştim. Her şey üst üste gelirken annemin sımsıcak kucaklamasını sanki kilometrelerce öteden hissedebiliyordum.

"Kulağa harika geliyor," dedim. "Sence babamı ikna edebilir miyiz?"

"Elbette. Sadece birkaç saatlik ısrarıma bakar."

İster istemez dolu gözlerimin arasında bir kahkaha attım. "Seni seviyorum anne."

Cevap için bir saniye bile beklemedi. "Ben de seni seviyorum, meleğim."

If This Is LoveWhere stories live. Discover now